Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan - читать онлайн бесплатно, автор Анонимный автор, ЛитПортал
bannerbanner
Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan
Добавить В библиотеку
Оценить:

Рейтинг: 5

Поделиться
Купить и скачать

Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan

Жанр:
Год написания книги: 2023
Тэги:
На страницу:
9 из 10
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля

Şair daha sonra sarayın sofalarına, odalarına girer. Bu süslü, işlemeli mekânlar içinde yaşayan Hanlarla bütünleşir. Hayat her zaman güzellikler ve başarılarla dolu değildir. Kırım Hanları da kederden arınmış bir hayat sürmemişlerdir. Neşeli zamanları da olmuştur kaygılı zamanları da. Kaygılı anlarında Han, işte bu sofalarda tesbihler çekmiş, dualar etmiş ve Tanrı’dan yardım istemiştir. Hanın, gözünü budaktan esirgemeyen korkusuz süvarileri bu yerlerde at binmişlerdir. Dörtlüğün son mısraı da tekrar Sovyet anlayışına göre düzenlenir. Şirinler, Mansurlar kan içerek ün kazanmışlardır:

Qan içip namlandı Şirinler, Mansurlar.

Şirin ve Mansur aileleri, Kırım’a önemli hizmetler yapan ve savaşlarda yararlılıkları görünen büyük ailelerdir. Zaman zaman bu aileler yönetimde büyük nüfuz elde etmişlerdir. Bu telmihlerden Dağcı’nın Kırım tarihi hakkında daha başka kaynaklardan da bilgi sahibi olduğunu anlıyoruz. Şirin ve Mansurlara Şamil Alâddin tarafından verilen “kan içicilik” özelliği elbette devletin Kınım Hanlığına bakış açısını yansıtır.

Üçüncü dörtlük bir önceki dörtlükte yer alan kaygı atmosferini telafi eder. İlk iki mısrada Hanların, haremde oynayıp güldükleri ve güzeller ile zevk ve sefa âlemleri yaptıkları söylenir. Bu mısralar, bir nevi önceki kaygı tasvirinin kontrastı gibidir. Üçüncü mısradan bölümün son mısraına kadar, kahramanlık ve savaş tasvirleri ile karşı karşıya kalırız. Girayların atlıları korku bilmezler, atlarının ayakları altında taş ve toprak inler. Savaşlarda insanlar kesilir, al kanlar toprağa dökülür. Kılıçlar kalkanlar üzerinde kırılır. Pontus (Karadeniz) kıyıları, Polonya toprakları ve Tuna boyları bu akınlardan nasiplerini alırlar. Kırım Hanları ve askerlerinin kahramanlıkları bu bölgelerdeki düşmanlara aman vermez. Bahçesaray’dan İdil (Volga) nehrine, oradan Tuna kıyısına kadar büyük bir coğrafya Kırım Hanlarının hâkimiyeti altındadır ve bu topraklar al kana boyanarak elde edilmiştir. İşte Dağcı’nın 20 yaşında iken gördüğü sarayın duvarları, ona tarihle ilgili bu kahramanlık tablolarını anlatır. Saray ona bütün bir Kırım tarihini gerçek yönü ile hatırlatır. Bölümün son mısraında yine editör devreye girer:

İnanıñ dostlarım, korgenim – bu saray,

Keçmişi qaradır değenim – bu saray.

Daha önceki mısralarda anlatılan şanlı ve övünç duyulan tarih tablosu, son mısrada yapılan değişiklikle haydutların çapullarından oluşan bir tarih anlayışına evrilmeye çalışılır: Bu sarayın geçmişinde kötülükler vardır, bu sarayın geçmişi karadır. Kanaatimizce son mısra daha önceki mısralarda oluşturulan imajı silmek için yeterli etkiyi göstermez. Bölümün sonunda nokta işaretleri ile imlenmiş bir mısra daha vardır. Buradan bazı mısraların atılıp atılmadığını ne yazık ki bilmiyoruz. Bu noktalı satır şairi tarafından bölümün anlamını daha pekiştirmek amacıyla da konulmuş olabilir.

Üçüncü bölüm 3 dörtlük 1 altılık olmak üzere 18 mısradan oluşur. Şair artık sarayın içinden dışarı çıkmış, Hansarayı Camiinin kıble tarafında yer alan hazireyi dolaşmaktadır. Bu mezarlıkta Giraylar yatmaktadır. Sarıklı mezar taşları şairin gözüne bakarlar. Bu mısralarda bir trajedi dile gelir. Mezarlarında yatan Giraylar ve diğer ölülerin ülkenin düşman elinde bulunduğundan haberdar olduklarını hissederiz. Mezar taşları kendilerini ziyaret eden Dağcı’dan imdat umar gibi onun gözüne bakarlar. Dağcı, ataları ile bu mezarlıkta göz göze gelir. Onların ruhlarını incitmeden ziyaretini sürdürür. Sessiz ve soluksuz, huşu içinde onların arasında dolaşır. Mezar taşlarına dayanır, oyalanır, düşünür. Bir an gelir, orada yatan cedlerinin ruhları ile bütünleşir ve o türbelerde yatanların ondan yardım isteyen sesleri ruhunda çınlamaya başlar. Onlar kurtuluş ümidiyle ziyaretçinin gözüne bakmakta ve ellerini uzatarak “Bizi kurtar” diye feryat etmektedirler.

Denilebilir ki Dağcı’nın atalarının ruhu ile bağ kurduğu en güçlü mısralar bu bölümün ilk 6 mısraıdır. Cedlerle göz teması sağlamak imajı önemlidir. Bu mısralarda 2 defa “gözüme bakarlar” sözü geçer. Yüzüme bakarlar diyebilirdi, ama duygusal bağın kuvvetini daha iyi ifade eden bu sözü, şairin özellikle seçtiğini düşünüyoruz. Zaten Bahçesaray ziyaretinden çok etkilendiğini Dağcı hatıralarında ifade etmektedir. Bölümün geriye kalan 12 mısraına Şâmil Alâddin’in önemli müdahaleleri olduğunu düşünüyoruz. Zira buraya kadar atalarla kurulan güçlü ruh bağının etkileri, aynı derecede güçlü inkâr tonu taşıyan sonraki mısralarla yok edilmeye çalışılmaktadır. Rejim tarafından yasaklanan, suç sayılan bir fiili işleyen insanın “suçluluk psikolojisi” ile dile getirdiği mazeretler, bölümün sonraki mısralarına hâkimdir. İkinci dörtlüğün son iki mısraı suçüstü yakalan bir mücrimin inkâr psikolojisini yansıtır:

Çekiliñ kenarğa! Men başqa insanım!Canım da qanım da başqadır, inanın!

Şair kendisinden yardım isteyen atalarına bu mısralarla seslenir. Onlar artık tarihte kalmıştır. Bir daha dirilmeleri, gelip sarayda oturmaları mümkün değildir. Sarayda o eski günleri yaşamaları, haremde hanımları ile buluşmaları hayal-i muhaldir. Yürük atlarına binip sarayın dışına çıkamazlar artık. Yaşadıkları hayatları ile birlikte mezarlarına gömülmüşlerdir. Artık zevk ve sefayı –sürebilirlerse- ancak mezarlarında görürler. Bu düşünceleri taşıyan 12 mısra ile cedlerle kurulan bağ koparılmış olur.

Dördüncü bölüm 6 mısradan oluşur. İlk iki mısradan şairin sarayın içini ve türbeleri tekrar tekrar gezdiğini öğreniriz. Tarihinin Bahçesaray’da ayakta kalan bu tek yadigarı ile buluşmuş, onunla doyasıya vakit geçirmektedir. Sonunda Gözyaşı Çeşmesinin bulunduğu yere gelir. Bölümün 4 mısraı saraydaki Gözyaşı Çeşmesine ayrılmıştır. Kırım Giray’ın genç yaşta ölen karısı Maria (Dilara Bikeç Hatun) için yaptırdığı bu zarif çeşme, hatırlattığı aşk hikâyesinin hürmetine rejimin oklarından kurtulur.24 Şiirin belki müdahale edilmeyen tek bölümü burasıdır. Dağcı çeşmenin sularında Mariya’nın gözyaşlarını görür. Ona “Artık yeter ağlama, gözyaşlarınla beni üzüntülere salma.” diye seslenir. Şairin bu ziyareti ona bazen gurur bazen hüzün veren hatırlayışlarla yüklüdür. Ziyaretin sonunda ataları ile canlı bir bağ kurmanın tatlı yorgunluğu içinde bulur kendini.

İki dörtlükten oluşan beşinci bölüm bu ruh halini yansıtır. Şair saraydaki bir çeşmenin taşına oturarak, gördüklerinin ve hatırladıklarının muhasebesini yapar. Geçmişten bugüne gelir. Artık tarihi atmosfer yerini yaşanılan gerçek hayata bırakır. Camiler utanıp başlarını eğerler, duvarlar değişir, istekler farklılaşır. Duygular değişir. Artık bu sarayda Osmanlı Sultanlar dolaşmaz, sarayda ünlü kervanlar konaklamaz. Sarayın dışarı ile ilgisi kesilmiştir. Bir tecrit yeridir. Halihazırda burada yeni bir dünya kurulmuştur. Yeni ve insanları mutlu (!) eden bir rejim vardır. Mevcut rejimin gerçekleri, tarihi gerçeklerin yerini almıştır. Yeni rejimin tarih anlayışında bu sarayın ve Kırım tarihini yapanların yeri yoktur. O yüzden geçmişe özlem duymak boşunadır. Daha önce var olanlar ölmüştür. Onların dirilmeleri mümkün değildir. İnsanların temennileri onları geri getirmeye yetmez. Şiir şu iki mısra ile biter:

Olğanlar ölgendir, bir daa tirilmezTur da kel desen de, bil ki sen, o kelmez.

Şâmil Alâddin’in şiire yaptığı müdahaleler, Cengiz Dağcı’yı muhtemel bir hapis veya sürgün hayatından kurtarmıştır. “Söyleyin Duvarlar” şiiri bütün olarak okunduğunda, yapılan değişikliklerin, bu metnin geçmişe bir özlem şiiri olduğu gerçeğini yok edemediğini görürüz. Nitekim bu düzeltmelerin yapılmış olması, Cengiz Dağcı’nın şiir tarzının eleştirilmesine engel teşkil etmemiştir. 1939 yılı sonbaharında yapılan Kırım Tatar Yazarları Birliği toplantısında yönetici Kemal A., Dağcı’nın şiirlerinde Komünizme ilerleyen Sovyet insanını değil; dağları, sisleri, duvarları ve mezarlıkları anlattığını söyleyerek onun şiir tarzını ve düşüncelerini eleştirmiştir.

Bundan birkaç ay sonra askere alınması ve hayatının bambaşka bir mecrada akması Dağcı’yı Sovyet tahakkümünden kurtarmıştır.

Özetle, Şâmil Alâddin tarafından şiirde yapılan değişiklikleri ayırt etmek nispeten kolaydır. Metnin ana kontekstine uymayan mısraların, değiştirilen mısralar olduklarını var sayabiliriz. Ancak bu mısralarının orijinal şekillerini tam olarak tahmin etmek mümkün görünmüyor. Belki kelime bazında değişiklikler yapıldığını düşündüğümüz mısralar için bazı tahminler yapılabilir. Şiire en çok müdahalenin üçüncü bölümün 7 mısraından itibaren yapılmış olduğu görünüyor. 18 mısralık bu bölümün 12 mısraı değişiklik yapıldığı izlenimini verir. Şâmil Alâddin neredeyse şiirin üçüncü bölümünü yeniden yazmıştır. Cengiz Dağcı’nın yayınlandıktan sonra şiirinin tanınmaz hale geldiğini söylemesinde, bizce değiştirilen bu 12 mısraın etkisi büyüktür. Elbette bu mısraların orijinallerini bilmemiz mümkün değildir.

Dağcı’nın “Söyleyin Duvarlar” şiirindeki değişmeleri gözden geçirirken, bir anlamda totaliter rejimlerin sanatçı üzerinde uyguladığı sansür ve baskıları da görüp anlamış oluruz.

KAYNAKLAR

ÇONOĞLU, Salim (2017)“Cengiz Dağcı’nın Şiirleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı, Haz. İbrahim Şahin-Salim Çonoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 265-298.

DAĞCI, Cengiz (1988) Anneme Mektuplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul.

DAĞCI, Cengiz (1990) Yansılar 2, Ötüken Neşriyat, İstanbul.

FAZIL, Rıza (15.06.2012),Sevdiğim Yalta, Simferepol.

KOCAKAPLAN, İsa (2017) “Dağcı’nın Şiiri yahut Tabiatın Hüzünlü Şarkısı”, Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı, Haz. İbrahim Şahin-Salim Çonoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.299-318.

KOÇAR, Çağatay (Ocak-Aralık 2012) “Cengiz Dağcı’nın Bilinmeyen Şiiri”, Emel Dergisi, S. 238-241, s. 32-36.

QANDIM, Yunus (16.07.2012) Hatıralarda Cınğız Dağcı, Aqmescit. http://www.vatankirim.net/yazi.asp?yaziNo=83 (Erişim:12.07.2018)

Yurdunu Kaybeden Adam Cengiz Dağcı’nın Hatıralarında Kaybolmak

Kelime Erdal25

GİRİŞ

Kırım Türklerinin yaşadığı tehcir ve katliamı görüp yaşayarak bu faciayı eserlerine yansıtan tek yazar olan Cengiz Dağcı, Yalta’nın Kızıltaş Köyü’nde doğmuştur. Köyünde ve Akmescit’te okuduktan sonra Kırım Pedagoji Enstitüsü’ne girmiş, ancak II. Dünya savaşının başlamasıyla askere alınmış, enstitüyü yarım bırakmak durumunda kalmıştır. Odesa’daki subay okulunda yetiştikten sonra Alman-Rus Savaşına katılmıştır. Bir süre Rusların tarafında savaşsa da onlara olan kini yüzünden Almanlara esir düşer. Almanların da Ruslar gibi zalim davranışlarına şahit olunca Polonya’ya sığınır. Savaş bitiminde Türk konsolosluğuna başvurarak Türkiye’ye gelmek istediyse de beklediği anlayışı göremeyince, Almanya’yı işgal eden müttefiklere sığınır. Polonyalı eşi ve kızıyla Londra’ya yerleşir (Kabaklı, 1994: 983).

Kırım Türkü olan Cengiz Dağcı, Türkçe ile kaleme aldığı eserlerinde bir yandan gözlemlerinden hareketle Ruslar’ın Kırım Türkeri’ne yaptıkları zulmü yansıtırken, bir yandan da asker olarak bizzat katıldığı II. Dünya Savaşı’nı anlatır. Korkunç Yıllar adlı romanının kahramanı Sadık Turan, aslında yazarın kendisidir. Belki Cengiz Dağcı, Sadık Turan’ın katıldığı savaşlarda çarpışmamış, onun gibi savaşta yaralanmamıştır ama özellikle roman kahramanlarının yoğun olarak yaşadığı korku duygusunu savaşın içindeyken yaşadığı gibi bu duygudan savaştan sonra da uzun müddet kurtulamamıştır (Sınar Çılgın, 2003: 166).

Cengiz Dağcı ömrünün sonuna kadar vatanından uzakta yaşamış vatan hasretlisi bir yazardır. Vatan topraklarına olan hasret, yazarda milliyetçilik ruhunu daha da alevlendirmiştir. Yazar, milliyetçiliğinin gereği olarak kendi milletine yapılan haksızlıklara karşı çıkmıştır. Nasıl ki Ruslar kendi vatanlarında yaşama haklarına sahiplerse, şerefli insanlar olan Kırım Tatarlarının da vatanlarında yaşama hakkına sahip olduğunu yazar her fırsatta dile getirmiştir. Vatanından ayrı düşme ve sürgün yılları, yazarın bilincinde kaygılara, üzüntülere belirsizliklerin oluşmasına sebep olmuştur. Vatanından, yurdundan sürülme bir millet için yok oluş demektir. Cengiz Dağcı her ne kadar vatan topraklarından ayrı düşse de kimliğini ve nereye mensup olduğunu unutmamıştır (Abid, 2016: 97).

Cengiz Dağcı, tarih sahnesine çıktığından beri kimseye zulmetmemiş, düşmanlarına kin nefret beslememiş ama buna rağmen, hep sömürülmüş, tutsak edilmiş, ata yurtlarından sürülmüş bir milletin çocuğudur. Kendisinden olmayanı öteki bilmemiş, düşkün hallerine acımış, iyi niyet beslemiş ve her şeyden önce “insan” olarak görmüştür. Ama yapılan iyilikler, çekilen sıkıntılar onun yurdunu kaybetmesine engel olamamıştır:

Minareler devriliyor, ocaklar sönüyor, camiler kilise, ambar, Marksizma, Leninizma kulübü oluyor. Yüz yetmiş yıl! İşte kırlar boş, kırlar kara bulutların altında, vahşi rüzgârlarla beraber, milletim, senin “Aytır da ağlarım.” diyen sesini dinliyor. Yüz yetmiş yıl…Hey gidi günler hey!…” (Dağcı 2004: 83).

Yurdunu Kaybeden Adam’dan alınan bu satırlarda Kırım Türkünün acı türküsünü, devrimle birlikte başlayan sıkıntılarını görmek, duymak mümkündür. Topraksız, yurtsuz, malsız mülksüz, manevi değerleri ayaklar altına alınmış, camileri yıkılmış bir toplumun “modern dünya”nın duymadığı, duymak istemediği çığlığıdır bu. Bu çığlık, 1917 Ekim İhtilali sonrası Kırım’ın Ruslar tarafından işgali ve böylece Kırım Türklerinin bağımsız yaşamının sona erdiğinin ifadesidir (Çonoğlu, 2012: 23).

Yazarın ilk iki romanı olan Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam, kendi yaşamından bir kesiti verir. Bu iki roman ve özellikle Yurdunu Kaybeden Adam, edebiyatta II. Dünya Savaşı’nı yaşamış Kırımlı bir Türk’ün elinden çıkan tek romandır. Cengiz Dağcı’nın romanlarında Kırım halkı, en çok da köylüler yer alır. Kendisi de içinden çıktığı bu insanları gerçekçi olarak anlatır. Romanlarını Türkçeden başka bir dille yazmayı düşünmeyen yazarın eserlerinin önemi, yurt dışında yaşayan Türklerin yaşayışını ve sorunlarını ayrıntılı olarak anlatmasıdır (Önertoy, 1984: 163).

1931-1932 yılında Kızıltaş’ta kolhoz rejiminin kurulmasıyla birlikte Cengiz Dağcı için Kızıltaş’tan uzakta yeni bir hayatın kapıları açılacaktır. Bu yıllarda Akmescit’ye yapılan zorunlu göç, Dağcı’nın duygusal sarsıntılar yaşamasına sebep olur. Böylesine trajik bir ortamda Kızıltaş ve Gurzuf onun ayrılmaz bir parçası olarak kalır (Çonoğlu, 2017: 267).

Cengiz Dağcı, Londra’da yaşarken kendini yalnız hisseder ve vatanı bildiği Türkiye’ye gitmek için konsolosluğa uğrar. Fakat konsoloslukta, Türkiye’de onu davet edecek bir tanıdığı yoksa, bunun imkânsız olduğu söylenir. Bu durum onun umudunu söndürür, kendi deyimiyle “boynu bükük ve ağır bir yürekle” çıkar konsolosluktan. O dönem kırgınlık yaşasa da Türkiye onun vatanıdır:

Günün politikacılarına, hatta devleti yönetenlere küser, darılır insan; ama vatana ve millete dargınlık olmaz. Her yönüyle vatan kutsaldır. Devletin kendi yasaları vardır. Bu yasalar, kim olursa olsun, bir şahsın istemine göre değiştirilemez. Bunu, yalnızca şimdi değil, o gün konsolosluk bürosunda kendi devletini temsil eden memuru anlamayacak kadar saf bir delikanlı değildim. Fazlası, yarı aç ve yarı çıplak olmama rağmen, Türkiye konsolosluğundan aldığım yanıtın Türklüğüme zerre kadar ziyanı dokunmadığının burada altını çizmek isterim. Bütün eserlerimi Türkçe, Türkiye Türkçesinde yazdım; Türkiye’ye bundan daha büyük bağlılık olamaz.

Türklüğüme gelince, bir Türkiye cumhurbaşkanı ne kadar bir Türkse, ben de en azından onun kadar Türküm” (Dağcı, 1998: 196).

Cengiz Dağcı, kendini Yansılar kitaplarıyla tanıtmak ister: “Yansılar’da açık seçik, bana ait ve benden yansıyan her şeyi süssüz, bezeksiz okura duyurmak……. (Dağcı, 1998: 263) onu rahatlatacaktır. “Uzaklık, yurt hasreti, uzun yıllar süren ayrılık, gün günü ve gece gecesi ana yurdunu rüyasında gören ama hiçbir zaman o topraklara kavuşamayacağını bilen benim gibi birine…” (Dağcı, 1998: 264).

Cengiz Dağcı “Karadan beyaz olmaz deyler, / Karadan beyaz olayken, / Dosttan düşman olmaz deyler , / Dosttan düşman olayken” türküsünü mırıldanırken, torununun kendi çektiklerinden uzak büyümesini diler:

Duymasın torunum beni üzen şeyleri. Zaman zaman hayatı bana zehir eden yazgımızı bilmesin. Dilerim Tanrı’dan, bizim yazgımızın uzağında kalır ömür boyunca. Zamanımızın özgür, tasasız, karınları tok, üstleri başları temiz ve mutlu çocukları arasında büyüsün. İnsanları sevsin, dünyayı ve hayatı sevsin” (Enginün, 2000: 348).

“Hatırlayarak direnmeyi” prensip olarak benimseyen, okuyarak hayatı ve insanı anlamaya çalışan, ömrünün sonuna dek okumaktan vazgeçmeyen yazarın Yansılar’a yansıyan kaynaklarını incelemek, onun iç dünyasının derinliklerine uzanan bir yolculuk gibidir (Kefeli, 2017: 226).

Cengiz Dağcı’nın çocukluğu ve gençlik yılları, Rus emperyalizmine karşı güçlü olmak, direnmek, dayanmak kelimelerinin bilinçaltına işlenmesiyle geçer. 1938 yılında yerleştiği üniversiteden, 1940 yılında savaşa çağrılınca ayrılır. Altı aylık bir tank kursundan sonra cepheye sevk edilir. 1941’de Alman-Rus savaşında tank subayı iken Almanlara esir düşer. Esaret sonrasında 1946 yılında Londra’ya yerleşir ve bir daha ülkesine dönmez. 1940 yılından itibaren, memleketine duyduğu hasreti, eserlerindeki canlı tasvirlerle gidermeyi tercih eder. Yazarın ülkesine dönmeme sebebi, ata topraklarında yabancıların yaşadığını görmek istememesidir (Sınar Çılgın, 2004: 57).

Cengiz Dağcı’nın eserlerinin başat konusu bizzat şahit olduğu Kırım Türklerinin yaşadığı trajik olaylardır. Biyografik unsurların ön planda olduğu olaylar, Kırım Türklerinin ata mirası topraklarından koparılarak sürgüne gönderilmeleri ile görünürlük kazanır. Bu bağlamda bir halkın yaşadığı haksızlıklar, zulümler, ölümler, Dağcı’nın eserlerinin içeriğini oluşturur. Söz konusu trajik içeriğin çarpıcılığı ve biyografik ögeler, Dağcı’nın romanlarındaki kurgusal yapının ve anlatım tekniklerinin çoğu zaman önüne geçer (Tunç, 2017: 348).

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Prof. Dr., Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

2

Cengiz Dağcı, eşi Regina ve kızı Arzu ile birlikte 1946 yılında Londra’ya yerleşmiş ve ölüm tarihi olan 22 Eylül 2011’e kadar burada yaşamıştır.

3

Üzüm, Cengiz Dağcı’nın eserlerinde ötekileştirilmenin, yabancı hale getirilmenin simgesidir. Çocukken ölüler yesin diye mezarlığa üzüm bırakan Dağcı’nın babası, kendi üzüm bağına girip toprağı ve bağın asmalarını öptüğü için komünist rejim tarafından hapse atılmıştır. Bu olaydan sonra bir gün Memiş’in bayırına doğru otoyol kıyısında yürürken Yalta istikametinden gelen Kızıltaş kolhozunun sekreteri Bilal K. at arabasını durdurarak bağa dalmış ve ceketinin içine sakladığı iki salkım üzümü “Bu eki salhım yüzüm sizin bağın yüzümü!” diyerek gizlice Cengiz Dağcı’ya vermiştir. Ve üzüm onun eserlerinde kendi bağının üzümünü dahi yiyemediği öz vatanında “parya” durumuna düşmenin simgesi olur.

4

Prof. Dr., Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

5

Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

6

Süleyman, kahramanın yakın arkadaşı olmasına rağmen milli bilinci gelişmemiş, totaliter sistemin bir parçası olmuş adeta mankurtlaşmıştır. Dinî ve milli duygulardan yoksundur. Yazarın böyle bir kahramanı daha vardır: Veli. Veli, Dönüş adlı romanda yer alır. (Dağcı, Cengiz, Dönüş, Varlık Yayınları, 1975.)

7

Diaspora hakkında geniş bilgi için bkz. Alev Sınar, “ Bir Kırım Türkü’nün Kaleminden Kırım Diasporası”, Türk Bİlig, 2004/8: 54-73.

8

Geniş bilgi için bkz. Alev Sınar, Türk Roman ve Hikâyesinde İkinci Dünya Savaşı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2003.

9

Dr. Öğr. Üy., Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, boraylmz@mynet.com

10

Prof. Dr. Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. calyilmaz@gmail.com; calyilmaz@uludag.edu.tr

11

Kırım’da yaşananların dünü ve bugünü hakkında genel bilgileri içeren bu bölüm hazırlanırken metin içinde gösterilen konuyla ilgili kaynakların yanında esas itibarıyla bu satırların yazarının “Gobu”stan’ın Gizemi (“Kıpçaklar”a Giden Yol) adlı eserinden yararlanılmıştır (Alyılmaz, 2016: 57-60).

12

Arş. Gör. , Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

13

Prof. Dr., Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

14

Arş. Gör., Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

15

Kerosin: Sanayide kullanılan petrol türevi. Halk ağzında gaz yaşı olarak da kullanılır.

16

Furgon vagonu: Yolcu vagonlarının arkasına eklenen, eşya ve yük taşımacılığı için kullanılan vagon.

17

Ocapçe: Kırım Tatarcasında kadın öğretmen.

18

Öğr. Gör., İstanbul Kültür Üniversitesi.

19

Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam romanlarının kahramanı.

20

Dağcı Yansılar 2’de bu konuda şunları yazar: “ Edebiyat çevrelerinde çok tekrarlanan bir soru ve soruya ünlü bir cevap var: Floubert’e, Madam Bovary kim? diye sormuşlar; Floubert de Madam Bovary benim diye cevaplamış soruyu. Şimdi ben kalkar da Anneme Mektuplar’ın Saf’ı (veya Topkayacı’sı) benim dersem, okur inanır mı acaba? Korkunç Yıllar’ın ve Yurdunu Kaybeden Adam’ın Sadık Turan’ının Cengiz Dağcı’dan başka bir kimse olmadığına inandılar da, neden Topkayacı’nın Dağcı’dan başka bir kimse olmadığına inanmasınlar? Oysa değilim. Ne Saf, ne Sadık Turan. Ben Cengiz Dağcı’yım. Saf’la, Sadık Turan’larla, Selim Çilingir’lerle hiç mi ilişkim yok? Var tabiî. Onları kendi ruhumda ve kendi hayatımda buldum önce. Varlıklarını kendi içimde taşıdım uzun yıllar. Sonra başkalarının tanımaları gereğini duydum ve özledim ve onları kendi ruhum ve dimağımdan çıkarıp okura sundum. Bu kadar.” (Dağcı, 1990: 136)

21

Rıza Fazıl, Sevdiğim Yalta, Simferepol 15.06.2012, 320 s. (Kitap iki bölümdür. Birinci bölüm Kiril alfabesi iledir. İkinci bölüm ilk bölümün Lâtin alfabesi ile verilmiş şeklidir.); Yunus Qandım, Hatıralarda Cınğız Dağcı, Aqmescit 16.07.2012., 152 s. (Lâtin alfabesi ile neşredilmiştir.)

22

Cengiz Dağcı’nın şiirleri hakkında yapılan etraflı değerlendirmeler için bkz. Salim Çonoğlu, 2017: 265-298; İsa Kocakaplan, 2017: 299-318.

23

Cengiz Dağcı Hatıralarında şiirin Edebiyat mecmuasında yayınlanış tarihi olarak 1939 kışını verir (bkz. Yansılar 2, s. 173), ama Rıza Fazıl’ın kitabında şiirin 1940 yılında yayınladığı kaydı vardır.

24

Kırım Giray Han ö. 1769/ 1758-1764 ve 1768-1769 yılları arasında hüküm sürmüş olan Kırım hanı) çok sevdiği ve genç yaşta ölen eşi Dilara Bikeç anısına “Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın” diyerek Bahçesaraylı bir taş ustasına (kimilerine göre İranlı Ömer Usta’ya) 1763 yılında bu çeşmeyi yaptırmıştır. Başka bir söylenceye göre ise; Kırım Hanı Kırım Giray, hareminde Maria Potocka adında Leh asıllı genç bir kadını görür görmez âşık olur. Maria, Kırım hanının aşkına karşılık vermez ve ölür. Giray öylesine üzülür ki, aşkını ifade etmek için en iyi heykeltıraşına taştan bir ağlayan heykel yapmasını emreder. Ve böylece şiirlere konu olan dillere destan Bahçesaray taş çeşmesi yaratılmış olur. Çeşme asıl yerindeyken her bir su damlasının çıkardığı ses, akustiğin de yardımıyla insana ağlama-hıçkırık sesi gibi gelir ve dinleyeni derinden etkilermiş. II. Yekaterina’nın direktifleriyle çeşme bugünkü yerine konulunca, çeşmenin bu orijinalliği de ortadan kaybolmuştur. Çeşmenin üzerindeki şekillerin anlamları da çeşmenin yapılış hikâyesini destekler mahiyettedir. Mermerden yapılmış çiçek, gözyaşlarıyla dolu bir göz anlamına gelir. Gözyaşları kalp kurnasını (üstteki büyük kurna) kederle doldurur. Zaman bütün acıları hafifletir (çift küçük kurna), ama zihinde kalanlar tekrar acıyı hatırlatır (ortadaki büyük kurna) ve hayat böylece devam edip gider (zemindeki spiral). Yapılış hikâyesi ve tarihte bıraktığı izler, bu mütevazı selsebilin ziyaretçilerini derinden etkilemiş ve ününün dört bir yana yayılmasını sağlamıştır. Çeşme yapıldığı tarihten itibaren “Gözyaşı Çeşmesi” olarak anılmıştır. İşte o günden beri çeşmenin su haznesine konulan ve her gün tazelenen sarı ve kırmızı güller, birbirini seven bu iki insanı simgelemektedir. Ünlü Rus şair ve yazar Puşkin (1799-1837), 1822 yılında sürgünde iken gezdiği Hansarayı’ndan ve çeşmenin hikâyesinden çok etkilenmiş ve “Bahçesaray Çeşmesi” (Bahçisarayskiy Fontan) adlı eserini kaleme almıştır. Şiir, o dönemde Çarlık Rusya’sında ve Avrupa’da meşhur olmuştur. Gözyaşı Çeşmesi’nin yanı başında Puşkin’in de bir büstü yer almaktadır. Çeşme, daha sonraları Boris Asafyev’in aynı adlı bale eserine de ilham kaynağı olmuştur. Adına çeşmeler yapılan, şiirler yazılan Dilara Bikeç’in türbesi Bahçesaray’da Hansaray’ın duvarına bitişiktir. Bazı kaynaklarda Gözyaşı Çeşmesi’nin türbenin duvarına bitişik olarak yapıldığı da belirtilmektedir. http://www.vatankirim.net/yazi.asp?yaziNo=83 Erişim:12.07.2018) (

На страницу:
9 из 10

Другие электронные книги автора Анонимный автор

Другие аудиокниги автора Анонимный автор