Kelile ve Dimne - читать онлайн бесплатно, автор Beydeba Beydeba, ЛитПортал
bannerbanner
Kelile ve Dimne
Добавить В библиотеку
Оценить:

Рейтинг: 5

Поделиться
Купить и скачать

Kelile ve Dimne

Автор:
Жанр:
Год написания книги: 2023
Тэги:
На страницу:
4 из 5
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля

Aslan:

“Anladım fakat öküzün beni aldatmak ve başıma çorap örmek isteyeceğini zannetmiyorum. Çünkü bu şekilde hareket etmesine sebep olacak hiçbir fenalık yapmadım; aksine ona yapmadık iyilik bırakmadım ve onu her dileğine kavuşturdum.” dedi.

Dimne anlattı:

“Fena olan kimse, layık olmadığı yere yükselinceye kadar iyi ve faydalı görünür. Buraya yükseldi mi, daha ilerisine varmak ister. Bilhassa hain ve suçlu olan kimseler böyledir. Sözün kısası, böyle kötü olanlar hükümdara hizmet eder ve hayırseverlik gösterirlerse bunu ancak korku yüzünden yaparlar. Maksatlarına kavuşup da korkuları dinerse eski hâllerine dönerler. Bunlar, düz olsun diye bağlanan köpek kuyruğuna benzerler. Kuyruk bağlı kaldığı müddetçe doğru durur fakat çözülür çözülmez tekrar eğri büğrü olur. Demek ki ey aslan, iyiliğini seven kimselerin kendisine ağır gelen sözlerini dinlemeyen kimse, doğru hareket etmiş olmaz. Çünkü bu şekilde hareket edenler, doktorun öğütleri içerisinde hareket etmeyerek canı ne isterse onu yiyen hastaya benzerler. Hükümdara yardım etmek isteyen kimse ise hükümdarlığın kuvvetini artıracak ve şanını yükseltecek, zarar getiren ve mevki alçaltan her şeyden koruyacak hususlarda en geniş teşviki göstermekle vazifelidir. Arkadaşların, yardımcıların en iyisi, öğüt vermek hususunda bir şeyden çekinmeyen ve dalkavukluktan sakınandır. Yapılan işlerin en hayırlısı, sonu en iyi olandır. Nasıl ki kadınların iyisi, kocasına en uygun olanıdır. Övmenin en iyisi de iyi insanların ağzından çıkandır. Devlet ve nimetin en hayırlısı, nankörlük karışmayandır. Ahlakın en hayırlısı, kötülükten korunmaya en çok yarayandır. Deniliyor ki yastık diye başını ateşe dayayan, yatak diye yılanların üzerine yatan bir adam, emniyet ettiği bir dostundan düşmanlık sezen bir adamdan daha rahat uyur. Hükümdarların en âcizi, ağır yürekli olanı, işlerin ilerisini sezmeyeni, kuduran bir fil gibi hiçbir şeye ehemmiyet vermeyenidir. Böylesi bir şey yüzünden üzüldü mü, ona aldırış etmez ve kayba uğradı mı, sorumluluğu adamlarına yükler.”

Aslan buna karşı:

“Sözü, çok ağır söyledin. Fakat hayırsever ve iyilik eden kimsenin sözünü kabul etmek ve sözünün ağırlığına dayanmak gerektir. Şayet Şetrebe bana düşmansa ondan bana bir zarar gelmesine imkân yoktur. Bana nasıl zarar verebilir ki o, ot yiyen bir hayvandır, bense et yiyen bir aslanım. O her an bana yem olabilir ve benim ondan korkmama imkân yoktur. Ben onun burada emniyet ve selamet içinde yaşamasına söz verdim. Ona her türlü izzet ve ikramı gösterdim. Bu davranışımı değiştirecek olursam kendi kendimi düşürürüm, cahilliğimi kabul etmiş ve sözümü tutmamış olurum.” dedi.

Buna karşı Dimne dedi ki:

“ ‘O benim yemimdir. Benim ondan korkacak bir şeyim yoktur.’ diyerek kendini aldatma. Çünkü Şetrebe, kendi kuvvetiyle seni yenemezse başkasını kullanarak senin hakkından gelmeye uğraşır. Derler ki: Ahlakını tanımadığın bir kimse seni bir saat için misafir etmek isterse, ondan bir zarar gelmesi, onun yüzünden bitin başına gelenin başınıza gelmesi muhtemeldir.”

Aslan sordu:

“Bitin başına ne geldi?”

Dimne anlattı:

Derler ki bitin biri, zengin bir adamın yatağında yerleşmiş ve orada bir hayli zaman geçirmiş. Geceleri adam uyuduktan sonra usulcacık sokulur, yavaşçacık kanını emer ve onu rahatsız etmeden çekilirmiş. Böylece bir müddet geçtikten sonra bir gün bir pire, biti ziyaret eder, bit onu misafir etmek isteyerek şöyle söyler:

“Bu akşam bizde kal, yatak çok yumuşak ve kan çok bol!”

Pire kalır. Gece ev sahibi gelerek yatağına girer ve uyur. Pire de fırsat bu fırsattır, diyerek adamın üzerine çullanır ve öyle bir sokar ki adam hemen uyanır ve uykusu kaçtığı için yatağının aranmasını emreder. Arayanlar yatakta yalnız biti buldukları için onu alırlar ve öldürürler. Pire de hemen kaçar.

“Sana, bu örneği vermemin sebebi, fenanın kötülüğünden kimsenin kurtulamayacağını anlatmak içindir. Böylesi, kötülük edemeyecek hâle de gelse aynı şeyi yapmak için başka bir çare bulur. Onun için şayet Şetrebe’den korkmuyorsan ordu içinde sana karşı kışkırttığı, senin aleyhine çevirdiği kimselerden kork.”

Dimne’nin bu sözleri aslanın üzerinde tesir etti. O da sordu:

“O hâlde ne dersin? Ve ne yolda hareketi uygun bulursun?”

Dimne cevap verdi:

“Çürüyen bir diş, çıkarılıncaya kadar yalnız ızdırap verir. Mide içinde çürüyen bir gıdadan kurtulmanın çaresi de onu uzaklaştırmaktır. Korku veren düşmanın çaresi de öldürmektir.”

Buna karşı aslan şu sözleri söyledi:

“Artık beni Şetrebe’nin yanımda bulunmasından hoşlanmayacak hâle getirdin. Ona haber göndereceğim ve bu hislerimi ona anlatacağım.”

Daha sonra aslan, Dimne’ye izin verdi.

Fakat Dimne aslanın Şetrebe ile konuştuktan ve cevaplarını dinledikten sonra fikrini değiştireceğine, uydurmalarını ve yalanlarını anlayacağına hükmetti. Ve aslana şu sözleri söyledi:

“Şetrebe’yi çağırmanı doğru bulmuyorum ve akıl kârı görmüyorum. Bana kalırsa hükümdar, bu noktayı düşünsün. Çünkü Şetrebe bir şey sezerse korkarım ki küstahlığını birdenbire ileri götürür. Hele bu Şetrebe, sizinle dövüşmeye kalkışırsa herhâlde buna göre hazırlıklı davranır. Yahut sizden ayrılırsa bu hareketinin sizi küçük düşürmesini ve şanınızı lekelemesini ister. Düşünceli hükümdarlar, suçunu bildirmedikleri bir kimsenin cezasını beyan etmezler fakat her suçun bir cezası vardır. Açık suçlarınki açık, gizli suçlarınki de gizlidir.”

Aslan anlattı:

“Hükümdar, incelemediği ve işlenmiş olduğuna inanmadığı bir suç yüzünden ceza verecek olursa bu cezayı kendi kendine vermiş ve kendi benliğine eziyet etmiş olur.”

Dimne şu karşılığı verdi:

“Böyle düşündüğünüze göre Şetrebe’yi hazırlıklı bir hâlde karşılamanız icap eder. Sakın sizi gafil avlamasın. Nitekim siz onun huzurunuza girer girmez büyük bir işe kalkışmak üzere olduğunu hemen anlayacaksınız. Bunun belirtileri renginin uçmuş olması, dizlerinin titremesi, sağa sola bakıp durması, boynuzlarını savaşa girecekmiş gibi sallamasıdır.”

Aslan:

“Pekâlâ, ondan sakınırım. Şayet senin anlattığın gibi davranırsa benim de artık bir şüphem kalmaz.” dedi.

Dimne aslanı bu şekilde kışkırttıktan, aslanı iyice doldurduğuna inandıktan ve aslanın öküze karşı gayet ihtiyatlı ve hazırlıklı davranacağını anladıktan sonra öküzü de görüp onu aslan aleyhinde kışkırtmak istedi. Fakat kendiliğinden gittiği takdirde aslanın bundan haber alarak rahatsız olmasından endişe ettiği için aslanın, kendisini göndermesini istedi. Ve söze şöyle devam etti:

“Şetrebe’yi görüp sözlerini dinlememe, içyüzünü anlamama ve öğreneceklerimi size bildirmeme izin verir misiniz?”

Aslan buna izin verdi. Dimne de kalkıp gitti. Üzgün ve kırgın bir hâlde Şetrebe’nin yanına girdi.

Şetrebe, Dimne’yi çok iyi karşılayarak:

“Ayol, epeyce zamandır neredesin? Günlerden beri seni görmez olduk. Sen de bizi aramaz sormaz oldun. Hayırdır inşallah!” dedi.

Dimne cevap verdi:

“Kendi alın yazısına hâkim olmayan ve alın yazısını güvenmediği kimselerin eline vererek korku ve endişe içinde yaşayan, bir tek saatini huzur içinde geçirmeyen kimse, hayır yüzü görür mü?”

Şetrebe sordu:

“Ne oldu?”

Dimne anlattı:

“Olacak oldu. Zaten kim kadere karşı gelebilir? Kim dünyada biraz sevilir de nankörlük ile karşılaşmaz? Kim isteğine erer de aldanmaz? Kim arzu ve hevesine kapılır da zarar görmez? Kim kendini kadınlara kaptırır da başına bela gelmez? Kim kötürümlerden bir şey ister de mahrum kalmaz ve kim fena insanlarla düşer kalkar da selametten uzak düşmez? Velhasıl kim hükümdarların kapısına düşer de bir gün kötülüğe uğramaz? Ne doğru söylemişler. Hükümdarların arkadaş oldukları kimselere karşı vefasızlıkları ve kaybettikleri dostlara karşı üzüntüleri, bir dost kaybettikçe yenisini karşılayan fahişelerin vefasızlığına ve üzüntülerine benzer.”

Şetrebe:

“Senden öyle sözler işitiyorum ki aslandan yana şüpheye düştüğünü ve korktuğunu anlıyorum.” dedi.

Dimne:

“Evet, böyle bir şüpheye düştüm. Fakat kendim için değil!” dedi.

Şetrebe sordu:

“Ya kimin için?”

Dimne anlattı:

“Aramızdaki dostluk ve hukuku biliyorsun. Aslan beni senin yanına gönderdiği zaman, ben sana söz vermiş ve antlar içmiştim. Onun için bildiğimi sana bildirmek ve korktuğumu sana haber vermek isterim.”

Şetrebe sordu:

“Ne biliyorsun?”

Dimne açıkladı:

“Sözünden şüphe edilmeyecek gerçek sözlü ve tecrübeli bir kimse bana anlattı ki aslan bazı dostlarına ve meclisine devam edenlere: ‘Öküzün semizliği hoşuma gitti. Yaşamasına da lüzum yok. Onu yiyeceğim ve etini dostlarıma ikram edeceğim.’ demiş. Bu sözleri işitip onun sözünü tutmayacağını ve sana haksızlık edeceğini anladım. Onun için sana gelerek hakkını ödemek ve çare bulup başını kurtarmanı sağlamak istedim.”

Şetrebe bu sözleri dinleyince Dimne’nin vaktiyle kendisine verdiği fikirleri hatırladı. Aslanın hâl ve şanını düşünerek Dimne’nin kendisine dostluk gösterdiğini sandı. Vaziyetini, onun tarafından anlatıldığı gibi olacağına inanarak üzüldü ve şu sözleri söyledi:

“Aslana veyahut emrindeki kimselerden birine karşı hiçbir kusur ve kabahatte bulunmadığıma bakarak onun beni feda etmesini ummuyorum. Herhâlde aslana benim aleyhimde birçok yalanlar söylenmiş olacak ki o da bana karşı bu şekilde hareket etti. Çünkü aslan bir sürü fena kimselerle düşüp kalkıyor. Kendisi bunlardan aslı esası olmayan sözler işitmeye ve bunlara inanmaya alışmıştır. Fena kimselerle düşüp kalkmak, iyilerden şüpheye sebep olabilir ve bu hâl insanı hataya düşürebilir. Nasıl ki bir ördek suyun içinde bir yıldızın akseden ışığını görerek onu balık sanmış, bu balığı avlamak için uğraşmış, bu tecrübeyi birkaç defa tekrar ettikten sonra onun avlanmaz bir şey olduğuna hükmederek vazgeçmişti. Daha sonra ertesi gün aynı suyun içinde hakiki bir balık gören ördek, onu geceleyin gördüğü aksin tıpkısı sanarak onu avlamaya uğraşmamıştı.

Aslana da benim hakkımda birtakım yalanlar söylenmiş, o da bunları dinlemiş ve inanmış ise başkasının başına gelenler benim başıma da gelir. Şayet aslana benim aleyhimde bir şey söylenmediği hâlde, hiçbir sebebe dayanmadan bana kötülük etmek istiyorsa buna hayret etmemek mümkün değildir. Bir kimsenin başkasını hoşnut etmeye uğraşmasına karşılık, onu hoşnut etmeye muvaffak olamaması, hakikaten hayrete değer bir hâldir. Fakat insanı daha fazla hayrete düşürecek bir şey, memnun etmeye uğraştığı bir kimsenin öfkesine uğramasıdır. Şayet bu gazabı gerektiren bir sebep varsa, bu sebebin ortadan kalkmasıyla vaziyetin değişmesi ve rızanın kazanılması mümkündür. Fakat bu gazap sebepsiz ise her ümidi kesmek lazımdır. Çünkü ancak bir sebebe dayanan hiddet yatıştırılabilinir ve bu gazap rızaya çevrilir. Ben de vaziyetime baktım ve aslana karşı büyük küçük hiçbir kabahat işlediğimi görmedim. Fakat bir dost ile uzun bir arkadaşlık yapan kimsenin her hususta dikkatli davranmasına ve her hususa da aynı uyanıklığı göstermesine imkân yoktur. Bu yüzden belki de dostu üzecek büyük küçük birtakım yanlışlar yapılması olağandır. Ancak akıllı ve vefalı olan kimse, bu çeşit kusurların bir kasta bağlı olup olmadığına bakar, bu kusurun af ile karşılanması için bir engel bulunup bulunmadığına yahut bu kusura göz yummanın kendisini düşürüp düşürmeyeceğine dikkat eder ve göz yummaya yardım eden bir kusur yüzünden dostunu tenkitten çekinir. Aslan da benim bir kusurumu görmüş olabilir. Fakat ben farkında değilim. Bununla beraber benim mevkim itibarıyla nankörlük fakat aslana karşı dostluğum bakımından hayırseverlik sayılacak birtakım fikir ayrılıkları bulunabilir. O da bu ayrılığı, belki küstahlık saymıştır. Fakat ben bu yolda da son derece ihtiyatlı davrandım. Ancak sağduyu ve ahlak icaplarından ayrıldığını gördüğüm zaman ona karşı geldim. Bunu da kumandanlarının ve dostlarının yanında değil fakat baş başa kaldığımız zaman kendisine anlattım. Sözlerimi bir sır emniyet eder gibi söylemiş ve hürmet vazifesinde kusur etmemeye en büyük önemi vermiştim. Çünkü biliyorum ki danıştığı zaman dostlardan, hastalandığı zaman hekimlerden, şüpheye düştüğü zaman ilim adamlarından, gevşek davranarak gelişigüzel öğüt almayı bekleyen kimse, yanlışın en büyüğüne düşmüş, başından geçen dertleri çoğaltmış ve büyük vebal yüklenmiş olur.

Vaziyet böyle değil de aslanın hâli, hükümdarların uğradıkları sarhoşluk buhranlarından biri ise diyecek yok. Hükümdara; inanç, güven, sevgi ve saygı dairesinde dost olmanın dahi tehlikeli olduğunu bilirim. Şayet bu değil de benim bir parça bilgili olmam dolayısıyla bu hâl başıma geliyorsa buna karşı gelmeye de imkân yoktur. Fakat beni bu hâle uğratan sebep, bütün bunların hiçbiri değilse o hâlde kaza ve kaderin bir cilvesidir. Kaza ve kadere karşı gelmek ise kimsenin elinde değildir. Aslanın kuvvet ve satvetini mahveden ve onu mezara sürükleyen, zayi bir adamı kudurmuş bir filin sırtında taşıyan, zehirli yılanın üzerine zehirli dişlerini sökecek ve onu oynatacak kimseleri üşüştüren, âcize akıl veren, kuvvetli ve cesur kimseyi acze düşüren, eli dar olanın elini genişleten, korkağa cesaret veren ve cesurun içine korku salan kaza ve kaderdir.”

Dimne dedi ki:

“Aslanın sana karşı kastı, fena kimselerin kendisini kışkırtmalarından yahut hükümdarlık sarhoşluğunun nöbetlerine tutulmasından dolayı değildir, doğrudan doğruya gaddar ve hain olmasındandır. Çünkü aslan, içi kötü, hain ve namerttir. Onun insana verdiği yem, başı tatlı ve sonu öldürücü zehirle dolu bir şeydir.”

Şetrebe cevap verdi:

“Demek ben o tadı tadarak hoşlandım. Şimdi de sonu olan zehre vardım. Zaten ecelim gelmemiş olsaydı, ben bu aslanın yanına düşmezdim. Çünkü o et yiyen, ben ise ot yiyen bir hayvanım. Ben bu işte kokusunu ve tadını beğendiği nilüfer üzerine konan ve bu yüzden onun üzerinden ayrılmayan fakat ortalık kararır kararmaz yaprakları üzerine kapanan, böylece yapraklar içinde uğraşıp didişen ve nihayet ölen bir arı gibiyim. Zaten dünyada kısmeti ile kanmayan ve daha fazlasına göz diken kimse, ağaçlar ve çiçeklerle hoşnut olmayarak filin kulağından akan suya göz diken ve filin kulaklarından yediği darbelerle yok olan sinek gibidir. İyiliği ve sevgiyi şükretmeyen kimselere gösterenler, tuzlu toprağa ekin ekenler gibidirler. Kendisini beğenen kimseye söz söyleyenler, ölüden akıl danışan yahut sağıra sır emanet eden kimselere benzerler.”

Buna karşı Dimne şunları söyledi:

“Sen bu sözleri bırak da başının çaresini ara!”

Şetrebe cevap verdi:

“Kendime nasıl çare bulayım? Mademki aslan benim etimi yemeyi kurmuştur ve kendisi anlattığın gibi fena düşünceli ve fena huyludur, artık benim için yapılacak bir şey kalmamıştır. Hâlbuki ben, onun bana karşı iyilikten başka bir şey düşünmediğini sanıyordum. Fakat kendisi böyle düşünmüş ve dostları benim öldürülmemi istemiş olsalar da yine kurtuluş imkânı kalmazdı. Çünkü iyi ve suçsuz bir kimse etrafında düzenbaz ve zalim kimseler toplanacak olurlarsa onu muhakkak ki ölüme uğratırlar. Onların zayıf olmaları ve zulme uğrayan kimsenin kuvvetli olması da buna karşı fayda etmez. Nasıl ki kurt, karga ve çakal bir olarak devenin öldürülmesine sebep olmuşlar ve bunu yapmaları için ona hıyanet etmeleri ve onu aldatmaları kâfi gelmişti.”

Dimne sordu:

“Bu nasıl oldu?”

Şetrebe anlattı:

Bir aslan, insanların geçtikleri bir yola yakın bir ağaçlıkta barınıyormuş; bir kurt, bir karga ve bir çakaldan ibaret üç arkadaşı varmış. Günün birinde birtakım çobanlar buradan geçmişler. Yanlarında birtakım develer de bulunuyormuş. Develerden biri geride kalarak ağaçlığa girmiş ve aslanın yanına varmış. Aslan deveyi görerek sormuş:

“Nereden geldin?”

“Şuradan geldim!”

Aslan tekrar sormuş:

“Ne diliyorsun?’’

Deve cevap vermiş:

“Efendimiz ne emrederse onu yapmak!”

Aslan şu sözleri söylemiş:

“Öyle ise yanımızda kal. Burada bolluk, genişlik ve emniyet var!”

Deve de burada kalmış, aslan ve arkadaşlarıyla birlikte uzun bir zaman yaşamış. Derken günün birinde aslan ava çıkmış büyük bir fil ile karşılaşarak şiddetli bir savaşa tutuşmuş, sonunda yaralı bereli bir hâlde filin elinden kurtulmuş ve yaralarından kan aka aka geri dönmüş. Dönmüş ama döner dönmez kımıldayamayacak, avlanamayacak bir hâlde yere serilmiş. Kurt, karga ve çakal, aslanın artıklarıyla geçindikleri için günlerce yiyecek bulamamak yüzünden zayıfladıkça zayıflamışlar, aslan da onların bu hâline bakarak:

“Yahu, çok bozuldunuz ve beslenmeye muhtaç bir hâle geldiniz.” demiş.

Üçü de birden:

“Biz kendimizi asla düşünmüyoruz. Fakat efendimizi bu hâlde gördükçe ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Elimizden gelse de size yiyecek bulsak…” demişler. Aslan da:

“Sizin, iyilikseverliğinize inanıyorum. O hâlde sağa sola bir başvursanız da bir av bulsanız, bu sayede ben de siz de biraz bir şeyler yesek!..” demiş.

Kurt, çakal ve karga aslanın yanından çıkarak bir kenara çekilmişler, oturup konuşmuşlar ve:

“Bizimle şu ot yiyen hayvan arasındaki münasebet ne? Onun hiçbir hâli bizim hâlimize benzemez ve kafası bizim kafamız gibi işlemez. O hâlde aslanın şunu parçalayıp yemesini, etinden de bize yedirmesini tavsiye etsek?..” demişler.

Çakal:

“Hayır, bunu aslana söyleyemeyiz. Çünkü deveye söz vermiş ve onun burada huzur içinde yaşayacağını söylemiştir.” demiş.

Buna karşı karga şu cevabı vermiş:

“Ben aslanla konuşur, meseleyi hallederim.”

Ve hemen yerinden kalkıp aslanın yanına gitmiş, aslan sormuş:

“Bir şeyler buldunuz mu?”

Karga şu cevabı vermiş:

“Ancak çalışan ve gören bir kimse bir şeyler bulur. Bize gelince, uğradığımız açlık yüzünden gözümüz görmüyor ve çalışmaya da takatimiz yok. Fakat bir çare bulduk ve bu çare üzerinde birleştik. Hükümdar da razı olursa mesele kalmaz.”

Aslan sordu:

“Bulduğunuz çare ne?”

Karga anlattı:

“Şu deve yok mu? O, ot yiyen hayvan olduğu, bize hiçbir faydası dokunmadığı, hiçbir zararı gideremediği hâlde aramızda dönüp dolaşıyor ve hiçbir işe yaramıyor.”

Aslan, bu sözlerden fena hâlde kızarak der ki:

“Ne fena düşünüyor ve ne bayağı sözler söylüyorsun. Vefalılığa ve merhamete ne kadar aykırı şeylerden bahsediyorsun. Senin bana karşı bu kadar küstahlık göstermeni, bana bu çeşit sözlerle hitap etmeni hiç beklemezdim. Biliyorsun ki ben deveye söz verdim. Onun burada emniyet ve huzur içinde yaşayabileceğini kendisine bildirdim. Dünyada yapılacak en büyük iyilik, korku içinde yaşayan bir kimseyi emniyete kavuşturmak, boşu boşuna akıtılacak bir kanı korumaktır. Ben deveye bu yolda söz vermiş bulunuyorum. Verdiğim sözden dönmeye imkân yoktur.”

Buna karşı karga der ki:

“Bütün bunları biliyorum. Fakat bir ev halkını kurtarmak için bir can, bir kabileyi kurtarmak için bir ev halkı, bir şehir halkını kurtarmak için bir kabile ve bir devleti kurtarmak için bir şehir feda edilebilir. Şimdi ise devlet ihtiyaç içindedir. Hükümdar kabul ettiği takdirde ben, ona hiçbir eziyet çektirmeden verdiği sözden kurtarırım. Ona göre çare bulur ve bu çare sayesinde vaziyeti düzelterek mükemmel bir netice elde ederiz.”

Buna karşı aslan susar ve karga, aslanın susmasını “evet” sayarak arkadaşlarının yanına gider, der ki:

“Aslanla, deveyi yemek bahsini konuştum. Hepimiz deveyi alarak aslanın yanına gider, aslanın hâlinden yana yakıla bahseder, onun vaziyetinden endişe ettiğimizi, bu vaziyetin içinden çıkmak için çare aradığımızı anlatırız. Daha sonra her birimiz kendini aslan uğrunda fedaya hazır olduğunu ve aslanın kendisini yiyerek açlıktan kurtulmasını istediğini söyleriz. Diğerlerimiz, onun bu işe yaramadığını ve ileri sürdüğü düşüncenin boş olduğunu, onun etini yemenin zarardan başka bir şey getirmeyeceğini anlatırlar. Bunu yaptığımız takdirde hepimiz kurtuluruz, aslan da memnun olur.”

Bunun üzerine hepsi aslanın yanına giderler. Evvela karga söze başlayarak der ki:

“Ey hükümdar! Hayatını devam ettirmek için gıdaya muhtaç oldun. Biz senin uğrunda fedayız. Çünkü senin sayende yaşıyoruz. Ölecek olursan, ölümünden sonra yaşayamayız. Birimiz de hayattan zerre kadar zevk alamaz. Onun için hükümdardan rica ediyorum. Beni yiyiniz! Ve ben bunu gönül rızasıyla kabul ediyorum.”

Kurt ile çakal hemen ileri atılarak derler ki:

“Ne diyorsun yahu? Seni yemekten ne hayır gelebilir? Aslanın karnını doyuramazsın ki…”

Daha sonra çakal söze devam ederek der ki:

“Ben ise hükümdarımızın karnını doyurmaya yeterim. Çok rica ederim, aslan beni yesin. Ben buna gönül hoşluğu ile razıyım!”

Kurt ile karga hemen atılırlar:

“Ne diyorsun! Senin etin yenilir mi hiç? Sen çirkef, kokmuş etlinin birisin!”

Kurt şunları ilave eder:

“Fakat benim etim senin etin gibi değildir. Hükümdar benim etimi yesin. Ben bunu gönül rızasıyla kabul ediyorum. Etim, hükümdara helal olsun!”

Bu defa karga ile çakal itiraz ederek derler ki:

“Hekimler, ‘Kim kendini öldürmek istiyorsa kurt eti yesin.’ diyorlar.”

Deve, bu vaziyet karşısında, kendini sunarak etinin yenmesini teklif ederse onu da korumak için birtakım bahaneler bulacaklarını, bu sayede kurtulacağını ve aslanı da hoşnut ederek her tehlikeden korunacağını zanneder ve der ki:

“Benim etim aslanı doyurur. Çünkü etim lezzetlidir, şifalıdır ve karnımın içi tertemizdir. Hükümdar beni yesin, doysun ve arkadaşlarını, hizmetkârlarını doyursun. Ben buna razıyım. Etim hükümdara helal olsun.”

Kurt, çakal ve karga:

“Deve çok doğru söyledi; iyi hareket etti ve bildiğini anlattı!” derler ve derhâl üzerine atılarak parçalarlar.

“Sana bu misali anlatmamın sebebi, şunu iyi bildirmektir: Şayet aslanın arkadaşları ölümümü istemek hususunda birleşmişlerse bunlardan korunmaya ve bunlara karşı gelmeye imkân yoktur. Hatta aslan onlar gibi düşünmüyorsa da onun bu hâli bana fayda vermez ve beni korumaz. ‘Gerçi hükümdarların en hayırlısı insanlar arasında adaleti gözetendir.’ deniliyor fakat aslan bana karşı yalnız iyilik ve merhamet hissiyle hareket edecek olursa muhakkak ki aleyhimde söylenen sözler, onun da değişmesine sebep olur ve bu sözler çoğaldıkça bana karşı hissolunan esirgeme ve koruma hissi de gönüllerden silinir. Görmüyor musun ki su, söz gibi değildir. Taş, insanlardan da sudan da serttir. Fakat su, taşın üzerinden aka aka onu aşındırır ve deler. Sözün de insan üzerindeki tesiri böyledir.”

Dimne sordu:

“O hâlde ne yapmak fikrindesin?”

Şetrebe cevap verdi:

“Kavga için hazırlanmaktan ve uğraşmaktan başka çare yoktur. Çünkü canını kurtarmak için uğraşan kimsenin kazanacağı sevap, en büyük sevaptır.”

Dimne itiraz etti:

“Başka bir çare bulunduğu hâlde, bir kimsenin kendisini tehlikeye atması reva değildir. Akıllı kişi, kavgayı en son çare sayar. Daha önce daha başka çarelere başvurur ve bu çareleri dener. Derler ki zayıf sayılan, hor görülen düşmanı, sakın hor görme. Hele bu türlü düşman, becerikli ise ve yardımcı toplamaya gücü yetiyorsa onu mutlaka hor görmemek icap eder. Zayıf düşmana bu şekilde saygı göstermek gerektiğine göre cesur ve cüretli düşmana karşı ne yapmak lazım geldiğini düşünmek isabetli olur. Düşmanını, zaafı yüzünden hor gören kimse, deniz perisinin Taytava kuşundan uğradığı hâle uğrar.”

Şetrebe sordu:

“Bu nasıl oldu?”

Dimne anlattı:

“Deniz kuşlarından Taytava adlı birinin yurdu, deniz sahili üzerinde idi ve karısıyla birlikte yaşamakta idi. Yavrulamak zamanları erişince dişi, erkeğe dedi ki:

“Sağlam bir yer bulsak da orada yavrularımızı çıkarsak. Çünkü deniz perisinin, suları kabartınca yavrularımızı silip süpürmesinden korkuyorum.”

Erkek şu cevabı verdi:

“Olduğumuz yerde yavrula! Burası bize çok uygun bir yerdir. Su ve çiçekler yakınımızdadır.”

Dişi:

“Budala! Dikkat et, ben deniz perisinden korkuyorum.” dedi.

Erkek ısrar etti:

“Sen buracıkta yavrula! Deniz perisi bize dokunmaz.”

Dişi:

“Amma inatçısın. Onun bizi nasıl korkuttuğunu ve neler söylediğini hatırlamıyor musun? Sonra kendine ve yavrularına bir değer vermiyor musun?” dedi.

Fakat dişi, erkeğine söz anlatamadı. Dişi bir hayli söylendikten sonra dedi ki:

“İyilikseverlerin verdiği öğüdü dinlemeyenin başına, ördeklerin sözünü dinlemeyen kaplumbağanın başına gelen gelir.”

Erkek sordu:

“Bu, nasıl oldu?”

Dişi de anlattı:

Derler ki sazlı bir gölde iki ördek yaşıyordu. Burada bulunan bir kaplumbağa ile bu ördekler arasında sevgi ve dostluk vardı. Çok geçmeden gölün suyu çekildi, ördekler de kaplumbağaya veda etmek için onun yanına geldiler:

“Selam, biz suların çekilmesi yüzünden gidiyoruz.” dediler.

Kaplumbağa:

“Ayol, suların çekilmesi, sizden fazla beni rahatsız eder. Çünkü ben, gemi gibi susuz yaşayamam. Siz ise her nerede bulunursanız yaşar gidersiniz. Onun için beni de beraber götürünüz.” dedi.

“Pekâlâ.” dediler.

Kaplumbağa sordu:

“Beni nasıl taşırsınız?”

Anlattılar:

“İkimiz bir çubuğun iki ucunu tutarız. Sen de ağzınla onun ortasını yakalarsın. Biz de uçarız, seni de götürürüz. Yalnız bizi gören insanların söylediklerini işitirsen sakın onlara cevap vermeye kalkışma!”

На страницу:
4 из 5