
Zalimane Bir İdam Hükmü
6
Akşam gazetesinin 29 Şubat 1920 numaralı nüshasında münderiç ve mevzubahis olan beyanatım şöyle idi:
Muhabir: “Ahvali Dâhiliyemiz hakkında malumat alabilir miyim?”
Ben: “Ahvali Dâhiliyemizce belli başlı bir tahavvül yoktur. Her tarafta sükûn ve asayiş devam ediyor. Malumunuz olduğu üzere geçenlerde “Biga hadisesi” denilen, hadise vukua geldi. Bu vaka hitama ermiş ve neticesi de hüsnü suretle halledilmek üzere bulunmuştur. Bu gibi vakayı her ne suretle olursa olsun esefi muciptir ve memleketin menafi ile kabili telif değildir. Hakkımızı ihkak için gürültüye değil sükûna muhtacız. Bugün kabul edilmese bile yarın mutlaka teslim edilecek ve tecavüzden masun kalacak bir hakkımız vardır. Biz bu hakkımızdan emin olarak ve hiç telaş etmeyerek kemal-i sükûnetle amal-i meşruamızın tahakkukuna intizar etmeli ve ona göre çalışmalıyız. Tahakküm devirleri çoktan geçmiştir. İnsaniyet kavaidi, insanlığa mugayir harekâtı bundan böyle ve doğrudan doğruya kendisi müdafaa edecektir. Zaten hak ve adalete mugayir kararlar da payidar olamazlar.”
Muhabir: “Devletçe vaziyet-i siyasiyemiz nasıldır?”
Ben: “Siyasi vaziyetimiz günden güne iyileşmektedir. Avrupa’nın en ileri gelen matbuatı haklarımızı, mesela Londra gazeteleri “Maraş Ermeni kıtali” diye uydurma bir kıtal şayiaları çıkardıkları hâlde Fransız matbuatı bunun aslı olmadığını iddia ve ispat ettikleri gibi bizi müdafaaya başlamışlardır ki, bittabi memnuniyeti muciptir. Her hâlde müselleha şartlarının müsellem olan hukukumuzu ihlal edecek bir mahiyette olmayacağını ümit ederim.”
Muhabir: “İstanbul, İzmir ve Trakya hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Ben: (O zaman İngiliz sansürü buradan iki satır çıkarmıştır.) “İnsaniyet bizim hayat hakkımızı tanıyor, binaenaleyh: “Siz yaşayacaksınız ama kalbinizin yarasını keseceğiz.” diyemezler. İstanbul vücudumuzun başıdır. Başımızı nasıl bıraktılarsa, yaşayışımız için elzem olan İzmir’imizi de bırakacaklardır. Ben herhâlde insanlık hislerinin galebe edeceğinden eminim. Trakya ise hiç mevzubahis olamaz. Trakya işgal altında bile değildir.
Ümit ederim ki bu kadar ızdıraplardan sonra beşeriyet daha tekâmül etmiştir. Nerede olursa olsun bir zulme meydan veremeyecek ve haksızlığı kabul edemeyecektir.”
Muhabir: “Hükûmetle Kuvayımilliye arasındaki münasebet nasıldır?”
Ben: “Neşredilen şayialara rağmen hükûmetle Kuvayımilliye arasındaki münasebet iyidir; zaten ihtilafa bir sebep de yoktur.”
Muhabir: “Ferit Paşa zamanında hükûmetin emirleri taşrada infaz edilmemekteydi. Şimdiki vaziyet nasıldır?”
Ben: “Hükûmetin meşru ve makul emirlerinin hepsi taşrada infaz olunmaktadır.”
7
Divanıharp Reisi’nin Bursa Valiliği, bu vilayette ikinci defa memuriyetimden öncedir. Orada pek çirkin bazı hareketlerde bulunmasından dolayı fırka kumandanı Miralay Bekir Sami Bey tarafından Bursa’dan nasıl çıkarıldığım ve sürgünüm esnasında güya birçok kıymetli eşyası gasp edildiği yolunda vaki olan pek garip ve gülünç davası üzerine, Babıali’nin icrasını bana havale ettiği tahkikatın neticesini aşağılarda hikâye edeceğim. Mumaileyhin bana şahsi husumeti bu tahkikat davasının asılsızlığını göstermiş olmasından neşet etmiştir.
8
İşgali takip eden gecelerden birinde ve Erenköy’de bulunduğum esnada mahut Sait Molla telefonla: “ ‘Galip devletlerin topları İstanbul’a ne yapabilir?’ demişsin, başını ezdireceğim!” diye beni tehdit etmişti.
9
Reis bu fıkranın altını üstünü okumadığı gibi, bu nüshayı evvelce görmemiş olduğundan gazetede bu fıkrayı takip eden cümlelerden haberim yoktu; bununla birlikte geç vakit Sadaret dairesinden çıkıp Nezaret dairesine giderken beni yolda çeviren gazeteciler: “Kuvayımilliye dağıtılacakmış, sahi mi?” diye sordukları için böyle cevap vermiştim.
10
İstanbul’da çıkan Le Journal d’Orient gazetesinin 1 Teşrin-i Sani (Kasım) tarih ve 716 numaralı nüshasından: “… Anzavur tarafından kumanda edilen hükûmet çetelerine gelince, intizamın muhafazasına memur Mustafa Kemal Paşa müfrezeleri adetlerinin azlığından dolayı geriye çekilmişlerdir. Bunun üzerine Düzce kasabası Çerkez ve Abazaların ellerine düşmüş ve bunlar üç gün muntazaman kasabayı soymuşlardır. Bu mücahitler Halife ordusuna mensup olduklarını söylüyorlar ve taharri bahanesiyle evlere giriyorlardı. Düzce kadın ve kızları pek şeni tecavüzlere hedef olmuşlardır. Ahalinin ‘Haydut Paşa’ dedikleri Anzavur Paşa muvasalat eder etmez, Düzce ahalisine otuz bin liralık bir vergi tarh ve cebren tahsil edilmiştir.”
11
Sırası gelince tafsil edileceği üzere iffet ve samimiyetiyle meşhur Abdurrahman Paşa merhumun Kastamonu, İzmir ve Edime vilayetlerinde ve İstanbul’da bulunduğum uzun senelerde kendisiyle iki kardeş gibi yaşadığımız alicenap oğlu Damat Arif Hikmet Paşa, düçar olduğum bu beladan ve nihayet idamdan beni kurtarmak için cidden pek dostane çalıştığı gibi müdafaanamenin suretini de bizzat padişaha vermişti.
12
Tevfik Sükûti ve arkadaşları böyle garip bir cürüm, yani suikast cürmüyle idam olunmuşlardı.
13
Dâhiliye Nezareti’ne memuriyetimden evvel Anadolu vilayetlerinden bazılarına tayin olunan valiler Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul olunamayarak geri gelmiş olduklarından hem badema bu türlü muamelelere mahal kalmamak hem de diğer bazı hususlar bilmüzakere kararlaştırılmak üzere sıhri akrabamdan Muhacirin İskân Şubesi Müdürü Maruf Bey’i bir mektupla Ankara’ya göndermiştim.
Mumaileyh İstanbul’dan Afyonkarahisar’da iskân işlerini teftiş etmeye gidiyor gibi hareket etmişti.
Mustafa Kemal Paşa bu teşebbüsümden pek memnun olarak Maruf’u iltifatla kabul ve maruzatımı dinlemekle beraber, bana taltifkarâne bir cevap yazmış ve bundan sonra cereyan edecek muhaberelerimizde istimal olunmak üzere bir de şifre miftahı göndermişti.
Bundan böyle benim intihap edeceğim valileri müşarünileyh kabul edeceği gibi, idare mesleğinden yetişmiş olmak şartıyla Anadolu’daki memurlardan kendisinin intihap ve işar edecekleri kaymakam, mutasarrıf ve valilerin tayinlerine de ben delalet edecektim.
Nezarette bulunduğum esnada yazılan açık ve şifre telgrafların müsveddeleri divanıharp tarafından istenmesi üzerine “Kalem-i Mahsus” müdürü Methi Bey:
“Hâzim Bey bütün şifreleri akrabasından Maruf Bey’e yazdırdığı için Kuvayımilliye’ye dair nezarette açık ve şifre telgraf müsveddesi yoktur.” demiş olduğundan Maruf Bey hemen divanıharbe celp olunarak reis tarafından yazdığı şifreler hakkında malumat vermesi için hayli tazyik ve tehdit edilmiştir.
14
Beyrut’ta yazdığım telgraf şöyle idi:
“C. 18 Ağustos 1328. On beş gün evvel makam-ı sadaretten aldığım şifre telgrafla zat-ı valâlarının Selanik vilayetine tayinleri Vükela Meclisince tensip olunduğundan muvafakat-âliyeleri cevabı bugün muntazırdır.” denilmiş ve muvafakat edilmemişti. Ben o heyet-i vükela baki iken muvafakat edip etmeyeceğim sorulmaksızın, memuriyetimin Halep vilayetine nakledildiğinin tebliği hayreti mucip oldu. Beyrut bir mutasarrıflık iken de hâlâ mühim ve büyük bir vilayet olan Halep Valiliğine naklim beni hiçbir suretle izrar ve tezlil etmeyeceği cihetle, bu tahvilden şahsen inkisar ve şikâyete mahal yoksa da eğer bir meşrutiyet devrinde yaşadığımız sahih ise, bilvücuh daha nazik olan Selânik valiliği için muvafakatim sual edilip de Halep için sorulmaması sebebi nedir? Devr-i sabıkta defalarca düçar olduğum bu muamelelerin aynıyla bu devirde de tekerrüründen müteessirim. Muhtelif kavimlerden müteşekkil olan Osmanlı İmparatorluğu’nda haklı, haksız her isyan eden kavmi tatyip için mutlaka o kavimden olan zevat iktidar mevkisine getirilecek ve o mevkiye her gelen diğer kavimlerden bulunan memurların her türlü takdire layık vatanperverce hizmetlerine rağmen onların meşru haklarını iptal, izzetinefislerini payimal edecekse, müşterek vatanın selametine cansiperane hizmet edecek kimse bulunmayacaktır.
Daha birkaç ay evvel düşman gülleleri altında şehri yağmadan ve ahaliden bir kısmını katliamdan ve yalnız Beyrut değil belki Suriye kıtasını tasrihe hacet olmayan bir tehlikeden kurtardığımdan dolayı arz ve teklifime binaen altmışı mütecaviz zevata verilen nişanları, madalyaları henüz tevzi etmekte bulunduğum bir sırada muvafakatim alınmaksızın buradan kaldırılmam bu memleketin idari tarihine hayreti mucip bir garibe, makûs bir muamele olmak üzere kaydedilecektir.
Yalnız meşrutiyete değil, insaniyete de çirkin bir darbe ve vatanın menfaatlerini muhil olan bu muameleyi şiddetle protesto eder ve şayet bombardıman esnasında şehri yağma etmelerine müsaade etmediğim eşhası memnun etmekten başka buradan Halep’e kaldırılmaklığıma kanuni bir sebep varsa bunun meydana konulmasını rica ederim.”
19 Ağustos 132815
Bu gazetenin 5 Mart 1914 tarihli nüshasında ve “Muhik Mükâfat” başlığı altında şöyle deniliyordu:
“24 Şubat (İtalyan bombardımanı esnasında) berri ve bahri zabitan ve efratla jandarma, polis vesaireden vazifelerini cesurane ve alicenapça ifa edenlerin hepsi için Vali Bey, ait oldukları makamlardan mükâfat istemiştir. Bundan daha doğru ve haklı bir şey olamaz. Hâzim Bey kendisini unutmuştur; lakin beyefendi hazretlerinin 24 Şubat’ta gerek vatanına ve gerek insaniyete ifa ettiği hizmetleri ebediyen kimse unutmayacaktır. Mamafih âli bir ruh için en iyi, en güzel mükâfat vazifesini ifa etmiş olmaktan hasıl olan vicdani hazdır.”
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера: