
Abbasiler ve Abbasi Halifeleri
11. yüzyılın bir başka meşşai filozofu, felsefi ahlak alanındaki eserleriyle üne kavuşan İbn Miskeveyh’tir.
Bu yüzyılın en büyük hekim filozofu İbni Sina olmuştur. İbni Sina, gerek felsefi sistemi gerekse tıp alanındaki çalışmalarıyla kendini kabul ettirmiş bir dehadır.
11. yüzyılın en önemli bilginlerinden biri de İmam-ı Gazali’dir. Fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarındaki çalışmalarının yanı sıra, meşşai filozoflarıyla hesaplaşmak üzere kaleme aldığı Tehâfütul-Felâsife adlı eseriyle İslam fikir hayatında önemli bir etki yaratan Gazali, kendinden sonraki dönemi etkilemiş ender filozoflardan olmuştur.
Öte yandan bugünkü anlamıyla tarikat müessesesi de Abbasiler’in son döneminde ortaya çıkmıştır. Bu tarikatlardan başlıcaları Ebu İshak El Kâzerûni’ye nisbetle Kâzerüniyye, Abdülkadir Geylani tarafından kurulan Kadiriyye, Ahmet er-Rufai tarafından kurulan Rifaiyye, Ahmet Yesevi’ye nisbetle Yeseviyye, Ebu Medyen El Mağribi’ye nisbetle Medyeniyye, Necmeddin-i Kübra’ya nisbetle Kübreviyye, Ebu Hafs es-Sühreverdi tarafından kurulan Sühreverdiyye, Muinüddin Hasan Çişti’nin kurduğu Çiştiyye tarikatlarıdır.
İlk Tıp Kongreleri Abbasiler Dönemi’nde Yapıldı
Abbasiler Dönemi’nde, Kurtuba’dan sonra tıbbın ikinci önemli merkezi Bağdat oldu. Bu alanda fakülteler açılıp hastaneler kuruldu. Ayrıca hac dönemlerinde çok sayıda doktorun katıldığı tıp kongreleri düzenlenerek tıbbın ilerlemesine yardımcı olundu. Doktorlar bu kongrelerde araştırmalarının sonuçlarını açıklar ve ilaç yapımında kullandıkları bitkiler hakkında bilgi verirlerdi. Hastaneler kurulurken Süryani doktorlardan büyük ölçüde yararlanıldı.
Tedavilerden ve ilaçlardan ücret alınmazken hastaların tedavisinde inanç ve etnik köken ayrımı yapılmamıştır. Tıp alanında eser veren başlıca tabipler Ali b. Rabben et-Taberi, Ebubekir er-Razi ve İbni Sina’dır. Bir mühtedi olan Ali b. Rabben et-Taberi, Halife Mütevekkil’in göz doktoru olup Firdevsü’l-Hikme adlı meşhur eserin yazarıdır.
Müslüman doktorların en büyüğü sayılan Ebubekir er-Razi de Kitâbü’t-Tıbbi’l-Mansurî adlı on ciltlik eserinden başka, İslam dünyasındaki ilk tıp ansiklopedisi sayılan,15 yılda tamamladığı El-Hâvi isimli eserin sahibidir.
İbni Sina’nın yazdığı El Kânûn fi’t-Tıb adlı kitap ise uzun yıllar Batı’da ders kitabı olarak okutulmuştur.
Ayrıca Ali b. İsa göz hastalıkları Tezkiretü’l-kehhâlîn adlı eseri yazmış, İbn Cezle de Takvîmul-Ebdân fî Tedbîri’l-İnsân adlı kitabıyla tıp ilmine hizmet etmiştir.
Gökyüzünün Dilini Anlamaya Çalıştılar
Astronomi alanındaki çalışmalar, 771 yılında Hindistan’dan Bağdat’a getirilen ve Muhammed b. İbrahim El Fezari tarafından Arapçaya çevrilen Sind-Hind adlı eserle başlamıştır.
Halife Memun, Beytülhikme çatısı altında Yahya b. Mansur’un idaresinde bir rasathane kurdurmuştu. Yine bu dönemde Şam yakınlarındaki Kasiyun Dağı’nda da bir rasathane kuruldu.
İslam tarihinde ilk usturlap aleti de İbrahim El Fezari tarafından Abbasiler zamanında yapılmıştır.
Memun devrinde yetişen astronomlar, boylam derecesinin uzunluğunu bugünkü imkânlarla bulunan gerçek uzunluğa yakın bir rakamla tespit etmişlerdi.
O devrin meşhur astronomi âlimlerinden biri de Ebü’l Abbas Ahmet El Fergani’dir. Halife Mütevekkil zamanında Nil nehrinin taşmasıyla ilgili ölçmelere nezaret eden Fergani, astronomi konusunda El Medhal ilâ ‘ilmi hey’eti’l-eflâk adlı bir eser yazmıştır.
Bu dönemin en büyük astronomu, Bettâni olmuştur. Ayrıca Biruni, Ömer Hayyam, Nasiruddin El Tusi de meşhur astronomi bilginlerindendir.
Astronomi ile bağlantılı olarak gelişmiş bir ilim dalı olan astroloji alanının en meşhur siması ise Ebu Maşer El Belhi’dir.
İslam inancı tarafından reddedilmesine karşılık, dönemlerinin pek çok sultanı gibi, Abbasi halifeleri de müneccimlere çok önem verir, savaşlara ve mühim işlere onların fikirlerini almadan başlamazlardı. Nitekim Halife Mansur Bağdat’ın imarına Müneccim Ebu Sehl b. Nevbaht’tan şehrin uzun yıllar ayakta kalacağına dair bilgi aldıktan sonra başlamıştır.
Fezari tarafından Arapçaya tercüme edilen Sind-Hind adlı eserin, sayılar sistemiyle ilgili bilgilerin İslam dünyasına girişinde önemli rol oynadığı kabul edilmektedir. Daha sonra Muhammed b. Musa El Harizmi ve Habeş El Hasib’in hazırladığı tablolar, sayıların bütün İslam dünyasına yayılmasına vesile olmuştur. Matematik sahasındaki en seçkin sima hiç şüphesiz Harizmi’dir. O en eski astronomi tablolarını derleyen bilgin olduğu gibi aritmetik ve cebirle ilgili Hisâbü’l-Cebr ve’l-Mukâbele adlı en eski eserin de müellifidir. İmran b. Vaddah, Şihab b. Kesir ve Ebu Mansur El Bağdadi de Abbasiler Devri’nin başlıca matematikçileri arasında yer alır. Geometri sahasında ise Mansur zamanında Bağdat Ulu Camii’nin planını çizen Haccac b. Ertat zikredilebilir.
Müslümanların ilme en büyük katkı sundukları alanlardan biri de kimya alanı olmuştur. İslam kimya ilminin kurucusu Cabir b. Hayyan’dır. Emevilerden Halid b. Yezid’in öğrencisi olan Cabir, teorik alanda olduğu gibi laboratuvar deneyleriyle de kimya ilmine hizmet etmiştir. Daha sonra gelen kimyacılar onu üstat olarak kabul ederler. Bunların en meşhurları Tuğrâî ve Ebü’l Kasım El Irâki’dir.
Tarih, Abbasiler’le Başladı
İslam tarihçiliği Abbasiler Dönemi’nde sistematize edildi. İslam siyasi tarihinin ilk müellifleri, ilk kültür ve ilim tarihçilerinin hepsi Abbasiler Devri’nde yaşamış ve İslam tarihçiliğine yön vermişlerdir. Daha sonraki devirlerde yetişen tarihçiler İslam’ın ilk üç asrı hakkında verdikleri bilgileri hep bu dönem kaynaklarına borçludurlar.
İslam tarihçiliği, önce Hz. Muhammed (s.a.v.) ve sahabelerin hayatlarını yazmak amacıyla başlatıldı. Tarihçilik, eskiden beri Araplar arasında bilinen ensab ilminin de yardımıyla toplumun bütün unsurlarını kapsadı ve aynı zamanda “rical ilmi’nin gelişmesine de yardım etti.
İlk devir tarihçileri naklettikleri haberlerin başında genellikle onu nakleden kimselere ait rivayet senedini de verirlerdi. Böylece tarihî olaylara dair haberler, hadisler gibi senet ve metin kısımları olmak üzere iki ana unsurdan meydana geliyordu. İslam dünyasındaki ilk büyük tarihçilerden sadece Zührî, Abbasiler Devri’nden önce, Süleyman b. Tahran, Musa b. Ukbe, siret ve tarih ilminin babası sayılan İbn İshak, Kitâbü’l-Meğâzi’nin ve daha birçok eserin müellifi olan Vâkıdî gibi büyük tarihçilerin hepsi Abbasiler’in ilk devirlerinde yaşamışlardır. Bugünkü siret ve meğâzi bilgilerimizin temelini, İbn İshak ile Vâkıdî gibi Abbasi halifelerinin himaye ettiği âlimlerin eserleri oluşturmaktadır. İbn İshak’ın eserini ele alarak yeniden düzenleyen İbn Hişam ile Vâkıdî’nin kâtibi İbn Sa’d da bu devrin diğer önemli iki simasıdır. İbn Sa’d’ın et-Tabakâtü’l-Kübra’sı İslam dünyasında biyografi alanında yazılan ilk önemli eserdir.
İslam dünyasında coğrafi eserler ilk defa Arabistan’a dair malumat şeklinde ortaya çıkmış, fethedilen ülkeler hakkında verilen bilgilerle zenginleşmiş ve nihayet İran, Hint ve Yunan kaynaklarından yapılan tercümelerle 10 ve 11. yüzyıllarda en yüksek noktasına ulaşmıştır.
Klasik Toplumsal Tabakalar Abbasiler’de de Vardı
Abbasi Devleti’nde de toplum, havas denilen yönetenler ve avam denilen yönetilenlerden oluşuyordu. Arap, Fars, Türk gibi etnik çeşitliliğe sahip olan devlette, zaman zaman etnik unsurlar arasında çatışmalar yaşanıyordu.
Toplumun önemli bir kesimini de köleler teşkil ediyordu. Köleler Slav, Rum ve zenci kökenli idi. Köle ticaretinin en önemli pazarı Mısır, Kuzey Afrika ve Kuzey Arabistan idi.
Sosyal sınıflardan biri de Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan zimmilerdi. Bunlar devletin himayesinde geniş bir din hürriyetiyle rahat bir şekilde yaşıyor ve ibadetlerini yapabiliyorlardı.
Abbasi sarayında, Sasanilerin büyük etkisi olmuştu. Halifeler gösterişli giyinmeyi severlerdi. Valiler ve diğer seçkinler de halifeyi taklit ederlerdi.
Cuma günleri dışında devletin en önemli günleri dinî bayramlardı. Bayram namazlarını ve cuma namazlarını halifeler kıldırırlardı. Ayrıca Nevruz gibi diğer toplumların önemli günleri saray tarafından kutlanırdı.
Tarıma Dayalı Bir Ekonomi Vardı
Abbasi Devleti’nde, dönemin diğer devletlerinde olduğu gibi, tarım ekonominin temelini teşkil ediyordu. Tarımsal üretim, devlet gelirlerinin önemli bir kısmını oluşturuyordu. Bu nedenle üretimde verimi artırmak için Abbasi halifeleri sulama kanallarına büyük önem vermişlerdir. Sulama kanallarının yapımında Çinli mühendislerden yararlanılmıştır. Samarra şehrinin sulama kanalları da Çinli mühendisler tarafından yapılmıştır.
Sulanabilen büyük nehir vadilerinde yetiştirilen buğday, arpa ve pirinç ülkenin önemli ürünleri arasında yer alıyordu. Hurma ve zeytin ikinci derecede önemli besin kaynağıydı. Ayrıca her çeşit meyve, sebze ve çiçek yetiştiriliyordu.
Hindukuş Dağları’ndan gümüş çıkarılıyordu. Burada 10 bin maden işçisinin çalıştığı kaynaklarda belirtilmektedir. Sudan’dan altın getiriliyordu. Fars ve Horasan’da bakır, kurşun ve demir, Beyrut’ta zengin demir cevheri yatakları vardı. Basra Körfezi’nden de bol miktarda inci elde ediliyordu.
Diğer yandan dokumacılık önemli bir sektördü. Elbiselik ve döşemelik kumaşlar, halı, yatak takımları, keten kumaşlar Feyyûm, Dimyat, Tinnis, Dâbık ve İskenderiye gibi önemli merkezlerde dokunuyordu. İran’da Kâzerûn şehri dokuma sanayisinde ileri gitmişti. Pamuk başlangıçta Hindistan’dan ithal edilirken daha sonra İran’ın doğusunda yetiştirilmeye başlandı. Merv ile Nişabur pamuk üretiminin önemli merkezleri hâline geldi. Pamuk üretimi, daha sonra İspanya’ya kadar yayıldı.
Hemen her yerde halı dokunmakla birlikte en iyileri Taberistan ve Azerbaycan’dan geliyordu. Bunlardan başka gül suyu ve ıtriyat sanayisi, cam, kâğıt ve sabun sanayisi, maden işletme ve silah atölyeleri ile tuğla ocakları da başlıca endüstri kollarını teşkil ediyordu. Sadece Bağdat’ta 4000 cam ve 30.000 tuğla imalathanesi vardı. Kiremit ve tuğla endüstrisinin diğer başlıca merkezleri ise Kufe, Basra, Hîre ve daha sonraları Samarra idi.
Abbasiler’den önce de Irak cam sanayisinde söz sahibi idi. Fakat Abbasiler Devri’nde bu kol da çok büyük gelişme gösterdi. Bağdat’la birlikte Basra, Kadisiyye ve Samarra bu sahanın önemli merkezleri oldu. Bağdat, Basra, Kufe ve Vasıt’taki sarraflar yalnız ziynet eşyası üretmekle kalmayıp aynı zamanda çeşitli kadehler, kavanozlar, çiçek vazoları, şamdanlar, eyerler, kınlar ve daha pek çok eşya üretiyorlardı.
Musul’da demir zincirler, bıçaklar, kamalar, Harran’da ise laboratuvar ve rasathaneler için araç gereçler yapılıyordu. Dericilikte Bağdat ve Basra öndeydi. Iraklı marangozlar halifelerin saraylarını süsleyen nadide kutular, sandıklar, divan ve sandalye yapımında şöhret kazanmışlardı. Dokuma sanayisinde perdecilik önemli bir yer tutmaktaydı. Vasıt, Âmid ve Musul bu endüstri kolunun merkeziydi.
Diğer önemli bir endüstri kolu da çadırcılıktı. Basra bu sanayinin merkezi durumundaydı. Endüstri kuruluşlarının bir kısmı devlet, bir kısmı da özel teşebbüsün elinde bulunuyordu.
Kâğıt Üretimini Çinli Esirler Öğretti
Kâğıt ilk defa 105 yılında Çin’de üretildi. Araplar da kâğıt üretimini Çinlilerden öğrenmişlerdir. 751’de Talas Nehri kıyısında Araplarla savaşan Çin ordusu içinde kâğıt ustaları da bulunuyordu. Araplara esir düşen bu Çinliler, 756 yılında Semerkant’ta kâğıt imalathanesi kurdular. Kısa zamanda kâğıt, papirüs ve parşömenin yerini aldı. 795 yılında Bağdat’ta, daha sonraki yıllarda da Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’te kâğıt imalathaneleri kuruldu. Avrupa kâğıt ihtiyacını Müslümanlardan ithal yoluyla karşılıyordu. Avrupa’da ise kâğıt imaline ancak 13. yüzyıldan itibaren başlanmıştır.
Uluslararası Ticareti Gayrimüslimlerden Öğrendiler
Müslümanların dünya ticaretinde söz sahibi oldukları dönem Abbasiler’in dönemi olmuştur. Ticaret başlangıçta Yahudi, Hristiyan ve Mecusi tüccarların elinde idi. Zamanla Müslümanlar da uluslararası ticareti öğrendiler ve çok geçmeden dünya ticaretinde söz sahibi oldular.
Ticari hayatın gelişmesine halifeler de büyük önem verdi. Bu amaçla yol emniyetini sağlayacak önlemler aldılar. Kervan yolları üzerinde kuyular açtırıp kervansaraylar yaptırdılar. Bu sayede kara ve deniz ticareti kısa sürede gelişti. Bağdat, Basra, Kahire, İskenderiye ve Şam önemli ticaret merkezleri hâline geldi.
Deniz ticaretinde Basra önemli bir yere sahipti. Arap tacirler genellikle Basra Limanı’ndan yola çıkıyor ve Hindistan şehirlerindeki önemli merkezlere uğruyorlardı. Çin ile deniz ticareti daha çok Çin gemileriyle yapılırdı.
Dünyada emtia fiyatları Bağdat ve İskenderiye borsalarında belirleniyordu. Bağdat, uluslararası ticaretin merkezi gibiydi. Bu nedenle her şehir için bir pazar yeri ayrılmıştı.
Sarraflar, Bankacılık Hizmeti Veriyorlardı
Müslüman pazarlarının en vazgeçilmez unsuru sarraflardı. Sarraflar, 11. yüzyılda bankacılık hizmetlerini verir hâle geldiler. Bunlardan belirli bir yüzdeyle borç alınabildiği gibi, zaman zaman hükûmete de borç para veriyorlardı. O dönemde merkezi Bağdat’ta, şubeleri ülkenin diğer şehirlerinde olan sarraflar, çek ve kredi mektupları gibi gelişmiş bir sistem kurmuşlardı. Bağdat’ta yazılan bir çek, Fas’ta ödenebiliyordu. Basra’da tüccarlar paralarını sarraflara vererek onlardan çek alıyor ve çarşılarda ödemeleri bu çeklerle yapıyorlardı. Genellikle bu işleri gayrimüslimler yapıyordu.
Zekâtı Devlet Topluyordu
Abbasi Devleti’nde, Emevi Devleti’nde olduğu gibi zekât, haraç, cizye, öşür, fey, ganimetler ve örfi vergiler, devletin gelirlerini oluşturuyordu. Divanü’l Haraç ve Divanü’l Beytülmal tarafından yönetilen devlet gelirleri askerî ihtiyaçlara, yol, köprü ve sulama işlerine, halife, vezir ve diğer devlet adamlarının maaşlarına sarf edilirdi. Devlet gelirlerinin büyük meblağlara ulaşmış olması, aynı zamanda halkın yüksek bir refah seviyesine eriştiğini de göstermektedir.
İslam tarihinde önemli değişikliklerin başladığı Abbasiler Devri’nde hilafet merkezinin Şam’dan Bağdat’a geçmesi, yalnız siyasi bakımdan değil, sanat ve kültür bakımından da büyük değişikliklere zemin hazırlamıştır. Abbasi halifeliğinin yükseliş devrinde Mezopotamya’da muhteşem şehirler kurulmuştur.
İkinci halife Mansur’un planını bizzat çizerek kurdurduğu Bağdat şehrinden bugüne, geçmişinin parlak devrini hatırlatan hiçbir şey kalmamıştır. Moğol istilası sırasında şehrin tamamen harap olması, sonra da üstüne yeni Bağdat’ın inşa edilmesi, ilk Bağdat şehrini efsane diyarı hâline getirmiştir.
ABBASİ HALİFELERİ


EBU ABBAS EL SEFFAH (750-754)
İlk Abbasi halifesi olan Ebu Abbas El Seffah, kesin doğum tarihi bilinmemekle birlikte 718-726 yılları arasında Humeyme’de doğdu. Emeviler’e karşı Abbasi ihtilalini başlatan İmam Muhammed b. Ali’nin oğlu olan Ebu Abbas, çocukluk ve gençlik yıllarını Humeyme’de ailesiyle birlikte geçirdi. Ağabeyi İmam İbrahim, Eme-vi Halifesi II. Mervan tarafından tutuklanarak Harran’a götürülürken ailesi mensuplarına kardeşi Ebu Abbas’ı veliaht tayin ettiğini söyledi ve ona biat etmelerini istedi.
Ebu Abbas, Horasan’dan yola çıkan ihtilalcilerin Kufe’ye girmesinden bir ay sonra Ekim 749’da ailesiyle birlikte Kufe’ye geldi. Fakat şehirde pek sıcak karşılanmadı. Kufe’de duruma hâkim olan ve Hz. Ali evladını desteklediğini henüz açığa vurmayan Ebu Seleme El Hallal, Ehl-i Beyt’e mensup kişilerin kaldıkları yeri Horasanlılardan saklayarak gelişmeleri beklemeye başladı. Henüz Irak’ın merkezi Vasıt ile Emevi Hanedanı’nın merkezî eyaleti Suriye itaat altına alınmadığından ve dolayısıyla ihtilalin sonucu kesin olarak ortaya çıkmadığından Ebu Seleme yeni halifenin tespitini geciktirmeye çalışıyordu. Ebu Müslim Horasani’nin, adamları vasıtasıyla oyalandığını öğrenerek Hammame’deki Horasan ordusunun komutanlarına durumu haber verdi. Bunun üzerine Türkmenlerden 12 kişi derhâl Kufe’ye giderek Ebu Abbas’a biat ettiler. Böylece, ihtilalin hazırlanmasında ve başarıya ulaşmasında hiçbir rolü olmayan Ebu Abbas, 28 Kasım 749 Cuma günü Kufe Camii’nde ilk Abbasi halifesi olarak biat aldı. Minbere çıkarak hutbe okudu ve hâkimiyetin Abbasiler’in hakkı olduğunu İslam tarihinden örneklerle savundu.
Ebu Abbas halife olduğunda Irak tam olarak Abbasiler’in denetiminde değildi. Şam’daki durum belirsizliğini koruyordu. Irak’ın merkezi Vasıt’ta Emevi Valisi İbn Hübeyre, Şiilerden yana tutum takınarak teslim olmayı reddetti.
Emevi ordusuna öldürücü darbe 16 Ocak 750 tarihinde Büyük Zap Suyu kıyısında vuruldu. 10 gün devam eden savaşta Emeviler’in son halifesi Mervan yenildi. Böylece Abbasiler, Emeviler’in mirasına konmuş oldu. 26 Nisan 750’de Şam, Abbasiler’in eline geçti. Mervan kendisini takip eden Abbasi kuvvetleri tarafından Yukarı Mısır’ın Bûsîr köyünde yakalanarak Ağustos 750’de öldürüldü. Böylece Emeviler, ortaya çıktıkları coğrafyadan tamamen uzaklaştırıldılar.
Ancak ele geçirilen topraklarda istikrar sağlanamadığı için tam hâkimiyet kurulamamıştı. Teslim olmamakta direnen Vasıt Valisi İbn Hübeyre, Hasan b. Kahtabe tarafından kuşatıldı. Hasan’ın bir sonuç alamaması üzerine Halife Ebu Abbas kardeşi Ebu Cafer’i yardıma gönderdi. Buna rağmen kuşatma on bir ay devam etti. Nihayet Mervan’ın ölüm haberinin gelmesi üzerine 750 yılı sonlarında İbn Hübeyre görüşmeye razı oldu. Yapılan görüşmeler sonunda teslim antlaşması imzalandı. Ancak şehir teslim olduktan sonra antlaşma şartlarına uyulmayıp başta İbn Hübeyre olmak üzere birçok kişi idam edildi.
Ümeyyeoğulları İçin İsyan Çıktı
Emevi iktidarından memnun olmayanlar kadar, memnuniyet duyanlar da vardı. Ümeyyeoğulları Hanedanı’na mensup kişilerin katledilmesi, Suriye ve El Cezire’de isyanların çıkmasına sebep oldu. Kınnesrîn, Tedmür ve Humus şehirlerinde çıkan isyan, Abdullah b. Ali komutasındaki Abbasi kuvvetleri tarafından Temmuz 751’de bastırıldı.
Yine aynı yıl El Cezire Arapları Harran şehrini işgal ettiler. İsyanı bastırmakla görevlendirilen Ebu Cafer Harran önlerine gelince Harran Valisi Musa çıkış hareketi yaparak ona iltihak edince şehir isyancıların eline geçti. Asiler bir süre sonra Samsat’a çekildiler. Halifenin kardeşi Ebu Cafer ile amcası Abdullah b. Ali Samsat’ı kuşattılarsa da şehri ele geçiremediler. İşgal, II. Mervan’ın Bûsîr’de öldürüldüğü haberinin gelmesiyle başarıya ulaştı. Bu olaydan sonra Ebu Cafer El Cezire ve Azerbaycan valiliğine tayin edildi.
Abbasiler’in iktidara gelişi Arapların bir kısmını rahatsız ettiği gibi, İran’da da karışıklıklar çıkmasına yol açtı. 750-751 yılında Buhara’da Şerik b. Şeyh El Mehrî’nin Hz. Ali evladı lehine başlattığı çok tehlikeli bir isyan, Ebu Müslim Horasani’nin gönderdiği kuvvetler tarafından bastırıldı. Buhara, üç gün yağma ve tahrip edildi. Ele geçirilen esirler, kale kapılarına asılarak halka teşhir edildiler.
Abbasiler, kendilerini iktidara getiren Ebu Müslim Horasani’den tedirginlik duyuyorlardı. Ebu Abbas El Seffah, kardeşi Ebu Cafer’in tahriki ile Ebu Müslim’in valileri Sibâ’ b. Numan El Ezdî ile Ziyad b. Salih El Huzâyfi’yi Ebu Müslim’e karşı isyana teşvik etti. 752-753 yılında çıkan isyan başarıya ulaşamadı. İsyancıların önderleri yakalanarak idam edildi. Böylece, Ebu Müslim Horasani kendisine karşı kurulan ilk tuzağı ustalıkla atlatmayı başardı.
Öte yandan Abbasiler’e karşı Basra’da Haricilerin, Fars’ta Bessam b. İbrahim’in ve Sind’de Mansur b. Cumhur’un başlattıkları isyanlar da kolaylıkla bastırıldı.
Türklerin Araplarla İlk Yakın Teması Talas’ta Oldu
Araplar ve Çinliler arasında tarihin akışında önemli bir dönüm noktası teşkil eden Talas Savaşı Temmuz 751 yılında yapıldı. Ebu Abbas dönemindeki bu önemli savaş, Arapların zaferiyle sonuçlandı. Türklerin Arapları desteklediği Talas Savaşı’yla Çin’in Türkistan’ın batısına ilişkin yaptığı bütün planlar tarihe karışmıştır.
Kan dökücü anlamına gelen “El Seffah” lakabını Ebu Abbas Kufe’de halifeliğini ilan ettiği ilk hutbede kendisi kullanmıştır. Çıkan isyanları kısa sürede bastırmayı başararak ülkesindeki siyasi birliği yeniden tesis etmiştir. Tabii bu arada Kuzey Afrika ve Endülüs, bağımsız emîrliklere dönüşmüştür.
Siyasi ve sosyal karışıklıklara sahne olan Ebu Abbas döneminde eğitim, kültür ve sanat alanında önemli bir faaliyet olmamıştır. Halifelik merkezini, ilk biat aldığı Kufe şehrinden önce Haşimiyye şehrine oradan da El Anbar’a taşıyan Ebu Abbas, beş yıl halifelik yaptıktan sonra yakalandığı çiçek (veya humma) hastalığından kurtulamayarak 9 Haziran 754 tarihinde El Anbar’da vefat etmiştir.
EBU CAFER EL MANSUR (754-775)
İkinci Abbasi halifesi olan Ebu Cafer El Mansur 23 Ağustos 714’te Humeyme’de dünyaya geldi. Ebu Cafer, küçüklüğünde Arap örfüne uyularak fasih Arapça öğrenmesi için çöle gönderildi. Yedi yaşına geldiğinde kabilenin diğer çocuklarıyla birlikte mescide okumaya gitti. Daha sonra hadis, fıkıh, ensab, fesahat ve belagat dersleri aldı. Emeviler’in iktidarı döneminde, Abdullah b. Muaviye tarafından Batı İran’da çıkan isyana katıldı. Abdullah b. Muaviye tarafından Îzec şehrine vergi tahsil etmek için gönderildi. Ancak Mansur topladığı vergileri Abdullah b. Muaviye’ye götürmek yerine, Basra’ya kaçtı. Burada yakalanan Ebu Cafer, atıldığı hapisten kurtulup Humeyme şehrindeki kardeşi İmam İbrahim’in yanına yerleşti.
Abbasi ihtilalinde isyanları bastıran ordunun komutanlığını yaptı. Ekim 749’da Humeyme’den Kufe’ye gelen Abbasi Ailesi içinde yer aldı. Burada Abbasi Devleti’nin ilk halifesi kardeşi Ebu Abbas El Seffah için biat aldı ve onun bütün işleriyle ilgilendi. Ardından kardeşi tarafından Ebu Müslim Horasani’den biat almak üzere Merv’e gönderildi. Ancak burada Ebu Müslim’den ilgi görmedi ve dönüşünde kardeşine Ebu Müslim Horasani’yi ortadan kaldırmasını tavsiye etti.
Ebu Cafer, Abbasi ihtilaline boyun eğmeyen Emeviler’in son Irak valisi olan Ebu Halid İbn Hübeyre üzerine giderek kendilerine teslim olmasını istedi. Hübeyre, II. Mervan’ın öldüğü haberini alana kadar Ebu Cafer’e direndi. Daha sonra anlaşma yapılması üzerine teslim oldu. Ebu Cafer, teslim olmasına rağmen İbn Hübeyre’yi öldürttü.
Ebu Cafer, daha sonra Harran şehrini itaat altına aldı. Ülkede stabilitenin sağlanmasından sonra 751 yılının başlarında El Cezire ve Azerbaycan valiliği görevine getirildi. Bu görevi sırasında Emevi komutanlarını kendi safına çekmeyi başardı. Aynı yıl halifenin emriyle Bizans kuşatmasına karşı Kemah’ı tahkim etti. 754 yılında hac emîri oldu.
Ağabeyinin İlk Veliahdı Oldu
Abbasi Ailesi adına halifelik görevini üstlenen Ebu Abbas, görevinin sonlarına doğru kardeşi Mansur’u birinci, yeğeni İsa b. Musa’yı ikinci veliaht tayin etti. Ebu Abbas El Seffah, Mansur Mekke’de iken vefat edince yeğeni İsa b. Musa durumu mektupla bildirip kendisini başkente çağırdı.
Mansur, halifelik koltuğuna oturduğunda ilk mücadele etmek zorunda kaldığı kişi amcası Abdullah b. Ali b. Abdullah oldu. Abbasi Devleti’nin kuruluşunda önemli bir rol üstlenen Abdullah, hazırladığı ordu ile Harran’a gitti. Bunun üzerine Mansur, amcasını itaat ettirme görevini Ebu Müslim Horasani’ye verdi. Abdullah, Nusaybin yakınlarında yapılan savaşı kaybedince önce Basra’ya kaçtı. Orada yakalanarak hapse atıldı ve 764 yılında vefat etti.
Horasan ihtilaliyle Abbasiler’i iktidara taşıyan Ebu Müslim Horasani’yi tahtı için tehdit olarak görmeye başlayan Mansur, sarayda kurduğu bir tuzakla 12 Şubat 755’te onu öldürttü. Ebu Müslim Horasani’nin öldürülmesi ile Horasan ayaklandı. Ardından Mecusi olan Sünbâz ile İshak El Türkî’nin isyanları başladı. Büyük güçlükle bastırılan bu isyanın ardından 758 yılında halifeyi tanrı, Ebu Müslim’i de peygamber olarak kabul eden Ravendiler denilen grubun isyanı patlak verdi. Büyük can kayıplarına neden olan bu isyanı, Bagdis’te peygamberlik iddiasında bulunan Üstadsis’in isyanı takip etti. 10 yıldan fazla süren bu isyanlardan sonra Horasan’da devlet otoritesi ancak 768 yılında tesis edilebildi.
Dönemi sürekli isyanlara sahne olan Halife Mansur’u en çok zorlayan isyanlardan biri de Hz. Ali soyundan olduğunu iddia eden Muhammed b. Abdullah El Mehdi’nin 25 Eylül 762’de Medine’de halifeliğini ilan etmesiyle başlayan isyan oldu. Bir yandan şehri ablukaya alarak gıda ambargosu uygulayan Mansur, diğer yandan da yeğeni İsa b. Musa komutasındaki orduyu da Medine üzerine sevk etti. Kanlı geçen çatışmalardan sonra Aralık 762’de Muhammed b. Abdullah öldürüldü. Medine’deki isyandan kısa süre önce de Muhammed b. Abdullah’ın kardeşi İbrahim Basra’da isyan başlatıp Kufe üzerine yürüdü. Bu isyanı da İsa b. Musa’nın kuvvetleri bastırdı.