Kosova'da Çağdaş Türk Edebiyatı - читать онлайн бесплатно, автор S. Dilek Yalçın Çelik, ЛитПортал
bannerbanner
Kosova'da Çağdaş Türk Edebiyatı
Добавить В библиотеку
Оценить:

Рейтинг: 5

Поделиться
Купить и скачать

Kosova'da Çağdaş Türk Edebiyatı

Год написания книги: 2023
Тэги:
На страницу:
2 из 5
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля

Balkanlarda uzun soluklu Türk yönetimi devresinde (1354-1912), özellikle de istikrar döneminde (1389-1699), eğitim, bilim ve kültür alanlarında büyük gelişmeler olmuştur. Osmanlı aydınları bölgeye, görev yerlerine gelmeye başladıkça, bu şehirlerde kurulan, medrese, tekke ve zaviyelerde entellektüel ortam kurulmaya, bilim ve kültür alanında ürünler verilmeye başlamıştır. Tüm bu unsurlara ilave olarak, Türklerin bölgeye gelmesi ile İslâmiyeti kabul eden, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomak ve Torbeşler de eserlerini Türkçe yayınlamaya başlamışlardır. (İsen 2006: 641)

Görüldüğü üzere, Osmanlı dönemi, Türk kültürü, sanatı ve edebiyatı açısından sanatçıların yetişmesi ve eserlerin verilmesi için bir uygun zemin hazırlamıştır. Kosova topraklarının, Osmanlı İmparatorluğu yönetimine girmesiyle birlikte Kosova Türk edebiyatı, Osmanlı dönemi Türk edebiyatı paralelinde bir gelişim süreci göstermiştir. Halk edebiyatı, tekke edebiyatı ve divan edebiyatı olarak üç kolda ilerleyen bu edebiyat, Rumeli topraklarında önemli temsilciler yetiştirmiştir.

Kosova Türk edebiyatı, sözlü edebiyat ürünleri2 açısından zengin bir birikime sahiptir. Osmanlı Devleti, Rumeli’deki yeni toprakları fethettikçe insanlar, önce evlerde ve kışlalarda, daha sonraları tekke ve medreselerde Türkçe konuşmuşlardır. Halk, bayramlar, merasimler, kutlamalar nedeniyle bir araya geldikçe sözlü halk edebiyatının her çeşidini kullanmıştır. Bu yolla halk edebiyatı ürünleri kuşaktan kuşağa geçerek bir gelenek oluşturmuş ve zaman içerisinde korunmuştur. Zaman ve mekan içerisindeki değişiklikler bölgenin özellikleri ve nitelikleri ile doldurulmuştur.

Balkanlar içerisinde yer alan Türk azınlıkların yarattıkları edebiyatlardaki Türkçe, Türkiye Türkçesine yakınlık göstermektedir. Bununla birlikte konuşma ve yazı dili arasında kimi farklılıkların olduğunu burada vurgulamak gerekmektedir. Yazı dili olarak İstanbul Türkçesi benimsenip kullanılırken, özellikle Kosova ve Makedonya’da halk arasında mahalli bir konuşma diline rastlanılmaktadır. Kimi sesler farklı biçimde telaffuz edilirken, vurgu, ve cümle kuruluşunda kimi değişiklikler bulunmaktadır.

Kosova halk edebiyatı içerisinde, sözlü edebiyat geleneği dikkate alındığı zaman Nasrettin Hoca fıkralarının ağırlıklı bir yeri bulunmaktadır. Bunun dışında söyleşi, fıkra, atasözü, deyimler, muamma ve bilmeceler, tekerleme, maniler, ninniler, masallar, destanlar ve türküler de edebiyat geleneği içerisinde bulunmaktadır. Aşıklar, sözlü edebiyat temsilcisi olduğundan onların nereli olduklarını tam olarak belirleyebilmek mümkün olamamaktadır. Bununla birlikte bu bölgede şiir söyleyen, sözlü kültür ürünlerini aktaran aşıklar arasında şu isimler sayılabilir: “ Fakiri, Şemsi, Ferki, Pürderi, Savft, Murati, Fikri, Fetah, Yaşar Hafız, Şefki Sudanlı, Şeyhi vb.” (Hafız 1995: 18)

XX. yüzyılda teknolojik gelişmelerin yaşam biçimini değiştirmesini kadar geçen zaman içerisinde, Kosova’da halk edebiyatı ürünleri canlılığını yitirmemiştir. Öyle ki, son dönemlerde bile destan ve türkü geleneğinin canlı olduğu, yapılan araştırmalar3 ile kanıtlanmıştır. Öyle ki bu gelenek, bölgedeki diğer halk ve ulusların özellikle türkü formundaki ürünlerini etkilemiş, kalıcı izler bırakmıştır.

Kosova’da yaşayan sözlü edebiyatın son temsilcilerinden birisi, -XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başı-, Âşık Ferki (1870-1908) adıyla tanınmış olan İbrahim Sipahi’dir. Babası Sadullah Sipahi’dir. Âşık Ferki, ilkokulu tamamladıktan sonra Belediye’ye katip olarak çalışmaya girmiştir. Babası, oğlunun alafranga elbiseler giymesinden ve değişmesinden korkarak kendisini işten çıkarır. Bu yıllarda yaşı, zanaat öğrenmeye de müsait olmadığı için işsiz kalan Âşık Ferki, kahvehanelerde ve düğünlerde türküler söyleyerek geçimini sağlar. Böylece âşık olarak tanınmaya başlamıştır. İl il gezen Âşık Ferki, şiir söyleme kabiliyetini geliştirmiştir. Gazeller, ilahiler, nazireler, tahmisler, sema, koşma ve maniler yazmıştır. Daha ziyade söylediği destanlar ile tanınmıştır (Nimetullah Hafız 1986).

MS. V. Yüzyıldan itibaren Balkan coğrafyasına Türk boylarının gelmeye başladıkları tarihî bir gerçektir. XI. Yüzyıldan itibaren de, İslâmiyeti kabul etmeye başlamış kimi Türk boyları, Orta Asya’dan bu bölgelere gelmişlerdir. “Bunlardan Haydar Baba’nın (1020-1114) Şar Dağı’ndaki Kalkandelen’e bağlı Veşala köyünde ve Sarı Saltık’ın Prizren’in Paştrik Dağı tepesinde, Yakova’nın Pirlep köyünde ve İpek’te bugün de ziyaret edilen makamları” (Suroy 2001: 150) nın olması, bu yıllardan itibaren bölgede, İslâmiyeti kabul etmiş Türklerin varlığını kanıtlamaktadır. Osmanlı dönemi söz konusu olduğunda, İslâmî edebiyatın gelişimi bu temeller üzerinde sağlıklı bir şekilde devam etmiştir. Osmanlı döneminde, Üsküp, Prizren4, Kalkandelen ve Manastır’da serbest çalışan tekkelerin bulunmakta olduğu ve günümüze kadar bu geleneğin kimi değişikliklere uğramış olsa da devam ettiği görülmektedir. Dolayısıyla genel olarak Balkan coğrafyasında, özel olarak da Kosova bölgesinde, gelişmiş bir Tekke edebiyatından söz etmek mümkündür.

“Divan edebiyatının yanı sıra, bu topraklarda tasavvuf edebiyatı da gelişmiştir. İslamiyetin bugünkü Yugoslav topraklarının büyük bir kısmında yayılması ve daha sonraları tarikatların kök salmasıyla daha büyük kültür merkezlerinde tekkeler kuruluyor ve bu tekkelerde çoğunlukla Anadolu’dan gelen şeyhler tekke edebiyatının temellerini atmıştır. Bu alanda inceleme yapanların belirttiklerine göre buralarda, tekke edebiyatının daha önemli kişileri arasında Feyzullah, Mehmet Efendi, Süleyman Efendi, Abdürrahim Fedai, Ali Hoca Müderis, Kâzım Baba, Haki ve Fethi Hafız’ın adları yer almaktadır. XX. Yüzyılın başlangıcında ve ilk yarısında tekke ve bunların dışında Prizrenli Hacı Ömer Lütfi, Yahya Kemal Beyatlı’nın öğretmeni olan Üsküplü Rufai tekkesinin şeyhi Şeyh Saadettin, Manastırlı Hyget Bosni (1865-1936), İştipli Hasan Fehmi (1885-1951) gene Üsküb’ün ünlü ulemalarından Fettah Rauf vd. dini konularda şiir yazmış ve tasavvuf edebiyatının başarılı ustaları olarak tanınmışlardır.” (Kaya 1991: 6-7)

Balkanlarda tekkeler, sadece dinî eğitim veren yerler olarak algılanmamalıdır. Dinî bilgi yanında, buralarda insanlar arasındaki iletişimi ve kültürün devamını sağlayarak, bir geleneğin oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. İnsanlara, dinî edebiyat ve tasavvuf müziği kültürünü öğretmişler ve bu kültürün devamını sağlamışlardır.

Divan edebiyatı geleneği, Kosova’da oldukça zengindir. Çünkü, Osmanlı bu topraklara gelmeye başlamasıyla birlikte, hızla askerî ve idarî teşkilatlanma süreci içerisine girmiştir. Bu topraklara kısa bir zamanda yönetici elit kadrolar gelip yerleşerek, Kosova’yı her açıdan imar etmeye başlamışlardır.

“Osmanlı devlet sistemi içinde bütün Ortaçağ devletlerinde olduğu gibi sanat özel bir teşvik sistemi ile destekleniyordu. Osmanlı sarayından başlanarak taşrada şehzade sancakları ve beyler, kendi konumlarına uygun bir sanatçı kadrosunu maiyetlerinde bulunduruyorlardı. Böyle bir kadro, adeta yöneticiliğin şartlarından sayılıyordu. Osmanlı Rumelisi özel konumu nedeniyle çok sayıda akıncı ailesinin de barınma yeriydi. Bu yüzdendir ki akıncı beyleri çevrelerine maiyetlerindeki serdengeçtileri sürekli istim üzerinde tutacak derviş, meşrep şairlere ihtiyaç duyarlar ve onları himaye ederlerdi.” (İsen, İsen ve Kireççi 2001: 15-16)

Hal böyle olunca, tüm Balkan ülkelerinde olduğu gibi, Kosova topraklarında da divan edebiyatı ilk dönemlerden itibaren gelişmeye ve yaratıcı örneklerini vermeye başlamıştır.

1520 yılında, Prizren’de doğmuş olan Âşık Çelebi, Meşairü’ş-Şuara adlı tezkiresinde, Kosova doğumlu olan şairleri şöyle sıralamaktadır: Mestî, Azmî, Levhî, Nuhî, Hatifî, Priştineli Mesihî, Baharî, Mü’min, Neharî, Suzî, Sa’yi, Sücudi ve Şemi. (Suroy 2006: 193). Ayrıca Kosova doğumlu divan şairleri içerisinde yer alan, Acize Baba, Hacı Ömer Lütfi, Mevlana Müderis Ali Efendi, Mehmet Tahir, Mustafa Çelebi, Niyazi, Süleyman Efendi, Tecelli yukarıdaki şair listesine5 eklenebilir. Bu liste divan edebiyatı alanında akademik çalışmalar arttıkça çoğalacak ve kimi şüpheli bilgiler ortadan kalkacaktır. Çünkü tezkirelere girmeyen ya da tezkirelerde yer alan ama eseri henüz bulunamayan, Batılı kaynaklar taranmadığı için (özellikle Sırp ve Arnavut kaynakları) o kaynaklarda adı geçen ya da kütüphanelerinde bulunan şairler, hâlâ tarihin ardında gizemlerini sürdürmektedirler. Görüldüğü gibi Kosova, zengin divan edebiyatı geleneği ile bir kültür merkezi olabilmiştir.

Prizren doğumlu bir şair olan Ömer Lütfi (1870-1928), Osmanlı İmparatorluğu’nun Kosova ve Balkan Yarımadası’ndan çekildiği yıllarda, bölgede yetişen son divan şiiri temsilcileri arasında yer almaktadır. Bir geçiş dönemi sanatçısıdır. Kosova’da Osmanlı İmparatorluğu döneminden Yugoslav Krallığı dönemine geçiş sürecini yaşamış bir şairimizdir. Kendisi, Osmanlı eğitimi ve terbiyesi almıştır. Bu nedenle çağdaş edebiyatın başlangıcında eski ile yeni edebiyat köprüsü kuran bir şahsiyet olarak değerlendirilmelidir.

Ömer Lütfi, ilk mektep ve rüştiyeyi Prizren’de tamamladıktan sonra, babası, kendisini zanaat öğrenmesi için bir terzinin yanına verir. Ancak okumaya meraklı olan Ömer Lütfi, bu mesleği benimsemez, kısa bir zaman sonra da abisi gibi öğrenim görmesi için 1887 yılında İstanbul’a gönderilir. İstanbul’da Fatih Medresesi’ne kaydını yaptırarak burada din bilimleri alanında öğrenim görmeye başlar. İlk şiirlerini, medresede, öğrenci iken yazmaya başlar. 1892 yılında, öğrenimini başarı ile tamamlayarak, tekrar Prizren’e döner. Bu devrede Yakova’ya giderek, Melâmi Tarikatına girerse de uzun zaman burada kalmaz tekrar İstanbul’a döner. İstanbul ve Payitaht, bu yıllarda zor bir dönem yaşamaktadır. Ömer Lütfi Jön Türk Hareketini destekleyen şiirler kaleme almaya başlayınca İstanbul’da artık kalamaz ve Mısır’a gider. Kahire’de bulunan Al-Azhar Üniversitesi’nde dört yıl boyunca dersleri takip eder. Bu dönemde, 1902 yılında Mekke’ye giderek hacı olur ve Lütfi mahlasını alır. 1905 yılında tekrar doğup büyüdüğü topraklara geri döner ve ömrünün sonuna kadar Prizren’de kalır.

Hacı Ömer Lütfi, Prizren’de, İttihat ve Terakki Kulübü’nü kurar. Yedi yıl boyunca bu kulübün başkanlığını yaparsa da zaman içerisinde büyük bir hayal kırıklığına uğrar. 1911 yılında Yemen’de çıkan ayaklanmada Osmanlı İmparatorluğu tarafından görevlendirilerek ayaklanmanın son bulmasına neden olur. 1912 yılında Kosova, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopar. Yugoslavya Krallığı döneminde, sosyalist düşünce ve eşitlik çerçevesinde işçi sınıfının haklarını savunmuştur. Yönetime karşı gelen şiirler kaleme almıştır. Yaşamının son yıllarında Tekkedeki görevine devam etmekle birlikte hiçbir zaman edebiyat ve şiirden6 kopmamıştır. 25 Ekim 1928 tarihinde, Pirzren’de ölmüştür. (Hafız 1992: 7-19) Altmış kadar kitabı bulunan Hacı Ömer Lütfi’nin divan edebiyatı tarzında kaleme aldığı çeşitli şiirleri dışında, Yemen Seyahatnamesi, Hac izlenimleri, dini ve tasavvufi eserleri, çocuk şiirleri, tarihler ve tercümeleri bulunmaktadır.

1.2. YUGOSLAVYA KRALLIĞI DÖNEMİ

8 Ekim 1912 tarihinde, Karadağ Prensliği’nin Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açması, buna karşılık olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun 18 Ekim tarihinde Bulgaristan ve Sırbistan, ardından da Yunanistan’a savaş açmasıyla başlayan I. Balkan Savaşı sonunda, bölgede, Osmanlı hakimiyeti sona erer. Türkler için sıkıntılı bir dönem başlar. Bulgar, Sırp ve Yunan mezalimi ile birlikte bölgede dinmeyen ve sonu gelmeyen savaşlar, kıyımlar ve katliamlar yaşanır. Savaş sonunda7, Osmanlı İmparatorluğu, Makedonya, Batı Trakya, Bulgaristan’ın bazı bölgelerini elden çıkartmak zorunda kalmıştır.

1 Aralık 1918 tarihinde I. Kral Petar’ın başkanlığında SırpHırvat-Sloven Krallığı kurulur. 1929 yılında bu krallık, Yugoslav Krallığı adıyla anılmaya başlar. Kosova, gerek Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı döneminde, gerekse Yugoslavya Krallığı döneminde, Sırbistan sınırları içerisinde bir bölge olarak yer alır. Bu krallıklar zamanında da, Türkler, tam anlamı ile huzur ortamı bulamazlar. 9 Şubat 1934 tarihinde, Balkan Ülkeleri ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan Balkan Paktı, bölgedeki Türklerin haklarında önemli gelişmeler sağlayamaz. Dolayısıyla Yugoslavya Krallığı döneminde Türklerin durumu açık ve net değildir. Durgunluk, belirsizlik ve bekleyiş devam etmektedir.

6 Nisan 1941 sabahı, Nazi Almanya’sı ve müttefiklerinin Belgrad’ı bombalaması, Bulgar askerlerinin de Makedonya’ya girmeleri, yeni, sıkıntılı ve acı bir dönemin daha başlamasına neden olur. Nazi Almanya’sının Kosova’ya silahlı müdahalesi, aynı zamanda, Büyük Bulgar İmparatorluğu hayalleri kuran Bulgarlar ve İtalyanların farklı bölgeleri işgal etmeleri, bölgedeki barış ve istikrarın kurulmasını geciktirmektedir. II. Dünya Savaşı boyunca Kosova, Alman ve İtalyan güçlerinin işgali ve kontrolü altında bir bölgedir.

Bu yıllarda ortaya çıkan ve bölgedeki barışın sağlanması adına herkese eşit haklar vaat eden Yosip Broz Tito’nun yönettiği Halk Kurtuluş Savaşı’na –yukarıda örneklediğimiz baskı ve nedenlerden dolayı- Türkler destek verir. (Engüllü 1997: 59-63) II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi, Tito’nun zafer kazanması, bölgenin yeniden, yapılanması sürecini başlatmıştır.

Osmanlıların Kosova topraklarından çekilmeleri ile başlayan ve iki Dünya Savaşı arasında kalan dönemde, burada yaşayan Türklerin büyük bir kısmı evlerini, bağ ve bahçelerini, tarla ve topraklarını bırakarak kitleler halinde ana ülkeye göç etmişlerdir. Göçün en yoğun yaşandığı yıllar, bu yıllardır. Dolayısıyla bir zamanlar iktidar sahibi ve çoğunluk olan Türk halkı, birdenbire koşulların değişmesi ile azınlık konumuna düşmüştür.

Yukarıda ana başlıklarıyla özetlediğimiz bu zaman dilimi, saydığımız ve konu dışı olması nedeniyle sayamadığımız nedenlerden ötürü, yazılı Türk edebiyatı açısından Kosova’daki yeni Türk edebiyatının en verimsiz dönemi olarak dikkatleri çekmektedir. Çünkü bu dönem içerisinde, Türkçe, ev içi ya da belli gruplar içerisinde kullanılmış, resmî olarak geçerlilik kazanamamış, eğitim, basın yayın hakkı elde edilememiştir.

“Türk egemenliğinin 1912 yılında bu topraklardan kalkmasından sonra da Türkçe eserler verenler vardır. Ama yine sözlü halk edebiyatı ağırlık taşımaktadır. Çünkü Türkçe ders görülen okullar çalışmamaktadır. Türkçe gazete veya başka bir basın yoktur. Türkçe basımı gerçekleştirecek basımevi bile yoktur. Türkiye ile ilişkiler kopmuş durumdadır. Yazılı eserler elyazısı şeklinde kalmaktadır. Bunun en iyi örneği Hacı Ömer Lütfi’nin elyazmalı eserleri belgelemektedir.” (Recepoğlu 1996: 11)

Bu dönem içerisinde, yazılı edebiyat verimleri hemen hiç görülmezken, Türk edebiyatı, sözlü kültür ürünleri ve halk edebiyatı çerçevesi ile tekke edebiyatı dahilinde kültür taşıyıcılığı görevini üstlenmiştir. Özellikle halk tiyatroları ve Karagöz oyunları, Nasrettin Hoca fıkraları başka olmak üzere fıkra türü, masallar, maniler, türküler, halk şiiri, tekke edebiyatı içerisinde sayılabilecek ilahiler bu dönem içerisinde anonim niteliklerini koruyarak devam etmiştir. Çünkü Türk kültürü doğum, ölüm, evlenme törenleri, bayram merasimleri gibi yaşam içerisindeki mevcudiyetini ve devamını sağlarken sözlü edebiyat ve kültür ürünlerini taşıyıcılık görevini sürdürmüşlerdir.

Diğer taraftan tekke edebiyatı, bu dönem içerisinde divan edebiyatının devamını sağlayan, hiç olmazsa onun değerlerini koruyan bir yapıda gelişimine devam etmiştir.

“İki Dünya Savaşı arasında Kosova bölgesinde Türk divan edebiyatı gücünü oldukça kaybetmiştir. Fakat yine de bu dönemde de yetişen sanatçıların çoğu tekke çerçevesinde yetişen dini şairlerdir. Bu şairlerin başlıcaları şunlardır: Feyzullah, Mehmet Efendi, Süleyman Efendi, Abdurrahim Fedai, Ali Hoca Müderriz, Kazım Baba, Ömer Lütfü, Hakkı, Kâmil Toska, Fethi Hafız ve diğerleri. Bugün bunların özgün eserleriyle ancak tekke veya kişisel kütüphanelerde karşılanabilir. Aralarında dini konulardan başka içerinde Marksizm ve Leninizm’e derin yönelen sosyal konulu eserler de bulunmaktadır.” (Hafız 1984: 6)

Bununla birlikte şu bir gerçektir ki, her ne kadar edebiyatta gelenek, sözlü kültür ve tekke edebiyatı ürünleri ile devam ettirilmeye çalışılsa da artık Kosova’da Türk edebiyatı, ana ülke ile bağlarını kopartmak zorunda kalmıştır. Kendisine yeni bir mecra yaratmak durumundadır. Yugoslavya Krallığı döneminde, halk edebiyatı ve tekke edebiyatı ürünleri geleneğin devamını sağlamıştır. Divan edebiyatı son bulmuştur. Bu dönem içerisinde, Türk edebiyatı da artık divan edebiyatı dönemini kapatmış, yeni gelişmeler ışığında bir Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı yaratmaya başlamıştır bile.

1.3. SOSYALİST YUGOSLAVYA DÖNEMİ (1945-1999)

Yugoslavya Halk Kurtuluş Savaşı’ndan (1944) sonra, Kosova’nın da içinde bulunduğu topraklarda yeni bir dönem daha başlamıştır. Nazi Almanya’sının esaretinden kurtulan ve yeni temeller üzerine kurulan Yugoslavya, çok uluslu yapısıyla sosyalist bir yönetim biçimini benimsemiştir. Yeni Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti’nde, Kosova, tekrar Sırbistan’a bağlanır. 1963 yılında da, zaten özerk bölge statüsü taşıyan Kosova, bu kez aynı statüyü devam ettirerek yeni haklar daha kazanır.

Tito Yugoslavya’sı, Sırbistan, Hırvatistan, Makedonya, Slovenya, Bosna Hersek ve Karadağ Cumhuriyetleri ile Sırbistan’a bağlı Kosova ve Voyvodina Özerk bölgelerinden oluşan Federal bir cumhuriyettir. İç işlerinde özerk olan bu sekiz ayrı ülkede Sırp, Hırvat, Makedon, Sloven, Arnavut, Boşnak, Karadağlı, Türk, Macar … gibi çeşitli uluslara mensup insanlar yaşamaktadır.

Tito yönetimindeki Yugoslavya, kendisi hayatta iken, ülkedeki tüm halk ve ulusları bir birlik içerisinde yönetmiştir. Sağlığında, Yugoslavya içerisindeki pek çok farklı milleti idare etmek için her birine geniş haklar veren Tito, özellikle 1974 yılında düzenlediği Anayasa’da, Kosovalı Arnavutlar olmak üzere diğer milletlere geniş haklar tanımıştır. Onun iktidarından sonraki yıllarda bu kez yönetimi devralan Slobodan Miloşeviç, ülkeyi otonom bölge olmaktan çıkartıp bir merkeze bağlamıştır. Hal böyle olunca ülke için için kaynamaya başlamıştır. 1986 yılından itibaren bölgede, huzursuzluklar yaşanmaya başlamıştır. Tüm bunlara ilave olarak, ülke içerisindeki sosyo-ekonomik durum, ülkenin etnik yapısı, ülkeler arası stratejik değerler, 1990 yılında SSCB’nin ve Doğu bloğunun parçalanması gibi burada sayamadığımız birçok komplike nedenin birleşmesi sonucu çıkan savaşlar ile, 1986-1992 yılları arasında Sosyalist Yugoslavya devleti, dağılma sürecine girmiştir.

1991 yılında Hırvatlar, ülke içerisinde bir referendum yaparak Yugoslavya’dan ayrıldığını ilan etmiştir. Bunun üzerine Sırbistan güdümündeki Yugoslav ordusu, Hırvatistan’a saldırmıştır. Ancak Bosna Savaşı patlamak üzere olduğundan 1992 yılının başında Yugoslavya barış anlaşmasını imzalamak zorunda kalır. Böylece Hırvatistan, 22 Mayıs 1992 tarihinde, Birleşmiş Milletler’e üye olmuştur.

Slavların yoğun olarak yaşadığı Slovenya Sosyalist Cumhuriyeti, 1991 yılında, Yugoslavya’ya karşı bağımsızlığını ilân etmiş, 1 Mayıs 2004 tarihinde de, Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilmiştir. Aynı yıl merkezi Üsküp olmak üzere Makedonya da bağımsızlığını kazanır. Ancak Birleşmiş Milletler, Makedonya Cumhuriyeti’ni, 1993 yılında, Eski Yugoslavya Makedon Cumhuriyeti adıyla tanımıştır. O döneme kadar Türkler açısından, Üsküp-Priştine- Prizren üçgeninde oluşturulan bir kültür merkezi böylece dağılmış olur. Kosova, bu süreç içerisinde, Sırbistan’a bağlanır.

Şubat 1992 yılında bağımsızlığını ilan eden Bosna Hersek, 22 Mayıs 1992 tarihinde birleşmiş Milletler’e üye olur. Ancak, Sırbistan, Miloşeviç başkanlığında, bölgeyi Boşnak ve Hırvatlardan temizlemek için 1992 yılının baharında ülkeye savaş açar. 1995 yılı sonlarına dek devam eden savaşta, II. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük kıyımlar ve etnik temizleme operasyonları yapılmıştır.

Karadağ, eski Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, Sırbistan’ın zorlaması sonucu yeni Yugoslavya’ya katılmış, 2003 yılında da Sırbistan Karadağ adıyla esnek bir federasyon kurulmuştur. 21 Mayıs 2006 tarihinde ülkede yapılan referandum sonucu ülke, 3 Haziran 2006 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir.

Yukarıda sıraladığımız üzere Sosyalist Yugoslavya kendisine bağlı eyalet ve Cumhuriyetleri oluşturan Hırvatistan, Bosna Hersek, Slovenya ve Makedonya, 1992 yılında, bağımsızlığını ilan ederek yeni cumhuriyet rejimlerini kurarlar. Ancak bu gelişmeler olurken, Kosova, Sırp baskısı ve askeri müdahaleleri sonucu bağımsızlığını ilan edememiştir. Sırbistan, kendi toprakları içerisinde yer alan merkez bölge Kosova’yı vermek istememiştir. Bu nedenle Sırp Ordusu, 1995 yılında Kosova’ya saldırır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Birleşmiş Milletler ana sözleşmesinin 41. maddesinin ihlal edildiğini, uluslararası barışın tehdit altında olduğunu ileri sürerek 1999 yılında, Kosova’ya müdahale eder ve yönetimi devralır. 2008 tarihine kadar bu yönetim biçimi, ülkede uygulanır. Sonunda Kosova da, 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilan eder.

Sosyalist Yugoslavya, II. Dünya Savaşı sonrasında ülkesinde bulunan azınlıklara geniş haklar tanımış, yeni bir yönetim biçimi uygulamaya koymuştur. Tito, ülkede yaşayan bütün ulus ve halklara olduğu gibi Türklere de kendi dil ve kültürlerini yaşatma özgürlüğü vermiştir. Azınlıklar arasında Türkler açısından durum irdelendiği zaman, Türklerin yoğun bir nüfus ile yaşadığı ülkelerden birisi olan Makedonya’da, 1944 yılında Türkçe öğretim yapan okullar açılmış, Türk halka kendi ana dillerinde (Türkçe) eğitim hakkı tanınmıştır. Okulların açılmasının ardından, 1946 yılında, Türkçe ders kitapları yazılmıştır. Bu yıllarda, Latin Alfabesi ile yazılmış Türkçe ders kitapları basılmaya başlanmış, gazeteler (1944 yılında Birlik gazetesi), dergiler (1949 yılında Pionir Çocuk Dergisi, 1950 yılında Tomurcuk ve Sevinç Çocuk Dergileri, 1965 yılında Sesler Aylık Toplum ve Sanat Dergisi) çıkmış, dernekler ve tiyatrolar faaliyete geçmiştir. 1945 yılında radyo, Türkçe yayınlarına başlamıştır.

23 Aralık 1944 tarihinde Üsküp’te ilk Türkçe gazete olan Birlik çıkmaya başlamıştır. Şükrü Ramo (1918-), Enver Tuzcu (1916-1958), Necati Zekeriya (1928-1988), Fahri Kaya (1930) ve İlhami Emin (1931) bu gazetenin ve aynı zamanda Makedonya sınırları içerisindeki Yugoslavya Türk edebiyatının ilk temsilcileri olmuşlardır.

Bu süreç, Kosova’da daha geç bir tarihte başlamıştır. Bunun altında pek çok neden olduğu gibi siyasal nedenler de bulunmaktadır:

“Yugoslavya Fedaratif Halk Cumhuriyeti’nin, savaş sonrasının ilk yıllarında bölgedeki ülkelerle geliştirmeye çalıştığı ilişkiler, Kosovalı Türklere karşı takınılan bu tavrın altında yatan nedenlerin tahminini kolaylaştırmaktadır. O yıllarda Yugoslavya ile Türkiye arasındaki ilişkilere bakıldığında, ilişkilerin son derece kötü olduğu görülmektedir. Bunun temel nedeni rejim farkı, özellikle Türkiye’nin karşıt bir blokta yer almasıdır. Türkiye ile ilişkilerin tam aksine, Yosip Broz Tito, Yugoslavya’yı büyük ve uzun sürecek ihtilaflara düşürecek olan Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Bloğu ülkeleriyle, özellikle de komşuları Arnavutluk ve Bulgaristan’la hem siyasî hem iktisadî ilişkilerin süratle geliştirilmesine, sıkı bir işbirliğinin kurulmasına giden yolda, büyük adımlarla ilerleme sağlanmasına gayret gösteriyordu. (…) 1948 yılında patlak veren Tito-Stalin çatışması, Yugoslavya ile Sovyetler Birliği arasında ipleri kopma noktasına getirince, Bulgaristan gibi Arnavutluk da Yugoslavya aleyhine tavır içine girmekte gecikmediler. İşler buraya varınca, artık Türklerin Arnavut olduklarını iddia etmenin hiç gereği kalmamıştı. Hatta aksine, Kosova’da Türklerin de yaşadığının dünyaya ilân edilmesi bile gündeme gelmişti. Böylelikle 1951 yılında Kosova’da (Batı Makedonya’da da) Türklere Türk olma hakkı tanındı; gecikmeli de olsa bu hakkın bazı gereklerinin yerine getirilmesine başlandı.” (Engüllü 1997: 297-298)

Kosova’da yaşayan Türkler, ülke içerisinde, diğer halk ve uluslara nazaran daha geç ve güç kimi hakları elde etmişlerse de, geçmişlerinden gelen birikim, gelenek ve kültürel altyapı onların bu açığı kısa zamanda kapatmalarına neden olmuştur.

Böylece Kosova’da çağdaş Türk edebiyatının yeniden canlanması, yazılı edebiyatın başlaması için 1951 yılı önemli bir başlangıç noktasını oluşturmaktadır. 20 Mart 1951 tarihinde, Kosova özerk bölgesindea köy ve kentlerde8 Türkçe eğitim veren okullar açılmaya başlamıştır. Türkçe okullarda okuyan bu öğrenciler arasında yetenekli olanlar Kosova’da çağdaş Türk edebiyatının temsilcileri olmuştur. Priştine radyosu, 25 Haziran 1951 günü, Türkçe yayınlarına başlamış, Türk dernekleri (ilk açılan Türk derneği Doğru Yol Kültür Sanat Derneği olmuştur, 17 Haziran 1951) açılmıştır. Bu zincirin önemli halkalarından birisi de, 1969 yılında, Türkçe yayınlanan Tan gazetesi olmuştur.

На страницу:
2 из 5