Amanhor - читать онлайн бесплатно, автор Kızlarlı İbrahimov, ЛитПортал
bannerbanner
Amanhor
Добавить В библиотеку
Оценить:

Рейтинг: 3

Поделиться
Купить и скачать

Amanhor

Год написания книги: 2023
Тэги:
На страницу:
2 из 3
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля

– Tatarhanın vilayetinde babamın kardeşleri adamları var, oraya mı gidiyorum , diyor Şamsukumar.

– Ben, kızım, şu Hanın vilayetinde nice defalar bulundum, kentlerini gezip amelelerini, hizmetçilerini gördüm. Tatarhan da pek zalim Han, çocuklarınla oraya gidip perişan olup kalmayasın. Kadın başınla öte-beri göçüp, konup yaşarmısın. Sen tez Kalmuk’a atlı gönder, Tarhan Mirzayı çağırsın. Düşünüp bakıp, bir harekette bulunalım.

Tarhan Mirza üç günde Hacitarhana yetişip geliyor. Mahammat efendi ve Tarhan Mirza birlikte düşünüp Şamsukumarın Tatarhanın vilayetine göçmesini değerlendiriyorlar. Hacitarhan Hanı Kalmukun Hanı Ayukla ve Targunu Hanının arasında dostluk var. Elinin kiriniyıkar gibi, Han Hanın tarafını tutacak. Şayet Şamsukumarın Kalmuk, ya da Dağıstan vilayetine çağrılır ise Hacitarhanın Hanı ondan ne edip edip intikam alacaktır. Bu nedenle Şamsukumarın, bir birine düşmanlık yurüten Hacitarhan hanlığından Tatarhan vilayatine göçülmesini uygun görmüş.

Tarhan Mirza tez Müşteriler bulup, Şamsukumara kocasından ve babasından kalan mülkleri, Han bilmesin diye, gizliden satıp, onu altına gümüşe çevirip vermiş. Sonraki gün bir gemi de tutup Şamsukumarı çocukları ile denizin beri yakasına çıkarıyor. Tatarhanın Toytöbe(Toytepe) denen kentinde ev de alıp,onları rahat ettirip, kendisi de dönüp gitmiş.

* * *

Şamsukumar Tatarhanın vilayetine gittikten sonra, babasının kardeşlerinden hiç birini bulamıyor. O Toytöbe kentde kalarak buradaki insanlarla kaynaşarak, onlar ile yakınlıklar kurmuş.

Amanhor bu kentteki gençlerin arasına çabucak girerek,onları her türlü işlerinde: oyunlarında, yarışlarında, meclislerinde olmasa olmayan biri şimdi gelmiş. Amanhorun av avlamaya, şarkı, türkü, masal ve karşılıklı konuşmaya ustalığı arkadaşlarını şaşkına çeviriyordu. Gide gele kent içindeki hiç bir toplantı Amanhorsuz olmaz hale gelmiş. Amanhordaki anlayış, hüner, bilim çoğu arkadaşları arasında homurdanmalara neden oluyor ancak Amanhor üstünlük, kibirin ne olduğunu bilmeden, her şeyde eşitliği seçiyor.Bu nedenle arkadaşları huzuru, dostluğu, doğruluğu Amanhorun hayranlık uyandıran hallerinden olarak görüyorlar.

Kentdeki ileri gelenlerAmanhora kendilerinden biri gibi hürmet ediyorlar, cematin arasındaki meselelerde onun fikrine de danışıyorlar. Her türlü ilimden, her türlü halklardan, vilayetlerden haber almak istediklerinde Amanhoronlar için bir hazine gibiydi. Böyle durumlarda Amanhora dedesinin kitaplığında sakladıkları, Mahammat Efendi nin kitapları ona çok yardımcı oluyor.O kitapları Toytöbe kentinin ileri gelenleri çok beğenmişler. Hatta onlardan birileri Mahammat Efendi nin kitaplarınıkendi el yazısı ile kopyasını alıp, kıymet verip saklıyorlar.

Aradan zamanlar geçti. Birde Amanhorun seyrine daldığı dalgalar onun yaşamını değişmek için içine çekti.

* * *

Hansarayın yazı işleri sorumlusu Vahap bey, Han’ın İdaresinde vergi işini yürütmek için bilgili, anlayışlı bir adamın en kısa zamanda bulunması için görevlendirilmiş. O Amanhorun hakında duyduklarını Hana söyleyip, Amanhor için yazılan davet yazısını çabucak Toytöbe’ye göndermiş.

Amanhoru önceVahapbey karşılamış, görüşmüş ve onu Hanın makamına alıp götürmüş. Amanhoru, yerlere kadar eğilmeden, ayakta durur vaziyette olsa da Han selamını almış ve kendisince kurcalayıcı sorular sormuş:

– Okumadan, yazmadan, hesaptan anlıyormuşsun, ne okumuşsun?

Amanhor, Tatarhanın Rusları görmeyi sevmediğini ve “Rus” denen sözü işittiğinde, sinirlenip, öfkelendiğini birilerinin söylediğini duymuş. Şimdi o Handan öç alacak gibi, Rusu sözünün başına getirip şöyle diyor:

– Rusça biliyurum, rusça ve Müslümanca okudum, hesaptan da anlıyorum.

Amanhorun sözleri Hanın iliklerine kadar iğne olup batsada Han bu sefer öfkesini bastırıp, pek istekli biri gibi görünmeye çalışıyor. Şöyle cevap veriyor:

– Benim idareme okuma yazma bilen adam lazım. Benim kentlerimden Absiyah denen bir kentim var, Buradan altmış-yetmiş kilometre uzakta, Terek suyun yakasında, İnsanların hepsi de çiftçilikle uğraşıyor. Benim sarayıma verginin hepsinin geldiği yer Absiyahkent, yılda bir defa, sonbahar aylarında gidip, oradan vergi toplayıp göndermek gerekiyor. Böyle bir işi anlayan adam gerekli oldu, kimi olsa da göndermek olmuyor. Absiyahkentin halkı ile anlaşmak zor, kendimiz kendimize başız deyip durmayı seviyorlar. Biriken bu gâvur kazaklar ile de… Sen hansarayın vergi memuru olursan, ben ve benim vezirlerimin söylediği söz, buyruk hiç bir zaman arkaya bırakmaya gelmez.

Absiyahda vergi topladıktan sonra, iş-hizmet bitmiyor, benim başka kentlerim de var, onlara da gitmen gerekiyor.

– Eğer sen benim sarayımda üç yıl hizmette bulunursan, benim hizmetlerimi usanmadan, erinmeden yaparsan, idarenin hizmet edenlerine hiyanet etmezsen, dört yıl sonra ben de senin dereceni tarhanlığa çıkarırım, kendin istediğin şekilde, öz keyfince yaşarsın.

– Hanım, ben gencim, becerebilir miyim ki? İmkân olsa, okumayı seviyorum.

Han kendi sözüne cevap verilmesini sevmiyor, onun bütün kızgınlığı dışına vurmuş, kızgınlığından ayağını yere vurup:

– Aha. Küçüksün? Beceremiyorsun? Hacıtarhanın Hanını aldatıp kaçmayı beceriyorsunuz. Benim verdiğim görevleri beceremiyorsun? Beceremiyorsan sana üç gün müsaade, üç günün içinde benim Hanlığımdan çıkıp defolup git! Sen benim adamım değilsin! Eger gitmesen, zindana attırırım, ömür boyu orada çürüyüp yatarsın!

Amanhorhanının bir-bir sözlerini çok şaşkınlıkla karşılasa da, onun sözünün çevrilmesinin durumu güçleştireceğini anlayıp:

– Hanım, hastalığını alayım, söylediğine varım, buyruğuna hazırım, demiş.

– Git evine, gerektiğinde çağırırım!

Vahapbey kapıcıya Amanhorun hansaraydan çıkmasına izin verip, Amanhorun Hanın önüne kapanmadan kendisini tutmasını düşünerek, dönüp evine giriyor. Han-sarayın yaşantısınıVahap Beyden fazla kim bilebilir.

Amanhor annesine ve kız kardeşine kendisinin han sarayına neden çağırıldığını söylüyor.

– Ana-canım, Hanınbaskısına razı olmuyordum. Sizi düşündüm. Absiyah denen bir kente vergi memuru yapıp tayin etti.

– Ben Tatarhanın zalim, kötü adam olduğunu Hacıtarhanda kalır iken duymuştum. Biz buraya çok sevip gelmedik ki, çaresizlikten geldik, demiş.

– Biliyordun da, ana-canım, ne yaptın da bizi de alıp buraya getirdin? Doğduğumuz yerimizde kalsa idik, kim koymuyordu? Ben de orada okurdum.Okulum yarım kaldı. Bizi “git” diye kovup kovalayan kimse de olmamıştır?!

Oğlunun soruları karşısında Şamsukumar, bütün gerçekleri anlatmaya başladı:

– Biz kovalandık, yavrum, kovalanmasaydık ben ata yurdumdan çıkarmıydım? Orada da böyle zalim bir Han var idi.

Şumsuhumar vergi ile ilgili başından geçenleri anlattı. Eğer vergiyi vermezse, kendisinin karısı olmasını isteyen Hacitarhan hanın haberlerinin tamamını da Amanhora anlattı.

– Anacanım, diye anasının sözünü bitirmeye bırakmadan, Amanhor, – Senin sözlerinbanaçokşeyi açık hale getirdi, çokşeylere gözlerimi açtı.Tatarhanı “aldatıp kaçmışsınız” diye neden söylediğini anladım, dedi. Şimdi bütün Hanlar bir gibi O da O’nungözünün önünde zalimlerdenolup dikildi.

Anasının sözleri Amanhoru çok öfkelendirmiş ve heyecanlandırmıştı. Ne yapacağın bilmiyerek, oturduğu yerinden atlayıp eri-beri yürümeye başlamıştı ki tamda asılı dutarına15 gözü ilişti. Kapıp onu eline aldıve şu rubaileri16 dertli bir makamla çalmaya başladı:

Dağlardan şar-şar akan su gerekBu hanların kirin, pasın yıkamaya,Fakir halkın yanın tutup çalışacakOğlanlar gerek, analardan doğmaya.Yıkanmasa olmaz, kirlidir bu Hanlar,Demir gibi yürekleri paslananlar,Analardan tez, tez de doğsun oğlanlar,Onlar kursun bu hanlara planlar.* * *

İlkbahar, Mart ayınınıson günleri. Görevli gelip, Amanhoru Hansaraya çağırıp gitmiş. Amanhor “vergi toplamaya gönderir ” diye söylenmiş, sonra da “ilkbaharda vergi mi olur” diye düşünmüş, düşünse de bu fikri gerçek olup çıkmış.

O Hansaray’ın önüne yetişip bakıyor: koşulup hazırlanmış beş araba, her atlı arabada beş-altı kadınlı erkekli amale (Kul, Karavaş) var. Onlar kimi ise de birini bekliyorlar.

Arabacı Amanhor’u kapıdan bindirip, Vahapbeyin yanına yer göstermek için elini uzatıyor. Vahap bey aynı anda işe girişip, Hanın hükmünü söylemeye başlıyor: “İdare kitabının şu fermanı17 ile hüküm veriyorum.Vilayet Hanı Tatarhan: Geçikmeden, tez yılkıdan atlar da getirip, beş araba hazır edilmesini, her araba sürücüsü ile altışar kişi kul karavaş da bindirip,Vergi memuruAmanhoru, Said Mahammat’ın oğlu, onlara baş edip, on beş gün vade ile yazıya gönderilsin. Ekilen ve ekilecek yiyeceklere ziyan veren canlardan sıçanları, gelincikleri, fareleri helak etsinler. Ağaçlardaki kuş yuvalarını bozsunlar, kuş yumurtalarını bir yana atsınlar. Amele, Said Mahammat’ınoğlu Aman-horun fermanından çıkmadan, on beş gün gece-gündüz demeden çalışacaklar. Bir araba ile onlara yemeye arpa unu ve tuzlanmış balık da verilsin. Amanhor’u çağırıp sarayın kadısına gönderilsin.

Vilayet Hanı– Tatarhan.

Vahapbey fermanı okuyup düşündükten sora, Amanhorile saray kadısının yanına gidiyor.

Amanhor kadının talebine göre abdest alıp bittikten sonra, Amanhor önündeki küçük ve alçak sandalyeye Kur’an-ı açıp koyuyor. Onun üstüne de elini koyup andını yapmaya başlıyor. “Ben, Amanhor. Said Mahammat’ın oğlu. Ant ederim. Tatarhan’ın sarayında, saray kadısının önünde, sağelimi Kuran’ın üstüne de koyup, Hüda Tealanın birliği ve Muhammed Peygambarin Hak’lığı ile hanım Tatarhan’ın adamlarına adillik ile hanın kurumuna hain olmadan, onu vezir – nazirlerinin söylediğinden geri kalmadan, Hanın buyruğunu yerine getirinceye kadar Hansaray’da çalışacağıma, Han’a hain adamlarını bilsem Hansarayına bildireceğime vallah, billah, tallah deyip, şu Kur’anı elime alıp öpüyorum”.

Kadı ant edip bittikten sonra, Amanhor’a Tatarhan’ın ayıplanan adama böyle yaptırımları var diye korku veriyor:

“Ant’ını bozan adamı köpeklere dalatıp, vücudunu yaralamak, sırtına örme iplerle vurmak, Sibirya’ya göndermek, gözlerini iğne ile oymak, zindana atmak, darağaçlara asıp öldürmek”. Han’ın adına kadının verdiği korkulardan Amanhor’un şimdi hali mecali kalmamış. Evine dönüp, annesine bütün ahvali anlatıp bittikten sonra, gitmeye hazırlanıp ve arabaların birisine de binip kul-karavaşlarla birlikte yabana tarlaya yola çıkıyor.

Amanhor yabanı tarlayı dolaşıyor. Tatarhan’ın vilayetindeki halkın çok acınası yaşantısını görüyor: Yeri kazıp yapılan damlar var, Han’ın kadınlı erkekli çalışanları gündüz tarlalarda çalışıp, geceler toprak zeminli damlarda yatıyorlar. Yastık, döşek, yorgan yok, yalan ayak, üstlerinde yıldız gibi yamalı yorgan. Onlar yer belliyorlar, su kanalları kazıyorlar, birileri beline kadar suyun içinde çeltik suluyorlar. Amanhor ahvali daha da iyi öğreniyor, Tatarhan’ın ne kadar zalim olduğunu.

Amanhorile giden adamlardanbirisi tarlada hastalanıp ölüyor. Han’ın verdiği azık bitip, tarlalarda yemeye bir şey de kalmıyor, içtikleri sızıntı kuyu suları, yedikleri tuzlu balık. Amanhor çalışanları usandırmamak için Amanhor söylediği şarkılarında, hikâyelerinde ve konuşmalarında Tatarhan’ın böyle bozuk han düzenine karşı söylemekten muradı, çalışanların akıllarını başına getirmek, çalışanları ve diğerçiftçilerin zalim Hanların düzenine karşı ayağa kaldırmak olmuş.

Amanhor şahin kuşu ile karga hikâyesini şöyle anlatıyor.

“Benim babamın Tarhan Mirza denilen Kalmuk’lu bir misafiri var idi. Benim çocukluk zamanımda onun haberlerini dinlemekten pek hoşlanıyordum. O her zaman bana çokça masallar anlatıyordu. Onu masallarından şahin kuşukarga kuşu hakkındaki masalı benim aklımda kalmış. Tarhan Mirza böyle söylüyordu: bir tarlada, nehir tarafında karga ile şahin bir-birleri ile karşılaşıyorlar. Şahin kargaya soruyor18: “Ay, karga kardeş, sebep nedir, siz kargalar dünyada üç yüz yıl ömür sürüyorsunuz, biz şahinlerin ömrü otuz yıldan fazla olmuyor?” – demiş.

Karga şöyle cevap vermiş: “Biz, kargalar, ölen canlının etini yiyip, kanını içiyoruz, bu sebeple üç yüz yıl yaşıyoruz, siz şahinler, kuşların sağ iken tutup, sağ iken etini yiyip kanın içiyorsunuz, bu nedenli sizin ömürünüz kısa oluyor”, demiş. Şahin: “Öyle ise ben de bugünden sonra ölen canlının etini yerim, sizin gibi, ben de üç yüz yıl yaşamayı seviyorum”, demiş.

İki de kuş kanat açıp uçmuşlar. Tarlada ölüp yatan bir at varmış. Karğalar toplanıp etini yiyorlar. Şahin de kenarından ısırıp bir parçasını ağzına alıyor. Et kokusundan, tiksinerek şahin nasıl da olsa o parçayı yutuyor. Birdaha ısırıp bir parça daha yutuyor. Bir daha yutmak istiyor, kokuya dayanamıyor, tiksinip, ağzındakı eti atıp, kargaya:

“Arkadaş, kokmuş eti yiyip üç yüz yıl yaşıyorıncaya kadar, taze-taze et yiyip, sıcak- sıcak kan da içip otuz yıl ömür sürmek kolay, tövbeler olsun, daha kokmuş ete değmeye”, deyip uçup gidiyor.

Amanhor söylüyor “Biz, kul-karavaşlar, altmış-yetmiş yıl bu zorlukla birilerine çalışıp yaşayıncaya kadar, otuz yıl kendi başımıza, kendi irdemizle kendimiz için yaşasak iyi değil mi?”

Oradakilerden birileri soruyorlar: “Biz bu geniş dünyayı görebilecekmiyiz, kendimiz çalışıp kendimiz bulduğumuzu kendimiz yiyip yaşadığımız günleri biz de görür-müyüz?”

Çiftçileri, kul-karavaşlar bu niyetleri, hayalleri Aman-horu birden-bir heycanlandırıyor. Onun yüreğinde yeni çırpıntılar oluşturuyor. O dutarı çerterek19, teller titreyip, dört de yanı inletiyor. Amanhor yır ile şöyle cavap veriyor:

Uyan, kardeşim, uyan, sırdaşım,Uyuma bak, çaresine, öz başının!Miskin olup böyle durmak olmaz,Göster halka, yüreğinin yarasın!Yüreklerde ok dağlamış yara var,O yarayı sağ etmeye çare var.Al koluna tüfeğini-okunu,Hansaraya gazaplanıp koşa var.

Uykumuzdan uyanıp, yürek sırlarımızı bir-birimize açalım, sözü bir yere koyup, fikirlerimizi biriktirelim. Zalim Hanların üstüne korkmadan, çekinmeden baskın etsek, özgürlüğü, rahat yaşamayı ala biliriz.

Biz insanlarız, Tatarhan bizim önümüzde kurt-canvar, adam olana canvardan korkmak olmaz. Hüdamız insanlara güç de vermiş, hüner de vermiş. İnsanlar öz hüneri, öz güçü ile Tatarhan gibi kurdu ezsin diye, insanlar gayretsizliği atıp, kendilerini namuslu olmaya bağlamaları gerek. Ayağımız-elimiz sağ, vücudumuz sağlam. Tatarhan yanlız bir, biz se çoğuz,halkız, ayıptır bize Tatarhan gibi kurda kendimizi yedirir isek.

İşte böyle duyarsızlığa adanmış bir adamın yaşamından örnek vereyim size.

Bir şehirde, bir yerde eli-ayağı sağ, vücudu sağlam, eringeç, iş sevmeyen Şahap denen biri vermış. Yirmi beş yaşına yetişince sokaklarda, başka yerlerde gezip, dilençilik yaparmış. Günlerden bir gün Şahap evinde oturup, börkünü de önünealıp düşünmüş: “Hangi bir gün oluncayakadar bu dilençilik ile yaşıyacağım. Elim kolum sağ, vücudum sağlam, başımda aklım, kimden kötü erkeğim. Ayıptır benim gibi erkeğe diyar diyar gezip, sadaka toplayıp yaşamaya, ben kendime bir başka meslek bulayım”. O düşünüp hırsızlığı seçmiş.

Şehirin içinde Şahabın tanımadığı avlu da yok, ev de yok. Dilenci Şahabı herkes tanıyor; avludaki köpekler bile tanıdığından, Şahaba havlamıyorlarmış. Gece Şahap çalıp, av avlamaya çıkıyor.

Birilerinin ahırına girip, koyunların arasından pek semizini tutup, kendi evine sürükleyerek götürüyor. Getirip avlusuna da, çardağının altına bağlıyor. Birdaha çıkıp gidip, bir kadının tavuk kümesinden iki tavuğuve bir horozu alıp getiriyor. Evine gelip, bir tavuğu da kesip, kalan horoz ile tavuğu ahıra salıp kapatıp bırakıyor.

Kesilen tavuğu kazana koyup pişiriyor. Tavuk piştikten sonra düşünüyor: “Tavuk et ile iki şişe şarap olsa kötü de olmazdı”.

Şehirin içinde Atay denen bağcı varmış. Onun zulasında fıçılar içinde saklanan şarap hiç eksik olmazmış. Şahap Ataylara gidiyor. Zuladan bir fıçıyı avluya çıkarıyor. Fıçı kaldırmak için oldukça ağır; kaldırılamıyor, sokak ortasında yuvarlayarak evine yetiştiriyor.

Fıçıyı açıp, testiyi doldurup şarap da alıp, sofra bezide serip, gündüz dilenip topladığı ekmek parçalarını vepişmiş tavuk ile fincana da doldurup içilen şarap Şahap’ın çok-hoşuna gidiyor.

Şahap’ın gözleri süzülüyor, kendi yaptığı işten kendisi de keyif alıp, mutlu olmuş ve kendi kendine söyleniyor: “Yaşasın Şahap, Eli kolu sağ, vücudu sağlam, başımda aklı, dilencilik neye lazım. İşte bir gecenin içinde avlumda koyunum, ahırımda tavuk-horozum, evimde de bir fıçı şarap var. Ard ardına üç dört gece bu işi yürütsem avlumda koy… koyunlarım, ah-ahırı… da evimde fıçı tavuklarım. Ondan sonra yer gezip, elden elegezip, asil soylulardan bakıp, iyi atadan, anadan doğmuş, helal, civciv gibi bir kız da alıp, komşu-akrabalarımı da çağırıp, toy düğün etip, köyün imamına nikah da kıydırsam, keyif bende, lezzet bende, yatarım evimin baş köşesine uzanıp… cana daha ne gerek?!

Can cana olup, dizimi basıp oturup, bir-biribizden sevinip, Allah nasip ederse yaşarız. Aradan bir yıl geçip ap-ak süt gibi bir oğlumuz da olur, “gaj-guj” diye beşik-sallarım, ağladığında, benim kolum yorulduğunda anası sallar”, diye söylene söylene Şahap sarhoş olup uyuya kalıyor.

Tavuğun rüyası darı denildiği gibi, Şahap da düş görüyor: evinin baş köşesinde beşik, beşiğn içide çocuk, gelin de beşiği sallıyor: Şahap uyuya kalıyor. Sabah oluyor, uyanamıyor.

Koyunun sahibikalkıp baksa koyunlarından biri yok. Aramaya koyuluyor, komşularına varıp soruyor. İki tavuğu ile horozu kaybolan bir asabi kadınla karşılaşıyor. Atay da fıçının hızıyla yola düşüp, koyun sahibine de, tavukları çalınana dasoruyor:

– Bu gece benim bir fıçı şarabımı yuvarlaya yuvarlaya götürmüşler, kızdığımdan yerimde duramıyorum. Yürüyün benimle, çalınan şeylerin hepsinin de bir yerden çıkması gerek, deyiponları da alıp gidiyor. Hızla doğru Şahapın avlusuna götürüyor. Avluya giriyorlar. Koyununsahibi çardağın altında bağlanmış koyununu görüyor, ahırın içinden “ü’ürü üüü ” diyen horozun sesi işitiliyor. Kadın girip baksa ki iki tavuğunun biri yok.

– Aman burnundan gelesice, Şahap, bir tavuğumu yemişsin, diye kargışlar yapıyor tavuğun sahibi. Eve de girip bakıyorlar: fıçı ile şarap, Şahap uyuyor. Atay Şahabın beline doğru tepiyor. Şahap sarhoş-marhoş vaziyette uyanıp bir gözünü açıyor. Üzerin de üç de malın sahipleri dikilip duruyorlar. Şahap ne yapacağını bilmiyor, yüz üstü düşünceli vaziyette uzanıp yatıyor.

Ona yanaşmaya, ona söylemeye Atay bir yolunu bir sözünü bulamayınca, tez varıp kapının sürgüsünü alıp, Şahabın sırtının ortasına vurmuş. Şahap tez bir hamle ile ayağa kalkıp, cezadan kurtulmak için sıyırılıp evden çıkıp kaçmış. O çok uzaklaşamadan, çalınan malın sahibi onu kapıp tutuyor ve avluya sürüyerek getiriyor. Birazdan yüzü gözü dekaralanıp, Şahap halsiz bir halde olarakavluda bir köşeye atılıyor. Çalınan malların sahipleri Şahabı ayakta duramaz hale koyup, her kes kendi mallarını da alıp, çıkıp gidiyorlar.

Avluda, yıkılıp kaldığı yerinde Şahap, gece içtiğinden güç alıp, kendi kendine sayıklıyor: “Hırsızlık da iş değilmiş. Gece sevindirip, gündüz dövündürüyor. Bu işten umut kesmek daha iyi. Sonra da Şahap güçlükle ayaklarının üstüne doğruluyor, evine giriyor, ham-hum etmeye hiçbir şey de bulamıyor. Kazanda geceki tavukdan eser de da kalmamış.

Şahap aç kursağıyla uzak yol yürüyecek biri değil.

Baş ağrısı biraz hafifledikten sonra, omuzuna heybesini de atıp, köpeklerden korunmak için değneğini de eline alıp sokaklara, yollara koyulmuş.

Şahabın yaptığı hırsızlıkları şehirdeki bütüninsanlar işitmiş, hangi kapıya gittiyse de eli boş dönmüş. Şehrin sakinleri hırsız Şahap’ı kovup avlularından çıkarmaya başlamışlar.

Şahap akşam heybesinde üç parça ekmekle evine dönmüş. “Şehrin içinde yürümeye yüzüm kalmadı. Benim gibi eli kolu sağlam, düşüncesi düzgün adama bu iş yakışmıyormuş, ben onu bildim”diye düşünerek ve kendifikrini ileriye götürüp: “Bizim ata babalarımızdan kalan sözler doğruymuş. Büyüklerin söylediklerini ben de duydum: şu karşıdaki dağın tam başında Murat Dede denen bir ihtiyar büyük varmış. Her kim yüreğindeki muradı ile şu Dede’nin yanına gitse, Murat Dede gelen adamın muradını yerine getirip gönderiyormuş. Bu gece ben bi rahatlayayım, sabah olunca kalkıp şu dağa tırmanırım diyor.

Şahap, sabah erkenden kalkmış. Murad Dedeye yetmek için büyük dağa yola koyuluymuş. Hayli menzil gittikten sonra, bunun başına bir acayip hayaller musallat olmuş: “Yaa, ben Murad Dedenin yanına gidiyorum. Ondan ne isteyim ki?” Onun aklı burada karışıyor ve peşi sıra geliyor: “Avlumun yarısı dolu semiz koyunlar, yarısında sığır, evime de helal süt emmiş kız, beşiği, beşiğinde “inga- inga” deyip ağlayan oğlan. Vessalam”.

Şahabın hayallerinden, uydurduklarından, dağın yüzü sıra habersiz gelen bir kurt uyandırıyor. Kurt soruyor: “Adam yoldaş, hayır olsun. Allah nasip ederse, yolun ne tarafadır?” Adam, Şahap: “Şu dağın tepesine çıkıyorum, Murad Dedeye varıyorum, Dededen kendi muradımı istemeye”.

“Adam yoldaş, diyor kurt, benim bir muradım var, yeni doğurdum, inimde yavrularım, onları bırakıp gelemiyorum. Bu zor halimi söyleyip benim muradımı ona bildirirsin. Kursağım tok, gözüm aç, günden-güne azıyorum. Banada da bir çare sorup gelsen”.

Şahap razı da olup, yola düşüyor. Yol uzak. Şahap arayıp bulup bir ağacın altına oturuyor, dinleniyor. Şahabın altında oturduğu ağacın bir budağı kuruyup kalmış, onun yaprakları sararmış.

Talihsiz ağaç ömründe gördüğü altına gelip oturan ilk insana soruyor: “İnsan arkadaşım, Allah nasip etse, ne tarafa yolun?” Şahap kendi seyahatinin muradını bildiriyor ve talihsiz ağaçtan muradın soruyor. Ağaç söylüyor: “Bir dalım kuruyup bitmiş, kalanları da kurumak üzere. Yapraklarım yeniden yeşillenip, budaklarımın büyümesi şimdi gerekliydi. Ne olur benim muradımı da Murad Dedeye yetiştirsen diyor”.

Şahap talihsiz ağaca sözde verip gidiyor.Yürüdüğü yolun üstünde dağların arasından akan bulanık nehirle karşılaşıyor. Şahap su kenarında oturup, heybesinden çıkardığı kurumuş ekmekleri suya batırıyor ve yiyor. Bu arada bir balık sudan başın çıkarıp, Şahab’a bakıyor. Şahap iyice dikkat etse ki balığın bir gözü kör.

Balık da, ağaç gibi, Şahapdan muradını Murad Dedeye yetişdirip, çaresini soramasını istiyor.

“Bir gözüm sağ, görüyorum; diğe gözüme perde gelmiş, diyor balık, hiçbir şeyi göremiyorum, yüzmek için zorlanıyorum, uzun yolda yapıp büyük denizler çıkmaya niyetim var. Murat Dededen sorsan, bir çaresi olurmuymuş?” Şahap balıktan ayrılıp hayli yürüdükten sonra, dağın başına çıkıyor. O bir büyük taşın üstüne de binip, Murat Dedenin adını söylüyor bağıra bağıra.

Dağların, taşların arasından çıkıp aksakallı bir yaşlı insan geliyor. O Murat Dede. Şahaba hürmet edip, ona salam veriyor. Dede Şahapdan muradını soruyor. Şahap Dedeye ne murat ile çıktığını bildiriyor ve sayıp-sayıp: “Avlum dolup koyun, sığır, kadınım, o da oğlan doğursun”, diye muratlarını söyleyip sıralıyor. Murad Dede: “Senin muratlarını kabül etdim, şimdi evine dön, sen dönünceye kadar senin söylediğin şeylerin hepsi de olur”, diyor.


Şahap, Dede’ye kurdun, ağacın, balığın muratlarını söylüyor, Dede hepsinin çaresini söylüyor: “Balığa söylersin: onun gözünde tırnak kadar yakut taşı var, şu taşı çıkarırsa, gözü sağ olacak, çıkartmasa, sağlam gözüne de zararı var.

Ağaca söylersin: bir zamanda birileri o ağacın altına gümüş ile altın saklamışlar, o adamlar dünyalarını değişmşler, ölmüşler. Ağacın damarları gidip şu hazineye değmiş. Bu nedenle daha çalışamıyor. O hazineyi çıkartsa, ağacın dalları büyüyecek, çıkartmasa kuruyacak.

Kurda söylersin: ahmak akılsız bir adamın etini yerse, gözünün açlığı gidecek, kendisi de semirecek”.

Şahap Murad Dedeye teşekkür edip, dağdan aşağıya doğru koşuyor. Su kenarına yetişdiğinde, balık soruyor: “Ne iyilik getirdin?”

Şahap balığa Murad Dede’nin sözlerini söylüyor. Balık Şahapdan istiyor, yalvarıyor. Amma Şahap “acelem var” diye, balığın gözündeki yakutu çıkarıp almadan gidiyor.

Balıkdan böyle ayrılıp, sonra Şahap ağaca koşuyor. Ağaç da Şahaba yalvarıp istiyor, haziney ikazıp çıkar diye, yalnız Şahap kulak asmayı da bırakıp, acele edip vedalaşıp, yola, aşağılara doğru koşuyor.

Kurda yetişiyor. Kurt soruyor: “Adam yoldaş, Murad Dede’den hangi iyi haberlerle döndün diye?”

Şahap: “Çok iyi haberlerlerim var, Murad Dede beni muratlarıma yetirdi: avlum dolu koyun ile sığır, evimde de çiçek gibi kadınım, beşiği, beşiğinde “inga-inga” diye ağlayan oğlan…

Senin derdine derman diyecek olursan, Murad Dede şöyle diyor: Akılsız bir adamın etini yesin, gözünün açlığı da kalmayacak, kendi de semirecek”.

Kurt soruyor: “Adam yoldaş, sağ ol, bu haberi alıp gelmişken, sana ben ne iyilik yapacağımı bilmiyorum: geç de olmuş, şehir de uzak, gece bizde kal, var öğünümü de verip seni konuk edeyim”.

– Zamanım yok, diyen Şahap, – Acelem var, kapı açılıp, sığırım-koyunum ortalığa yayılıp kalmasa iyi mi olur. Kadın sığır- koyuna mı baksın, beşikdeki çocuğa mı baksın? Ben acelemden balığın gözünden tırnak kadar yakutu çıkarıp almadım, ağacın altındaki altın ile gümüş hazineyi bırakıp gidiyorum.

Kurt Şahap’dan yakut ile altının haberini söyleyip gitmesini istiyor. Şahap kurda ağacın ve balığın muratlarını Murad Dede’yesöylediğini, onun verdiği cavapları, sonra dönüş yolunda balık ve ağaç ile karşılaşma şekillerini anlatıyor.

На страницу:
2 из 3

Другие электронные книги автора Kızlarlı İbrahimov