
ESRARENGIZ KELIMELER 2-MALIKANEDEKI YABANCI
Aslında sorunun cevabını öğrenmenin tek bir yolu olduğunu hepsi biliyordu. Gulliver’in Gezileri’ni inceleyeceklerdi. Bunun yalnızca, “Okula hoş geldiniz!” şifresi mi olduğunu yoksa her şeye yeni baştan mı başladıklarını ancak o zaman anlayabilirlerdi.
Mert kitabın 15. sayfasını açmakla incelemeyi başlattı. 15 santimin, Lilliput halkının boyunun yanı sıra başka bir şeyi daha işaret etmesini umuyordu.
15. sayfada ilgilerini çekecek, ipucu niteliğinde bir şey yoktu, 15. satırda da… Sonra bölümlere baktılar. Her iki yolculuk da sekizer bölümden oluşuyordu. Hiçbiri 15 sayısını nasıl değerlendireceklerini bilmiyordu. Sonra şifrenin ilk iki satırındaki rakamları göz önüne alıp ikinci ve dördüncü bölüme baktılar, sonra ikinci ve dördünce satıra… Bu böyle devam etti.
Sonunda Feridun, “Elimizde kitapla okula gitmek yeterli olabilir, kâfi gelebilir.” diye fikrini belirtti.
Mert, “Neden olmasın!” dedi. Belki de tek yapmaları gereken buydu! Şifrenin parçalarını bir araya getirdiklerini ve birlikte çözüme ulaştıklarını göstermek.
Bu fikir İdil’e kötü görünmemişti. Sil baştan olacak değildi ya! Hem zaten kütüphanenin kafesinde oyalanmanın bir anlamı yoktu. Gulliver’in Gezileri’ni de yanlarına alıp çıktılar.
Bu sırada Sarp, “Belki de bu, gerçekten bir tür karşılama sürprizidir. Bu defa bizi, okula hoş geldiniz, yazısıyla, hatta okula hoş geldiniz komitesiyle karşılarlar, ne dersiniz?” diye sordu.
Nesli dışında kimse tepki göstermedi. O da sadece gözlerini devirdi.
5. Bölüm
Birlikten Kuvvet Doğar!

Malikânenin önüne geldiklerinde, etraf fazlasıyla sakindi. Değil, hoş geldiniz komitesi, etrafta ağaçlar dışında canlı varlık bile yoktu.
Narin kulak kesildi. “Dikkat ettiniz mi? Rüzgâr da esmiyor.”
Bahçe kapısı aralıktı. Çocukları içeri buyur etmekte bir sakınca görmüyordu sanki. Giriş kapısı da sanki özellikle aralık bırakılmıştı. Hepsini tuhaf bir korku sardı. Okul boşken kapılarının açık bırakılması ne kadar güvenliydi ki?
Sarp hâlâ umudunu yitirmemişti. “Bu kadar sessiz olduğuna göre, kesin bizi bekleyen bir sürpriz var.”
Mert, “Herkesin bir anda ortaya çıkıp bizi karşılayacağını hiç sanmıyorum, Sarp.” dedi.
Temkinli adımlarla içeri girdiler. Girişin koyu renk zemini, gözlerine nedense kasvetli görünmüştü. Ne yapacaklarını bilemediklerinden bir süre öylece dikildiler.
Sarp, “Galiba elimizde kitapla okula gelmek yeterli değilmiş.” diye fısıldayarak itiraf etti. Normal sesle konuşmaya çekinmişti.
Nesli de alçak sesle, “Ben karşılama komitesi beklemiyordum tabii ama…” diye Sarp’a katıldı ki, az rastlanır bir durumdu. “Bunda da bir tuhaflık var.”
Mert arkadaşlarını rahatlatmak için, “Muhtemelen okulun emektarı etraftadır, o yüzden kapı açıktır.” dedi. Gerçi tuhaf buldukları birinin her an ortaya çıkabileceği düşüncesi, içlerini ne kadar rahatlatabilirdi ki! Ancak Mert’in aklına başka mantıklı bir açıklama gelmemişti.
Sözleşmişçesine okuma salonuna yöneldiler. O derin sessizlikte ayak sesleri duyulmasın diye neredeyse parmaklarının ucunda yürüyeceklerdi. Etrafta ne emektar ne de başka biri vardı.
Okuma salonunun en dibindeki odaya kadar çekinerek yürüdüler. Her biri içten içe, eğer biriyle karşılaşırlarsa orada bulunmalarını nasıl açıklayacaklarını düşünüyordu. Şifrelerin yazılı olduğu notlardan kime söz edebileceklerini bilmiyorlardı.
İdil’in daha önce, dersleri göreceklerini söylediği masanın etrafını sardılar. Sanki az sonra gerçekten derse başlayacaklardı. Hatta İdil Gulliver’in Gezileri’yle sandalyelerden birine çöktü. “Kitapta gözümüzden kaçan bir ipucu olmadığına eminiz, değil mi?” diye sordu.
Grubun kalanından belli belirsiz mırıltılar yükseldi. Nesli, “Tabii ki emin değiliz.” dedi. “Söz konusu şifreler ve ipuçlarıysa her zaman şüphe duyulacak bir yan vardır.”
İdil, tahmin ettiği cevabı duymuş gibi başını hafifçe salladı. O sırada Narin de kızın yanındaki sandalyeye oturmuştu. Yalnızca yine atkuyruğu yaptığı uzun sarı saçları değil, hareketleri de tüy gibi hafifti. “Öyleyse Gulliver’in Gezileri de doğru kitap olmayabilir! Sizce de olası değil mi?”
Olasıydı! Hepsinin içine bir şüphe gelip çöreklenmişti. Oysa halk kütüphanesinden ayrılıp okula gelirken doğru ipucunu bulduklarına nasıl da emindiler!
İdil birden yerinden fırladı. “Elbette!” dedi. Sesi beklediğinden yüksek çıkmıştı. “Doğru kitap bu değil de başka bir Gulliver’in Gezileri olabilir.” Bir yandan elindeki kitabı hafifçe salladı.
Feridun’la Sarp sözleşmişçesine bir ağızdan, “Gulliver’in Gezileri adında başka bir kitap mı var?” dediler. Hemen ardından bu ortak cevaptan rahatsız olup birbirlerine kaçamak bir bakış attılar.
Mert’le Nesli, İdil’in ne demek istediğini anlamışlardı. Mert, “Aramamız gereken kopya buralarda bir yerde olabilir mi?” derken gözleriyle rafları taradı.
Nesli, “Baskı!” dedi. Kendini tutamayıp Mert’i düzeltmişti.
Mert bu durumu umursamadı. Ancak Nesli yine de, “Demek istediğim, özel bir baskıdır belki!” diye ekleyip yaptığı patavatsızlığı toparlamaya çalıştı. “Şifreler okuldayken çantamıza konduğuna göre, bulmamız gereken kitabın da okulun duvarları arasında bir yerde olması doğal.”
Hepsinin içini o bildik heyecan sardı. Kimsenin başka bir şey söylemesine gerek kalmadı, hızla okuma odalarına dağıldılar. Raflarda ne kadar Gulliver’in Gezileri varsa bulacaklardı. Arama işi zaman alabilirdi ama hiçbirinin bunu düşündüğü yoktu.
İdil, “Kitapları aldığımız yerleri unutmayalım!” diye uyarmayı ihmal etmedi. “Tekrar yerlerine koymak için.” Kendilerini kaptırıp okuma salonunu birbirine katmasalar iyi olurdu.
Arama çalışmaları umduklarından uzun sürse de hiçbirinin vazgeçmeye niyeti yoktu. Ellerinden geldiğince hızlı hareket ederlerken aniden okuma salonunun tamamına yayılan bir gürültüyle yerlerinden sıçradılar. Hepsi birden sesin geldiği tarafa yöneldi. Emektarla karşılaştıkları odaydı burası! Bir raf dolusu kitap yerdeydi ve kitapların yanı başında da Sarp dikiliyordu.
Nesli, “Sakın kitapları yere ben devirdim, deme!” dedi. Yalnızca Nesli değil, diğerleri de Sarp’a şaşkın gözlerle bakıyorlardı.
Ancak Sarp da en az arkadaşları kadar şaşkındı. “Ben devirmedim!” diye karşılık verdi. Karşıdaki odadaydım, sesi duyunca hemen geldim.
Feridun, “Çok acayip!” diye mırıldandı. O iki kelime belki de çocuğun, tanıştıklarından beri tartmadan söylediği tek ve en doğru saptamaydı. Çünkü bu durum karşısında diğerlerinin de aklına söyleyecek daha uygun bir şey gelemezdi, etrafta onlardan başka kimse olmadığı düşünülünce… Deviren kişi nasıl böylesine hızlı ortadan kaybolmuştu.
Ardından hepsinin gözü Sarp’ın elindeki kitaba kaydı. Gulliver’in Gezileri’nin ansiklopediyi çağrıştıran büyüklükteki renkli resimli bir baskısını neredeyse kucaklamıştı. Arkadaşlarının bakışlarının üstüne çakılı kaldığını gören Sarp yine alelacele, “Yan odadaydı, üstten üçüncü rafta.” diye açıklamaya girişti. “Yanında içinde devlerle dolu hikâyelerin geçtiği kitaplar sıralanmıştı.” Sanki yerdeki yığının sorumlusu olmadığını, kitabı da yığının arasında bulmadığını kanıtlamak istercesine kitabı aldığı rafla ilgili her ayrıntıyı aktardı böylece. Tabii bir de aldığı yeri iyi hatırladığını göstermek istiyordu. İşin ucunda İdil’in hışmına uğramak da vardı.
İdil, “Kitapları bu hâlde bırakamayız.” diye birkaçını yerden aldı. Hemen ardından Nesli ve diğerleri de ona katıldılar. Yerlerini bilmedikleri için sehpanın üstüne koymak en doğrusu olacaktı. Kitapları raflara gelişigüzel dizerlerse kitaplığın düzenini bozar, işi içinden çıkılmaz bir hâle getirebilirlerdi.
Elinde Gulliver’in Gezileri’yle Sarp önde, diğerleri onun ardında, yine dipteki odaya yöneldiler.
Mert, “Kim devirip gitmiş olabilir ki?” diye mırıldanmaktan kendini alamadı. Bu sırada bakışlarını okuma salonunun girişine yöneltmişti.
Onu duyan İdil, “Okulun emektarı olduğunu sanmam.” diye karşılık verdi. “Herhalde kitapları yerde bırakmazdı.” Aslında söylediği mantıksız değildi. Okulda görevli biri kitapları o hâlde bırakıp gitmezdi. Tabii çocuklara görünmemek için bir an önce ortadan kaybolmak istemediyse… Daha da önemlisi çocuklara görünmemek için geçerli bir nedeni varsa… Ancak o anda ikisi de Sarp’ın elindeki kitabı incelemek için öylesine sabırsızlanıyorlardı ki, konuyu uzatmadılar.
Kalktıkları masaya yeniden yerleştiler. Sarp abartılı hareketlerle kitabı masaya, hepsinin rahatlıkla görebileceği bir yere koyup kapağını açtı. İlk sayfalardaki yağlı boya tabloları hatırlatan resimler öylesine güzeldi ki! Narin kendini tutamayıp, “Şu renklerin canlılığına baksanıza, harikulade!” dedi.
Feridun, “Başka zaman olsa kitabın resimlemesini, illüstrasyonları incelemeye can atardım.” diye karşılık verdi. İşte yine aynı şeyi yapıyor, eş anlamlı kelimeleri art arda söylüyordu. Kelime haznesinin zenginliğini göstermek için pek de hoş bir yol sayılmazdı. “Salonumuzdaki ve gezip gördüğüm sergilerdeki yağlı boya tablolardaki renkler de…” derken cümlesini yarıda kesti. Diğerlerinin kitaba odaklandıklarını ve onu dinlemediklerini fark etmişti.
Sayfaları tek tek çevirmeye başladılar. Sabırsızlanıyor, ancak diğer yandan da acele etmiyorlardı. Kitaplarda ipucu ararken ne kadar dikkatli olunması gerektiğini biliyorlardı.
Bir süre sonra umutsuzluğa kapılmaya başladılar. Birbirlerine belli etmemeye çalışıyorlardı ama sonunda İdil’in omuzları düştü. “Bize gönderilen kitapları çözerken nasıl hareket edeceğimizi biliyorduk.” Oturduğu sandalyede şimdi olduğundan daha ufak tefek görünüyordu. “Oysa bu durum başka.”
Nesli, “Keşke bu kadar büyük ve kalın olmasaydı. O zaman belki işimiz daha kolay olurdu.” diye söylendi. Hevesle oturdukları o masadan, elleri boş kalkacak olmalarına bir bahane arıyordu.
“Üstelik bu defa daha kalabalığız. Daha hızlı bulmamız gerekmez miydi?” Mert hiç de haksız sayılmazdı.
Sarp, “Evet, birlikten kuvvet doğar!” diyerek arkadaşını onayladı. Feridun’un aynı anlama gelen başka bir deyim söyleyeceğinden ya da deyimi açıklamaya kalkacağından emin, bakışlarını çocuğa çevirdi. Feridun gerçekten de ağzını açmak üzereydi.
Ancak o sırada İdil’in, “Sarp!” diyerek ayağa fırlamasıyla bakışlar kıza çevrildi. Sarp hafifçe yerinden sıçradı. Aklından, şimdi ben ne dedim ki, diye geçirdi. İdil’in sesi yine kendi umduğundan bile yüksek çıkmıştı. Aynı telaşlı ses tonuyla, “O sözünü ettiğin raf!” diye devam etti.
“Hangi raf?”
“Hani kitabı bulduğun raf.”
“Ne olmuş ona?”
Nesli, “Huylu huyundan vazgeçer mi!” diyerek ayağa fırladı. Sarp’ın insanı çileden çıkartmak için farklı metotları vardı. Diğer yandan kuzininin nereye varmak istediğini anlamıştı ve Sarp’ın lafı uzatmasıyla zaman kaybetmeye niyeti yoktu. “Gidip kendimiz bakalım!”
Mert de İdil’in aklına bir fikir geldiğini anlayıp kızların peşi sıra gitti. Böylece az sonra hepsi Sarp’ın Gulliver’in Gezileri’ni bulduğu rafın önündeydiler. İdil’le Nesli kitapları tek tek alıp bakmaya başlamışlardı bile.
İdil “Başkalarının da olduğuna eminim.” dedi. “İnce, kalın, küçük, büyük.”
Mert rafın bir ucundaydı. Gözünü tek bir noktaya dikmişti. “Başkaları derken başka dildekiler de sayılır mı?” diye mırıldandı. “Başka birkaç dildekiler!”
Hepsi birden Mert’in başına üşüştü. Mert raftaki üç kitabı işaret ediyordu. Gulliver’in Gezileri’nin İngilizce, Fransızca ve İtalyanca baskıları yan yana diziliydi. Üçü de inceydi. Bir dili yeni öğrenmeye başlayanların anlayabileceği şekilde sadeleştirilmişti.
İdil, “İçimden bir ses, asıl şimdi doğru iz üzerinde olduğumuzu söylüyor.” dedi.
Nesli, “Benim de!” diye atıldı. O sırada kuzinini taklit etmeye çalışmıyordu.
6. Bölüm
Devler ve Dev Gibiler

Yine aynı masadaydılar.
Hızlanmak için kitapları aralarında paylaştılar. Ancak zaten sayfa sayısı az olan kitapları incelemelerine gerek bile kalmadı. Önce Sarp, “Buldum!” dedi. Ardından Narin, “İşte burada!” diye ekledi. İdil’le Nesli de Gulliver’in Gezileri’nin İngilizce baskısının daha ilk sayfasındaki notu hemen görmüşlerdi.
Her kitabın boş olan ilk sayfasına kurşun kalemle birkaç satırdan oluşan cümleler yazılmıştı. İdil hep olduğu gibi not defterini çıkartıp cümleleri not etti. Hangi sırayla yazıldıklarının bir önemi olup olmadığını bilmiyorlardı. Ancak okuyunca hiç de anlamsız görünmedi gözlerine… Hatta oldukça iyi yazılmış bir paragraftı bu.
Gulliver devler ülkesinden ayrıldıktan sonra, başka maceralara atılmak için hazırlıklara başladı. Bilindik diğer devlerle de tanışabilirdi. Ancak ne sihirli fasulyeye tırmanmayı canı istedi ne de şu baba-oğul iki devle karşılaşmayı… Zaten niteliğe değil, niceliğe önem vermek ve hiç durmadan yemek yemek de neyin nesiydi! İyi kalpli, kibar ve sevimli olması ise koca devle arkadaşlık etmek için yeterli miydi? Ayrıca pek meşhur başka devler de vardı ki, aslında hiçbiri dev değildi, sadece dev gibiydi. Üstelik onları dev sanan Gulliver değildi, oldukça ilginç başka bir kişiydi, hatta gözü pek bir şövalyeydi. Gulliver tanısaydı o kişiyi mutlaka severdi, çünkü zaten tanıyanı ve seveni yüz binlerce şimdi.
Nesli, “Birlikten kuvvet doğar!” dedi. Kuzinine neyin çağrışım yaptığını hemen anladığını göstermek istiyordu. Bu defa aynı kitabın farklı baskıları bir araya gelip çözüme ulaşmalarını sağlamıştı. Hatta farklı dillerdeki baskıları!
Feridun, “Bir atasözü sayesinde mi bu noktaya geldik?” diye sordu. Kaşları hafifçe yukarı kalkmıştı. Kendi kitabındaki ipuçlarının peşine, ona yardımcı olan başka bir çocukla birlikte düşmüştü. Ama anlaşılan ekip olarak ipucu avına çıkmak daha eğlenceliydi. Üstelik o dördü kimi zaman anlaşamıyor gibi görünse bile, aralarında farklı bir iletişim vardı. Anlaşamasalar bile birbirlerini anlıyorlar, birbirlerine söylenseler bile kızmıyorlardı. Zaten söylenirken, laf yetiştirirken, çekişirken bile sanki eğleniyorlardı. Feridun’un içini tanımlayamadığı bir duygu sardı. Bir yandan bu iletişimi kıskandı, diğer yandan aralarında olduğu için kendini şanslı hissetti. Hiçbir zaman böyle arkadaşlıklar kuramamıştı.
Çocuğun bakışlarındaki hayretle karışık hayranlığı fark eden Mert, hafifçe kulağına eğildi. “Çok yakında bize alışırsın.” dedi. “Neye uğradığını anlamadan aramızdan biri oluverirsin.”
Feridun ağzını yamultup gülümsüyormuş gibi yaptı. Mert’in aklından geçenleri anlamasına sevinmişti. Diğer yandan rahatsız da olmuştu. Hemen “neye uğradığını anlamamak”la aynı anlamı taşıyan bir deyim düşündü. Aklına bir şey gelmedi. Oysa duygularını saklamak için, bilgiçlik taslayarak karşısındakinin dikkatini başka tarafa çekmek, Feridun’un en belirgin davranış şekliydi ve o sırada çok işine yarardı.
Mert, “Rafların başına mı dönüyoruz?” diye sordu.
İdil arkadaşının sorusunu başıyla onaylarken saçları dalgalandı ama yüzünü kapatmadı. Kızın her zaman yüzüne inen siyah saçlarının, Hayallerinizdeki Okul’dayken yüzünü kapatmaması Mert için açıklanamayan bir durumdu. “Ama önce devlerle ilgili hangi kitapları kastettiğini anlasak iyi olur.”
Narin, “Ben birini buldum.” dedi. “Jack ve Sihirli Fasulyeler. Jack sihirli fasulyelere tırmanıp bir devin şatosuna ulaşıyordu. Ama bu bir hikâye değil, masal.”
O masalı İdil de küçükken defalarca okumuştu. “İlla hikâye ya da roman olması şart değil ki! Masal da olur. Böylece ilkini bulduk!” Masalı defterine not etti.
Nesli, hikâyeyle masal arasındaki farkları sıralamamak için kendini zor tuttu. Tabii bilgisini diğer kitapların isimlerini bularak göstermek daha iyiydi. Ama baba oğul devlerin kim olduklarına dair bir fikri yoktu. O satırları geçip, “Roald Dahl!” diye neşeyle atıldı. “Koca Sevimli Dev. İyi kalpli, kibar ve sevimli başka bir dev tanımıyorum. Hem yazarın diğer kitaplarını da okudum, hatta blog’umda yer verdim. O yüzden eminim.”
Mert ve Feridun dışındakiler Nesli’nin neşesine katıldılar. Roald Dahl’ın kitapları, okuyan herkeste benzer duyguları uyandırırdı. İdil kitabın ismini defterine, Mert ise yazarın adını aklına not etti.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера: