
Çınaraltı Konuşmaları
Şu cevabı aldım:
“İktisadi muvaffakiyetlerin sırrı bu saydığınız şeyler değildir.
Vakıa klasik iktisat kitapları, istihsal için yalnız üç amil gösterir: Tabiat, say, sermaye. Fakat bence, istihsal için bu üç amil kâfi değildir.
Filhakika, bizde tabiat çok zengin. Sermayeyi ve mütehassıslarla ameleleri de gerek hariçten ve gerekse dahilden tedarik edebiliriz. İstihsal sahasında amil mevcut olduğu hâlde niçin hiçbir iş yapamıyoruz? Demek ki bunlardan başka, mühim bir amil vardır ki henüz eksiktir. Amillerin en ehemmiyetlisi olan bu dördüncü unsur ‘teşkilatçılar’dır. İktisat sahasında bunlara ‘müteşebbisler’ adı verilir.
Filhakika, bizim memleketimizde tabiat zengin olmakla beraber, sermaye ve say da yok değildir. Fakat müteşebbislerimiz azdır. Ve onlar da küçük çaptadırlar. Biz ekseriya, memleketimizde sermaye yok, mütehassıs yok diye şikâyet ederiz. Hâlbuki her şeyden evvel bizi iktisatta geri bırakan büyük müteşebbislerimizin yok olmasıdır. Müteşebbis, alelade çalışkan bir adam değil, herhangi bir sermaye sahibi de değil, yaratıcı bir adamdır. Bu yaratıcı adamın yalnız bir kuvveti vardır: O da teşebbüsünde muvaffak olacağına payansız bir iman ve ümide malik olmasıdır. İman ve ümit. Bu ruhi kuvvetler, yalnız iktisat sahasında değil, başka sahalarda da büyük teşkilatçılar vücuda getirmiştir.
Mesela, başımızda Gazi Paşa gibi İsmet Paşa gibi büyük teşkilatçılarımız olmasaydı gösterdiğimiz askerî ve siyasi mucizeler husule gelebilecek miydi? Hiç de zannetmem. Millî Müzemizi kendi başına yalnız bir teşkilatçı sanatkârımız vücuda getirmedi mi? Hilali Ahmer Cemiyeti’nin bu kadar faydalı işler görebilmesi, başındaki teşkilatçılar sayesinde değil midir? Bu teşkilatçıların hepsinin yaratıcı olması, iman ve ümitlerinin payansız ve layemut olmasının neticeleri değil midir? Şüphesiz, Avrupa’da ve Amerika’da böyle teşkilatçı ruhlar azdır. Mesela bir Mussolini’nin zuhuru İtalya’yı keşmekeşten kurtardı. Bir Lenin’in teşkilatçılığı Rusya’daki bir devletin esaslarını kurdu. İmansız ve ümitsiz bir Wilson ise cihan sahnesine çıkardığı prensiplere hayat veremedi. Çünkü evvelkilerde iman ve ümit olduğu hâlde, bu hasta ruhta bu kuvvetlerin ikisi de mevcut değildi.
Hakiki imanla gerçekli ümidin yaratıcı olması, bu iki kuvvetin istilakâr bir hassaya malik bulunması sayesindedir. Bu kuvvetler, iptida, bir ferdin ruhunda doğar. Fakat bir kere doğdular mı artık hiçbir kuvvet onları durduramaz, bir an içinde birçok ruha sirayet ederler ve çok geçmeden bütün bir heyeti, bütün bir milleti, bütün bir ümmeti, hatta bütün bir medeniyet dairesini istilaları altına alırlar. Peygamberler, buna en nezih misaller değil midir? Onlardaki iman ve ümit kuvvetleri değil midir ki bugün hâlâ yüzlerce milyon insanı arkalarında koşturuyor.
Türkler pek yakında, bu ruhi kuvvetlerin askerî ve siyasi feyizlerini gördüklerinden, bunların mucizevi tesirlerini kabul için tarihî ve içtimai delillere muhtaç değildirler.
Fakat bugün Türkleri şaşırtan, dünkü askerî ve siyasi mucizelerden sonra iktisat sahasında değil, mucize ve harikalar, hatta en yabancı muvaffakiyetlere bile nail olamamalarının sebebini bir türlü anlayamamalarıdır. Evet, o sahalardaki o büyük kudretin yanında, bu sahadaki iktidarsızlık nereden geliyor? Şüphesiz, öteki sahalarda teşkilatçılarımız mevcut olduğu hâlde, bu son sahada henüz bir teşkilatçımızın yetişmemesinden!”
“Acaba iktisadi teşkilatçılarımız zuhur ederlerse, sermayemizin ve tekniklerin bu fıkdanı devrinde ne iş yapabilirler?”
“Bunlar evvela, anonim şirketler yahut kooperatifler tesis ederler. Mademki bunların iktisadi iman ve ümitleri istilai bir feyze maliktir; bu tesisler üzerinde, umum halkın –vaktiyle, millî tehlike zamanında Gazi Paşa’nın arkasından gittikleri gibi büyük bir coşkunlukla– bu iktisat gazilerinin de arkalarından koşacaklarına hiç şüphe yoktur. Ondan sonra, sermaye ile teknisyenleri gerek hariçte, gerek dahilde kolayca bekleyebilirler.”
“Fakat neden memleketimizde bu iktisat gazileri henüz yetişmiyor?”
“Çünkü memleketimizde ‘askerî iman’ ve ‘siyasi iman’ eskiden beri tenmiye edildiği hâlde, ‘iktisadi iman’ henüz yeni başlamaktadır. Bizde yalnız ferdî menfaat duygularının iktisadi bir intibahı doğurabileceğini zannedenler hata ediyorlar. Dinî, ahlaki, hukuki, siyasi, bedii, lisani, felsefi intibahlar gibi, iktisadi intibah da yeni bir iman hamlesinin, yeni bir ümit hamlesinin feveranına muhtaçtır.”
İnsanların bazen şu gayelere, bazen de başka hedeflere kıymet vermeleri, maşerî iman ve ümitlerindeki değişmelere tabidir. Türk milletinin şimdiye kadar iktisadi bir mefkûresi yoktu. Bu asırda, bir milletin hürriyet ve istiklalini temin eden, refah ve saadetini hazırlayan, şeref ve namusunu kurtaran amilin, başlıca iktisadi muvaffakiyetler olduğunu bilmiyordu. Bugün Türk milletinin ruhunda iki kuvvetli imanın tenebbüt etmeye başladığını görmekte müftehiriz: Bu iki iman, terbiyevi imanla iktisadi imandır. Fakat bunlar henüz yeni feyizlenmeye başladılar. Bu yeşil filizlerin, çok geçmeden şu kocaman çınar gibi Türk milletini, refahlı gölgeleri altına alacağını göreceğiz.
Türk milletinin ruhu, öyle yerinde sayan milletlerin ruhu gibi kısır değildir. Türk milletinin ruhu manevi bir kimyahaneye benzer. Hangi his oraya girerse ümide, hangi fikir oraya dahil olursa imana munkalip olur. Hatta diyebilirim ki eğer, ahir zaman dini İslamiyet olmasaydı, yeni bir dinin meşimesi ancak Türk ruhu olabilirdi. Çünkü Türk milletinin ruhunda o derece coşkunluk ve taşkınlık vardır. Nasıl ki yeni bir ahlakın, yeni bir hukukun, yeni bir sanatın beşikleri de ancak Türk milletinin ruhu olabilir. Çünkü Türk’ün maşerî ruhu o derece feyizlidir.
Ben ümit ediyorum ki yakında bizde de iktisadın gazileri o büyük teşkilatçılar, yani iktisadi müteşebbisler yetişecektir. Gençlerimiz bir kere bunu kendilerine en büyük gaye ittihaz etsinler, az zamanda muvaffak olacaklarına eminim. Hiç şüphem yoktur ki bugünkü Türk gençliği, hangi gayeleri istihdaf etse az zamanda, hedefe vasıl olur. Yalnız, Türk gençlerine, milletimizin hürriyet ve istiklalini tamamlamak için terbiyevi ve iktisadi mücahitler namıyla, daha iki büyük mücahit sınıfına muhtaç olduğumuzu ve bunları yetiştirmek için de kalplerimizi terbiyevi imanla iktisadi imana mukaddes bir mabet yapma iktiza ettiğini bildirmemiz kâfidir. Türk genci gayelerini bildikten sonra onlara ulaşmakta gecikmez.”
(Cumhuriyet, 15 Mayıs 1924)Aile Adları
Dün meçhul filozofa, “Ailenin kuvvetlendirilmesi için ne yapmalı?” diye sordum. Şöyle cevap verdi:
“Bence evvela aile adlarından başlamalıdır. Bütün medeni milletlerde her aileye mahsus bir unvan var ki ekseriya şahsi addan sonra gelir. Friedrich List, Victor Hugo gibi. Bu mürekkep isimlerdeki birinci kelime şahsi adı, ikincisi aile adıdır. Milletimizde ise bugün muntazam bir aile adı yoktur. Değil iki amcazadenin, hatta iki kardeşin bile aynı aileden oldukları isimlerinden anlaşılamaz. Sair milletlerde ise aile adı muntazam olduğundan, kim kimin akrabası olduğu kolayca anlaşılır. Bu isim iştiraki, akrabalar arasındaki tesanüt ve samimiliği de kuvvetlendirir.”
“Bizde aile isimleri yok gibidir diyorsunuz. O hâlde bunları hangi kuvvet vücuda getirebilir?”
“Nüfus kanunu bu işi yapabilir. Yeni nüfus kanunumuza şöyle bir ibare ilave edilebilir: Nüfusa tescil edilirken, her aileden bir aile adı kabul etmesi istenilir. Bir aile ismi gösteremeyenlere Kommon meclisince münasip bir aile ismi verilir. Bundan sonradır ki nüfus defterine her fert aile ismi ile beraber ailesinin sayfasına kaydolunur. Ondan sonra, resmî muamelelerde hep şahsi ismi ile beraber aile isminin beraber zikredilmesi ve yazılması şart kılınır. Bu suretle aile isimleri bizde de birleşmiş olur.”
“Türklerde aile ismi hiçbir zaman mevcut olmamış mı?”
“Bilakis eski Türklerde aile ismine çok ehemmiyet verirlerdi. Sonraları bu aile isimlerinin şekilleri değişmiş de esası gene baki kalmıştır. Yani her devirde aile ismi ailenin başka bir dairesine izafe edilmiştir. Türklerde aile isminin tarihi, aldığı muhtelif şekillere göre altı devre ayrılır:
1. Boy devri: Eski Oğuzlarda, aile adı (boy) isminden ibaretti.
Oğuz ili yirmi dört boydan mürekkepti. Bir adamın kim olduğunu tanıtmak için ‘Hangi boydansın?’ diye sorulurdu. O da mesela, ‘Beydili boyundanım.’ derse hangi aileye mensup olduğu anlaşılmış olurdu. ‘Boy’ eski Oğuzlarda ailenin en büyük ve en çok tesanütlü olan dairesiydi. Fakat eski Oğuzlarda bugünkü Avrupa milletlerinin aksine olarak boy ismi şahsi addan evvel gelirdi.
Salor, Kazan, Yükdürür, Amen gibi (Dede Korkut kitabı)… Bunlardaki ‘Salor’ ve ‘Amen’ tabirleri birer Oğuz boyunun adıdır.
Şu kadar var ki Macarlarda da aile ismi şahsi addan evvel gelir. Bu benzeyiş de Türklerle Macarlar arasında kadim bir münasebet olduğunu gösterir.
Bununla beraber, Eski Oğuzlarda boy adının şahsi isimden sonra geldiği de görülmüştür: Yunus Emre, Tapdık Emre gibi. Emre bence Oğuz boylarından ‘Emre’dir ki bugün Emrali demekteyiz. O hâlde Türklerde de bugünkü Avrupa milletlerinin isimlerine benzer adlara rast gelmiş oluruz.
2. Soy devri: Boyların inhilalinden sonra onların yerine ‘soy’lar gelir. Bu devrede soy ismi evvel getirilir, ondan sonra ‘oğlu’ yahut ‘oğullarından’ tabiri, bundan sonra da şahsi ad getirilirdi. Karaman oğlu Mehmet Bey, İsfendiyar oğlu Şemsi Paşa, Aydın oğullarından İsa Paşa gibi. Soyadı soyun müessisi olan bir dedenin adına istinat ederdi. Türkler İslam devletleri arasında ‘boy’ teşkilatını kaybettikten sonra, bu ikinci devir başladı.
3. Osmanlı devri: Osmanlı devrinde ‘oğul’ yerine ‘zade’ tabiri getirildi. Bekir Paşazade Tevfik, Müftizade Osman, Kâtipzade Hasan gibi. Bugün ekseriyetle bu şekil muteberdir. Fakat Türkçülük cereyanından sonra yeniden ‘zade’ yerine ‘oğul’ kullanılmaya başlamıştır.
4. Muhles devri: Dördüncü devirde aile adı yerine şahsi addan sonra ‘muhles’ denilen bir ad getirilmiş ve aile adı ikinci planda kalmıştır. Tevfik Fikret, Tahsin Nahit gibi. Bu devirde aile isimlerinin ihmale uğradığını, şahsi isimlerin çifteleştiğini görüyoruz.
5. Yanlış taklit devri: Bu devirde Avrupa milletlerinde olduğu gibi aile adı yerini tutan ‘babanın ismi’ getirilmeye başlandı. Ve güya ‘babanın ismi’ bir aile adı oldu. Fakat her nesilde baba değiştiğinden aile adının da değişmesi lazım geldi: Akil Muhtar, Halil Ethem, Hamdullah Subhi gibi.
6. Avrupai devir: Avrupai devirde dedelerinden birinin şahsi ismi yahut hirfetinin ismi, Avrupa’da olduğu gibi aile ismi itibar olunarak bütün nesillerde şahsi isimden sonra getirilmek suretiyle başlayacaktır. Ali Çapan, Ahmet Avunduk gibi mesela Hamdullah Subhi olacaktır.
İşte yeni nüfus defterlerinde esas olacak olan aile ismi şu son tarzda olmalıdır. Bu şekilde hem aile ismi birçok nesil devam eder hem de ilk devir, yani boy devrine tetabuk eder. Hem de ‘oğlu’ ve ‘zade’ gibi fazla tabirlerden azade bulunmuş olur.
Münevverlerimiz, kanundan evvel bunu kabul etseler daha iyi olur.”
(Cumhuriyet, 18 Mayıs 1924)Türk Ailesi Nasıldı, Nasıl Olacak?
Dün meçhul filozofa sordum:
“Türk ailesi, aile enmüzeçlerinden hangisine mensuptur ve onu ne suretle ıslah etmeliyiz?”
Şöyle cevap verdi:
“Aile iptida, maderî semiye hâlinde başlamıştır. Bu devirde, çocuk anasının semiyesine nispet edilirdi; babasının semiyesiyle hiçbir akrabalığı yoktu. Semiyenin inkısamıyla, bu müşterek kütükten üç dal ayrıldı: Maderî aile, asabevi aile, pederî aile.
1. Maderî aile:
Bu enmüzece yalnız iptidai cemiyetlerde rast gelinir. Bunda da maderî semiyede olduğu gibi nispet yalnız ana cihetinden muteberdir; babanın aile içinde hiçbir mevkisi yoktur. Bazıları bu enmüzece, ‘maderşahi aile’ derseler de, doğru değildir. Çünkü bu ailelerde velayet anada değil, dayıdadır; bu sebeple buna ‘halaşahi aile’ denilebilir. Ailenin en eski şekli bu ‘dayılık’ devridir.
2. Asabevi aile:
Bu enmüzece pederî semiyenin inkısamından husule gelir. Asa-be, baba cihetinden olan erkek akrabalardır. Asabevi aile davası tesanütten doğmuştur. Bu sebeple, kan, yalnız kan davası mücadelelerinde işe yarayan kadınları muhtevi değildir. Hatta asabeden olup da eli silah tutmayan çocukları da mirastan mahrum etmesi, bu nevi ailenin doğrudan doğruya kan davası mücadelesinden doğduğunu gösterir. Maktulün diyetini alan, onun babası yahut kardeşleri değil, bütün asabedir. Diyeti vermek de yine yalnız yakın akrabaların borcu olmayıp bütün asabenin borcudur. İntikam da yalnız katilden değil, onun asabesine mensup herhangi bir fertten alınabilir. İntikam almakla mükellef olanlar da asabenin bütün fertleridir.
Asabevi aile bir cins olup bundan üç aile nevi doğar: a) Biraderler arasında zevcelerin taaddüdü, b) Taksim görmemiş asabe, c) Pederşahi aile.
a) Biraderane taaddüdü ezvac:
Bu enmüzecde, babanın mirası yalnız büyük kardeşe kalır, yani miras taksim olunmaz. Fakat bundan başka, evlenmek salahiyeti de yalnız büyük kardeşe aittir. Büyük kardeş müteaddit zevcelere malik olabilir. Diğer kardeşler aile malından istifade hakkına malik oldukları gibi büyük kardeşin zevcelerinden de intifa hakkına maliktirler. Hatta her bir zevcelerinden birini benimseyebilirler.
İstrabon, Yemen’de bu nevi ailenin bulunduğunu haber veriyor. Bugün Tibet’teki aile de bu enmüzece mensuptur.
b) Taksime uğramayan aile:
Bu ailede de babadan kalan miras taksim olunmaz. Bir dedenin torunları aynı evde yaşarlar ve aynı mutfaktan yemek yerler. Fakat bunlar arasında taaddüdü zevcat kaidesi yoktur. Her erkek kendi hesabına evlenmek hakkını haizdir. Slavlarla eski Araplarda aile bu enmüzece mensuptur. Slavlar buna ‘zadroga’ derler, Araplar ‘ehl’ adını verirler.
c) Pederşahi aile:
Taksim olunmamış asabenin emvali, umum asabe zümresine ait olduğu hâlde, bazı cemiyetlerde, bu emval aile reisinin şahsi malı mahiyetini alır. O zaman, aile reisine ‘pederşah’ denildiği gibi, bu aileye de ‘pederşahi aile’ denilir. Bu ailenin reisi yalnız ailenin emvaline maliki mutlak olmakla kalmaz, aileye mensup bütün asabelerin, hatta kendi zevcesiyle çocuklarının hayatı üzerinde de istediği gibi tasarruf eder, bunları satabilir ve öldürebilir. Eski Roma ailesiyle şimdiki Çin ailesi bu enmüzece mensuptur.
3. Pederî aile:
Buna pederî aile denmesi, en başta babanın bulunmasından dolayıdır. Ana, babaya hukukça müsavi olmakla müsaviler arasındaki birincilik babaya bırakılmıştır. Bu aile enmüzeci maderî semiyenin pederî semiye ile imtizacından doğmuştur. İptidai cemiyetlerde, çocuk ya yalnız annesinin yahut yalnız babasının semiyesine nispet edilirdi. İki semiyenin yan yana yaşaması mümkün değildi. Çünkü çocuk yalnız bir dine mensup olabilirdi. Her semiyenin ayrı bir dini olduğundan, çocuğun iki semiyeye nispeti iki inhisarcı dine mensubiyeti demek olurdu.
Fakat bazı cemiyetlerde, ‘din’ pederî semiyeye, ‘sihir’ maderî semiyeye ait olduğu için, bu iki semiye yan yana yaşanmak imkânına malik olmuştur. Bu cemiyetlerde, dinle sihir birbirine müsavi olduğu için, pederî semiye ile maderî semiye de birbirine müsavidir. Bu esasın neticeleri olmak üzere baba anaya, zevç zevceye, amca dayıya, hala teyzeye, birader hemşireye, hülasa erkek kadına müsavidir. Bu müsavatlardan, en demokratik aile enmüzeci doğmuştur. Eski Türklerle Germenlerde bu aile enmüzeci mevcuttur. Türkler, bu aileye ‘soy’, Germenler ise ‘zippe’ adını verirler. Eski Türklerde ana soyu ile baba soyu birbirine müsavidir. Bunun neticesi olarak kadın da erkekle müsavi oldu.
Sonraları, soy inkısama uğrayarak, ‘pederî aile’ adını alan daha küçük zümreleri doğurdu. Pederî ailede ailevi bir cumhuriyet olup, baba bu cumhuriyetin reisi, ana da reisesi hükmünde idi. Velayet ikisi arasında müşterekti. Baba, hiçbir vakit ananın muvafakati olmaksızın kızını bir erkeğe veremezdi. Aileye ait bütün işlerde ananın reyinin alınması lazımdı. Çocukların da hukuka tecavüz olunmazdı. Binaenaleyh, pederî aile, pederşahi aileye hiç benzemez. Aralarında cezrî bir fark vardır ki müsavatla hürriyetten ibarettir.
Pederî ailenin inkısamından, (izdivacı aile) enmüzeci doğdu. İzdivaci ailede esas, dolaşırken, gerek güveyinin ve gerek gelinin babalarının ve analarının oturdukları evleri terk ederek, yeni bir ev kurmaları suretinde başlar. Eski Türklerde, bu kaide mevcuttu. Fakat bu kaidenin bir ‘töre’ hâlinde mevcut olması kâfi değildir. İzdivaci ailenin asıl temeli, asri bir devlet tarafından yapılmış asri bir aile kanunundan doğmasıdır. Avrupa milletlerinde bugünkü ailenin menşei, Roma hukuku değildi. Cermenlerin ananevi töreleridir. Fakat Avrupa milletlerinde asri devlet teşekkül edip de asri aile kanunları yapılmasaydı, Avrupa’nın Cermen milletlerinde bile izdivaci aile teşekkül edemeyecekti. Latin ve Slav milletlerde aileler pederşahi ve zadroga enmüzeçlerine mensup olduklarından, bunlarda kendi kendine izdivaci ailenin doğması hiç mümkün değildi. Demek ki bugün Avrupa milletlerinde ailenin (izdivaci aile) enmüzecinde olmasını temin eden asri aile kanunlarıdır. Bu kanunlar, eski törelere ve ananelere nihayet vererek, hürriyet ve müsavat kaidelerine muvafık ve bugünkü demokrat aileleri vücuda getirmiştir. Bu sebeple, eski Türklerde izdivaci ailenin fiilen mevcut olması, ta o zamanlarda bile, milletimizin izdivaci aile devrine atlamış olduğunu ispat etmez. O zaman, Türklerde asri bir devlet tarafından yapılmış bir aile kanunu olmadığı için, yalnız töreye istinat eden bu kaidenin müstakar bir mahiyeti yoktu. Bundan dolayıdır ki biz, izdivacı aile devrine ancak yeni yapılacak aile kanunu ile geçebiliriz. O hâlde, yapacağımız aile kanunundaki veçhemiz, en eski ananelerimizde, yalnız fiilî bir anane suretinde mevcut olan izdivaci aile sistemini, hukuki müeyyidelere malik bir esas olarak kabul etmemizdir.”
(Cumhuriyet, 27 Mayıs 1924)20. Asrın En Mühim Müessesesi Gazetedir
Dün akşam yine meçhul filozofla beraberdik.
“Bu asrı karakterize eden en asri müessese hangisidir?” diye sordum. Şu cevabı verdi:
“On dokuzuncu asrı Alfred Fouillée’ye göre karakterize eden ne tayyarelerdir ne tahtelbahirlerdir ne de otomobiller, tanklardır. Bunlar olmasaydı yine asrımız, on dokuzuncu asır olabilirdi. Medeniyet müesseselerinin diğerlerini de birer birer kaldırabiliriz. Asrımızın on dokuzuncu asır olmasına yine bir halel gelmez. Fakat maazallah bir de gazetenin ortadan kalkmasını tasavvur edelim. Bütün diğer medeniyet müesseseleri yerinde dururken, yalnız gazetenin yok olması bizi on dokuzuncu asırdan uzaklaştırarak Kurunu Vusta’ya (Orta Çağ) doğru atar. Demek ki bu asrı karakterize eden en belli başlı medeniyet müessesesi ancak gazetedir. Alfred Fouillée’nin bu sözleri yirminci asır için de doğrudur. Mesela gazetesiz bir millet meclisi farz edelim. Bu neye yarar? Hiçbir şeye yaramaz.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера: