Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan - читать онлайн бесплатно, автор Анонимный автор, ЛитПортал
bannerbanner
Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan
Добавить В библиотеку
Оценить:

Рейтинг: 5

Поделиться
Купить и скачать

Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan

Жанр:
Год написания книги: 2023
Тэги:
На страницу:
8 из 10
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля

2. Birini riyâsız ve samîmî duygularla seven, her bakımdan kendisine güvenilir kimse, enis. Karşıtı: DÜŞMAN.Merhum Vefik Paşa dostumdu (Ahmet Hâşim). O mutlu devrede Itrî’ye en yakın dost / Işıklı dantelâlar bestekârı Hâfız Post (Yahyâ Kemal). 2. Sevgili, yâr: Âşık olan gül gönderir dostuna (Karacaoğlan). Seherden uğradım dostun köyüne / Hoş geldin sevdiğim in dedi bana (Karacaoğlan). 3. Bir şeye çok yakın ilgi duyan kimse [Bu anlamda kelime isim tamlamasının ikinci öğesi durumundadır]:“Kitap dostu.” “Düşkünler dostu.” Bir akşam sanat dostu bir âile nezdinde… (Ahmet Hâşim). 4. sıf. Aralarında yakınlık bulunan: “Dost milletler.” 5. Evlilik dışı ilişki kurulan kadın veya erkek: Türkçede dost, hovarda dilinde metres mânâsına da gelirdi (Burhan Felek). (http://lugatim. com/s/DOST)

Dostuymuş meğer delikanlının bilmiyordum.” (Dağcı, 2016: 11)

Türkiye Türkçesinde her ne kadar bit- fiili bitki kelimesi ya da yanında bit- deyiminde kullanılsa da tek başına çık-, yetiş- anlamıyla kullanılmamaktadır. Türkçe sözlükte bit- madde başının ikincisi olarak Bitki, tüy, saç vb. şeyler çıkıp yetişmek anlamıyla verilmiş, “Buğdayla arpadan başka ne biter bu topraklarda?” – F. R. Atay örneğiyle tanıklandırılmıştır. (http:// www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK. GTS.5bbb4b0412b239.32834014)

Hastalar bağında bitip olgunlaşmış üzümleri tutarım avuçlarımın içinde ve ellerim yorulunca Memiş’in deresi üstündeki salkım söğütü üzerime çekip uyurum, gerçeklere meydan okuyan ölümsüz hayaller gibi.” (Dağcı, 2016: 14)

Türkiye Türkçesinde kâbus kelimesi, kötü rüya olarak anlam değeri taşıdığı için “kâbus rüya” kullanımı yanlış olarak kabul edilebilir.

Akla sığmaz kâbus rüyalarda bile göremezdi insanoğlu o gecenin Kızıltaş’ı gibi bir Kızıltaş’ı” (Dağcı, 2016: 20)


(ﻛﺎﺑﻮﺱ) i. (Ar. kābūs1. Uykuda basan sıkıntılı ağırlık, karabasan: Acaba bunlar bir rüyâ, bir kâbus muydu? Fakat uyanıktı (Ömer Seyfeddin). Değil hakîkatte, kâbus geçirirken bile karşılaşmanızı tavsiye edemeyeceğim bir cadı (Refik Halit Karay). Hangi kâbus bastı ki seni uykularında / Birdenbire cehennem kaynadı sularında (Necip Fazıl Kısakürek). 2. teşmil. Etkisi insanın bütün benliğini kaplayan sıkıntılı, dehşet verici hal: Artık otuz yıldan ziyâde süren kâbustan kurtarılmış, gözlerimizi silmiş uyanmıştık (Cenap Şahâbeddin). Mâzî denilen rüyâyı söyler ve istikbal dediğimiz kâbusu nakleder (Refik Halit Karay). (http://lugatim.com/s/K%C3%82BUS)

(ﺭﯘﻳﺎ) i. (Ar. ru’yā “görme, görüş”) 1. Uyku sırasında zihinde beliren görüntülerin bütünü, görülen hayaller dizisi, düş: Nüzhet bana güzel bir rüyâ gördüğünü söylüyor, fakat bu rüyâyı anlatmıyor (Peyâmi Safa). Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi / Senelerden beri rü’yâda görüp özlediğim / Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim (Yahyâ Kemal). (http://lugatim. com/s/R%C3%9CY%C3%82%E2%80%93R%C3%9CY%C3%82)

Bildiri için yapmaya çalıştığımız tasnifin dışında kalan bir örnek, agabeg>>ağabey>>abi gelişimi gösteren kelimenin kullanımında görülen ikiliktir. Eski Türkçe agabeg yapısından erime ve büzülme yoluyla konuşma dilimize âbi olarak gelen kelime, ikinci mektupta âbiy biçiminde kullanılmıştır. Fakat bu kullanım, iki kez geçmiş, iki kez de ağabey olarak geçmiştir. Bu durumun nedeni, düzeltme sırasında gözden kaçma ya d a yazarın kendisine ait ikili kullanım şeklinde izah edilebilir.

ABİ i.. (< ağabey) [“ğ” düştüğü için a uzun okunur] halk ağzı. Ağabey: Siyâseti anladık, cilvelidir mübârek, ama bu kadarı da biraz fazla olmadı mı abi? (Bediî Fâik) (lugatim.com/s/ABİ)

Abiyim. Bir kaza sonucu öldü…” (Dağcı, 2016: 36)

Abiyimin köpeği, dedi. Az sustu.” (Dağcı, 2016: 37)

Hayır, ağabeyim. Dedi Rüstem” (Dağcı, 2016: 38)


Türkiye Türklerinin kültürüne ait olmayan kavramları karşılayan kelimeler:

Türk boylarının farklı coğrafyalarda farklı kültürlere yakın konumda yerleşmeleri ve farklı kültür unsurlarıyla bir arada bulunmalarının sonucu olarak, Cengiz Dağcı’nın eserinde Türkiye Türklerinin kültüründe olmayan ya da varsa da başka bir kelimeyle karşılanan kavramlar mevcuttur. Bu durum, çok şaşırtıcı olmasa da bir iki örnek vermenin yararlı olacağı düşüncesindeyiz.

Hıdırellezde mezarlık duvarı dibinde çiçek fideleri diken kızlar; Derviza günlerinde bayrak tutan delikanlılar; ve serçeler, saksağanlar, karatavuklar; Kasım’da yaylaya yağan ilk kar… ve ben.” (Dağcı, 2016: 65)

“…Tatar ve Kırımçak mahallerinde kerosin 15 kuyrukları kısalıyordu…” (Dağcı, 2016: 65)

“…Katlama yedik; Fultu yedik…” (Dağcı, 2016: 54)

“…sarkık bıyığı ve keçi sakalıyla Troçkist görüşlerin de pek uzağında kalmayan, üstelik Kazbek sigarası içen, ve masası üzerinde duran küllüğün içindeki kabuklardan fıstık yediği de anlaşılan editöre bakışımı hatırladım.” (Dağcı, 2016: 52)

Göğün mavisinde bile furgon16 vagonlarına Kiril harflerle ‘Sürgün’ kelimesi yazılı trenleri görüyorum.” (Dağcı, 2016: 48)

Ocapçe”17 dedi Hayim ve dönerek avludan çıktı.” (Dağcı, 2016: 48)

Türk dünyasının hemen her yanında yazdıklarıyla hem Türk edebiyatının hem de dünya edebiyatının seçkinleri arasına girmiş onlarca isim bulunmaktadır. Bu isimlerin çok bağlayıcı olmasa da ortak özellikleri, her ne kadar çok ağır koşullarda yaşasalar, yoğun mücadeleler verseler, karşılaştıkları güçlüklere göğüs gerecek gücü kendilerinde bulsalar da zaman zaman anne kucağına dönmeleri, çocukluk yıllarına gitmeleridir. Bu sebeple Şehriyar’da, Cengiz Aytmatov’da, Cengiz Dağcı’da anneyle ve çocuklukla ilgili çok sayıda anı bulunmaktadır.

Aşağıda verilen Anneme Mektuplar’dan alınan parçalar ile “Heyder Baba” şiirindeki bazı bölümler arasında neredeyse fark yoktur:

Uslu bir çocuktum ben. Pili başı duvarı dibindeki karınca öbekleri üstünde geçirirdim günü Saniye ile birlikte. Hoş, her zaman uslu oynamazdım elbet. Eski kuyunun çevresine taşmış sular içinde yüzen kurbağalara taş atardım. Kertenkeleleri kovalardım bağın asmaları arasında. Tutabildiğim ir kertenkele, kuyruğunu avucumun içine bırakıp kaçıverirdi. Saniye’den yana atardım kertenkelenin kuyruğunu. İrkilirdi….” (Dağcı, 2016: 16)

Yine “Heyder Baba’ya Selam” şiirinde geçen Şehriyar’ın çocukluk anılarından bahsettiği parçalarla Cengiz Dağcı’nın anıları arasında denklik bulunmaktadır:

Emmecan’ın bal bellesin yeyerdim, Sondan durub üs donumu geyerdim, Bahçalarda tiringeni deyerdim, Ay özümü o ezdiren günlerim, Ağac minib, at gezdiren günlerim.Heçi hala çayda paltar yuvardı, Memmed Sadık damlarını suvardı, Heç bilmezdik dağdı, daşdı, divardıHer yan geldi, şıllak atıb aşardık, Allah, ne koş, gamsız-gamsız yaşardık. (Ateş, 1964: 15)

Davar inerdi Kasım içinde köye. İnekler böğrüşürlerdi, koyunlar melerdi Kızıltaş’ta.” ( Dağcı, 2016: 93)

Seher tezden nahırçılar gelerdi, Koyun kuzu dam bacadan melerdi, Emme Can’ım körpelerin belerdi, Tendirlerin kavzanardı tüstüsi, Çöreklerin gözel iyi, istisi. (Ateş, 1964: 21)

SONUÇ

Cengiz Dağcı’nın eserleri Türkiye’deki yayınevlerinde Türkiye Türkçesiyle yayımlansa ve Türkiye Türkleri tarafından okunsa da bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde Kırım Türkçesinden izler taşımakta, eser boyunca sık sık bu öğeler varlığını hissettirmektedir. Türkiye Türkçesinde kullanılmayan Türkçe kelimelerin eserde geçmesi, bir anlamda farklı coğrafyalardaki Türklerin birbirini anlamasını çok yavaş da olsa kolaylaştıracak bir etken gibi görülebilse de yazardan mı redaktörden mi kaynaklandığı bilinemeyen ve Türkçenin türetme yapısına uygun olmayan kelimelerin izahı da önemli bir sıkıntıdır. Bu kategoride ele alınacak kelimelerdeki eklerin Kırım Türkçesi gramerlerinde de yer almaması, bu kelimelerin bu sahaya da ait olmadığını ve yanlış biçimler olduğunu göstermektedir. Son cümle olarak Cengiz Dağcı’nın eserleri tam olarak Türkiye Türkçesiyle yazılmamış, söz varlığı açısından biraz Kırım Türkçesinden ve biraz da yanlış türetilmiş unsurlardan örnekleri barındıran bir nitelikle okuyucuya sunulmuştur.

KAYNAKLAR

AĞCA, Ferruh (2017) “Genç Temüçin’deki Tatarca Unsurlar Üzerine”, Uluslararası Cengiz Dağcı Sempozyumu Bildiri Kitabı 16-17 Mayıs 2017 · Eskişehir, s.31-35.

ATEŞ, Ahmed (1964) Şehriyâr ve Haydar Baba’ya Selam, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Seri:4, Sayı:2, Ankara.

BANGUOĞLU, Tahsin (1990) Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara.

BOZ, Erdoğan- KAMACI, Duygu- ASLAN, EZGİ (2017) “Cengiz Dağcı’nın Kırım Tatar Türkçesiyle Yazdığı Şiirler Üzerine Dil İncelemesi”, Uluslararası Cengiz Dağcı Sempozyumu Bildiri Kitabı, 16-17 Mayıs 2017, Eskişehir, s.73-79.

ÇONOĞLU, Salim (2017) “Cengiz Dağcı’nın Şiirleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı, Ötüken, 2017, s.265-298.

DAĞCI, Cengiz (2016) Anneme Mektuplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul.

KÖK, Abdullah (2017) “Londra’dan Kırım’a Anneme Mektuplarla “Vatan” Metaforları”, Uluslararası Cengiz Dağcı Sempozyumu Bildiri Kitabı 16-17 Mayıs 2017, Eskişehir, s.259-268.

ŞAHİN, İbrahim (2017) “Düşünerek Anlatmak: Dağcı’nın Edebi Dili Üzerine” Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı, Haz. İbrahim Şahin- Salim Çonoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 238-253

lugatim.com/s/ÇİZİKTİRMEK–ÇIZIKTIRMAK–CIZIKTIRMAK

http://lugatim.com/s/DOST

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.

GTS.5bcda547223ab3.55356055

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS. 5bcda69cb18102.71377797

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.

GTS.5bbb4b0412b239.32834014

http://lugatim.com/s/R%C3%9CY%C3%82%E2%80%93R%C3%-9CY%C3%82

Dağcı’nın “Söyleyin Duvarlar” Şiirindeki Değişmeler

İsa Kocakaplan18

SÖYLENİZ DİVARLAR/ CENGİZ DAĞCI

IMen kirem qocaman saraynıñ içine,Men kirem baş eğip insanlar küçüne,Men kirem kuneşli künümni quçaqlap,Men kirem lânetli keçmişni hatırlap.Sus tilim! Söyleme, söyleme, söyleme!Divarlar söylesin, sen ise, kel diñle!Divarlar pek qarttır, divarlar tarihtır,Divarlar tökülgen qanlarğa şaattır.Söyleñiz siz maña, söyleniz divarlar!Sarayda ne oldı, sarayda neler bar?Söyleñiz, ne yerde güzeller ağladı,Qalbinde sevgini nelerge bağladı?Ne yerde, nasıl han atlandı atına?Qaysı bir qapıdan çıqtı o yatına?Qaysı bir topraqta duşmannen çarpıştı?Ne yerde baş kesip atlısı çapıştı?Söyleñiz! Ne içün edi kötekler?Kim içün yırtıldı o qanlı etekler?IISöyledi divarlar, o buyük divarlar…Qalbime sarıldı burçaqlı bulutlar.Dedim men, bu saray çoq künler keçirdi.O künler topraqqa köz yaşlar içirdi.Bu çilter sofalar boyunda bir zaman,Qayğığa kömülip tespiler çekti han.Bu yerde at mindi o deli azmanlar,Qan içip namlandı Şirinler, Mansurlar.Oynadı küldiler aremler boyunda,Zevq-safa keçirdi hanımlar qoynunda.Geraynıñ atlısı qorqu ne bilmedi,Atlarnıñ tübünde taş-topraq inledi.Kesildi insanlar, töküldi al qanlar,Qalqanlar tübünde qırıldı qılıçlar.İç aman körmedi şu Pontnıñ yalısı,Ne Polâk toprağı, ne Tuna yalısı.Saraydan İdilge, İdilden TunağaBarğancek yolları boyadı al qanğa.İnanıñ dostlarım, körgenim – bu saray,Keçmişi qaradır değenim – bu saray.……………………………………IIIMına şu mezarlıq, mına şu Geraylar…Sarıqlı baş taşlar közüme qaraylar.Sessiz ve soluqsuz men kirem… dolanam,Mezarlar taşına tayanam, oylanam…Közüme baqalar duyğusız dürbeler,Bizlerni qurtar, dep ellerin bereler.Çekiliñ kenarğa! Men başqa insanım!Canım da qanım da başqadır, inanın!Asırar keçtiler, asırlar keçerler,Asırnı quvalap asırlar kelirler!Lâkin sen de Geray, mezardan turmazsıñ,Turıp da bir daa sarayğa barmazsıñ.Minmezsiñ bir daa o cüyrük atıña,Kiyinip-quşanıp çıqmazsın yatıña.Aremler boyunda hanımlar beklemez,Derdini sökerek, türküler söylemez.Özüñnen beraber künüñ de yanıñda,Yaşa sen onıñnen zevq-safa sür anda.IVÇoq defa dolanıp aremler boyunda,Oturup oylanıp mezarlar yanında,Men keldim o “Köz yaş çeşmesi” qarşına,Men baqtım o qıznıñ tökken köz yaşına.Dedim men:” Mariya! Aydı, tur, ağlama,O qanlı köz yaşnen tilimni bağlama…”VOtırdım mermerden çeşmeler taşında,Camiler utanıp baş eğdi qarşımda.Deñişti er taraf, denişti divarlar,Deñişti istekler, denişti duyğular.Saraynı dolanmaz Osmanlı Sultanlar,Sarayda toqtalmaz aytuvlı kervanlar.Olğanlar ölgendir, bir daa tirilmez,Tur da, kel deseñ de, bil ki sen, o kelmez.1940 (Sevdiğim Yalta, s. 202-204)

Cengiz Dağcı ülkemizde önce romanları ile tanınmıştır. 1956 yılından itibaren Varlık Yayınevi tarafından yayınlanmaya başlayan eserleri, Kırım ve II. Dünya Savaşı hakkında normal Türk okurunun pek gündeminde olmayan olay ve fikirleri de içermekteydi.

Dağcı’nın kişiliği, eserlerinin yayınlamaya başlamasından itibaren büyük ölçüde roman kahramanları ile birbirine karışmakta idi. Haluk’un Defterinden ve Londra Mektupları (1996), Yansılar 1-5 (1988-1994) serisi ve Hatıralarda Cengiz Dağcı (1998) gibi eserlerinin yayınlanması ile Dağcı’nın biyografisindeki ayrıntılar ortaya çıkmaya başlar. Bu eserlerdeki ipuçları değerlendirildiğinde, roman kahramanları ile kendi hayatının kesiştiği ve ayrıldığı yerler de belirginleşir. Başlangıçta bir nevi kendi hatıralarının yansıması gibi değerlendirilen romanlarının, aslında kurmaca âleme taşınmış ve orada yeniden inşa edilmiş eserler olduğu daha iyi anlaşılır. Dağcı bu durumu kendisine çok sık sorulan “Sadık Turan19 siz misiniz?” sorusuna verdiği “Hayır o bir roman kahramanıdır.” anlamına gelen cevabı ile vurgular.20

Sovyetlerin 1990 yılından itibaren dağılması ile Ukrayna’da kalan Kırım’a hâkim olan nisbi hürriyet havası, burada Cengiz Dağcı hakkında çalışmalar yapılmasını da sağlar. 17 Mart 2014 tarihinde Rusya’nın Kırım’ı cebren ilhakına kadar süren bu devrede, hem Cengiz Dağcı’nın eserlerinden bazıları Kırım Tatar Türkçesi ile yayınlanmaya başlar hem de Cengiz Dağcı hakkında bazı eserler ortaya konur.

Cengiz Dağcı’nın şiirlerinin büyük bölümüne ancak bu dönemde yayınlanan eserler aracılığı ile ulaşmak mümkün olmuştur. Kırımlı iki yazarın hazırladığı iki kitapta, Cengiz Dağcı’nın şiirlerinin önemli bir bölümü toplanmıştır. Bu iki kitapta toplam 39 şiir vardır.21

Rıza Fazıl’ın hazırladığı kitapta 37 şiir vardır. Yunus Qandım’ın kitabında ise 20 şiir bulunmaktadır. Bu şiirlerin 18’i ortaktır. Yunus Qandım’ın kitabında bulunan 2 şiir, Rıza Fazıl’ın kitabında yoktur. Bunlar eklendiğinde Dağcı’nın iki kitapta toplam 39 şiirinin yer aldığı görülür. Rıza Fazıl’ın kitabındaki 8 şiir Cengiz Dağcı’nın Anneme Mektuplar (Dağcı, 1988) romanında geçen manzumelerden derlenmiştir. Biz bu romanı tekrar gözden geçirdiğimizde Cengiz Dağcı’nın Rıza Fazıl tarafından kitaba alınmayan 7 şiirinin daha bulunduğunu gördük. Rıza Fazıl’ın kitabında bulunan 9 bitmemiş şiire Anneme Mektuplar’da belirlediğimiz diğer 7 parçayı da eklersek, Dağcı’nın 16’sı bitmemiş, 30’u tam şiir olmak üzere, toplam 46 şiirinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Emel Dergisinin Mayıs 2016 tarihinde basılmış Ocak-Aralık 2012’ye ait tek ciltte toplanan 238-241. sayılarında, Cengiz Dağcı’nın bilinmeyen bir şiiri daha yayınlanmıştır (Koçar, 2012: 32-36) “Ant” başlığını taşıyan bu şiirle, şairin şiirlerinin sayısı 47’ye ulaşır.22

Cengiz Dağcı şiire 1936 yılında, ortaokul öğrencisi iken başlar. Akmesçit’de 13. Tam Ortaokulda öğrencisi olduğu Edebiyat Öğretmeni Safiye Akimova’nın yönlendirmeleri ile ilk şiiri 1936 yılında Gençlik Mecmuasında çıkar. Bu şiir “Kış” adını taşır. Yine aynı yıl aynı dergide “Kart Anay ve Eçkisi” isimli uzun şiiri yayınlanır.

1939 yılında Bahçesaray’a bir gezi yapar ve Hansarayı’nı gezer. Bu gezinin etkisi altında “Söyleyin Duvarlar” isimli şiirini yazar. Bu şiir de uzun bir metindir. Şiiri Edebiyat Mecmuası editörü Şâmil Alâddin’e verir. Editör, şiirin mevcut haliyle yayınlamasının Cengiz Dağcı’yı hapse götüreceğinin farkındadır. “Söyleyin Duvarlar” 1939 yılında rejime ters düşen mısraları Şâmil Alâddin tarafından değiştirilerek yayınlanır.23 Rıza Fazıl’ın kitabına isim olan “Sevdiğim Yalta” şiiri de 1939 yılında Edebiyat Mecmuasında çıkar.

Dağcı’nın Bahçesaray’ı gezdikten sonra yazdığı ve Edebiyat Mecmuası editörü Şâmil Alâddin tarafından bazı mısraları değiştirilerek yayınlanan “Söyleyin Duvarlar” şiiri, Kırımlı aydınların yaşamak ve katlanmak zorunda oldukları ikilemi bütün acılığı gösteren bir örnek metindir. Şiirde Cengiz Dağcı ile Şâmil Alâddin’e ait mısralar çok belirgindir.

Dağcı, Hansarayı’nı gezerken çok etkilenmiş ve geçmişe özlemini ifade ettiği uzun bir şiir kaleme almıştır. O, sarayın tarihi havasında kaybolur ve suskun duvarlardan kendisine tarihini anlatmalarını ister. Bu hislenmelerle Cengiz Dağcı tarafından oluşturulan metin, Sovyet rejiminin ilkelerine ve anlayışına son derece terstir ve şairini en iyi ihtimalle hapse götürecektir. Şâmil Alâddin, genellikle kıtaların sonunda yaptığı müdahalelerle şairin zarar göreceği bir uygulama ile karşılaşmasını önlemeye çalışır.

Şiir 5 bölümden oluşur. 12’li hece ölçüsü ile yazılmış ve düz kafiye tercih edilmiştir. Dörtlükler halinde düzenlenmiştir. 1. Bölümde 4 dörtlük bir de ikilik vardır. 2. Bölüm 5 dörtlükten; 3. Bölüm 4 dörtlük 1 ikilikten, 4. Bölüm 6 mısradan, 5. Bölüm ise iki dörtlükten oluşur. Söyleyin Duvarlar, 70 mısra uzunluğunda bir şiirdir. İkinci bölümün sonunda sıra noktalarla işaretli bir satır vardır. Bu iki anlama gelebilir. Ya, Dağcı zihninde olan bazı mısraları buraya aktarmamıştır ya da editör sakıncalı bulduğu ve düzeltme imkânı olmadığı için, buradan bazı mısraları çıkarmıştır.

Dağcı, kendi tarihine olan merakını Pedagoji Enstitüsünde Klyuçevski’nin Rusya’nın Ortaçağ Tarihi isimli kitabından “Moğol ve Altın Orda” konularını okuyarak gidermeye çalışmaktadır. Muhtemelen bu sıralarda gittiği Bahçesaray ve bilhassa Hansarayı onu çok etkiler. Resmi tarihin “haydutlar yatağı” olarak öğrettiği ve değersizleştirmeye çalıştığı Bahçesaray ve Hansarayı, kendi tarihini öğrenmek arzusu ile içi kavrulan bir Türk gencinin, kendisine okutulan kitaplardakileri bir tarafa bırakıp, bilgiyi doğrudan tarihin kendisinden alma çabasının bir ürünü olarak şiire girer. Dağcı bilgiyi, tarihini, doğrudan doğruya Hansarayı’nın duvarlarından öğrenecektir. Sarayın suskun duvarları ile ruhu arasında şairane bir bağ kuracak ve işin aslını bu duvarlara soracaktır. Dolayısıyla şiirin ismi, esir bir ülkenin genç öğrencisinin, rejim tarafından kendisine yanlış ve güdümlü aktarılan tarihin gerçeklerini, bizzat o tarihin tanığı olan bir yapıdan öğrenme arzusunun sembolü olarak karşımıza çıkar: Söyleyin Duvarlar…

İşte karşısında kocaman bir saray durmaktadır. Duvarları arasında onun bilmediği, kendisine okutulan tarih kitaplarının yazmadığı sırları saklayan bir tarihi binanın kapısındadır. Bu yapı daha kapısında iken, ona güçlü bir geçmiş duygusunu telkin eder. Binanın içine girmeden, önce orada yaşamış insanların gücüne baş eğmek gerekir. Tarihi yapı, kapısında duran gençte bu ruh halini oluşturur. Bu “kocaman” sarayda, “kudretli” insanlar yaşamışlardır. Tabiat güneşli ve güzel bir günüyle bu manzaraya eşlik etmektedir. Işıklı, aydınlık, sıcak bir gün… insana çevre ve tarihle dostluk kurmayı ilham eden bir gün. Gencin içini ısıtan ve aydınlatan bir gün. Dağcı bu güneşli günü kucaklayarak, “gönlü ışıklarla dolu bir şekilde” sarayın kapısından içeri adım atacaktır. Ancak dördüncü mısrada bu tarihe dost ve cedlere hayran ruh hâli birden tersine döner. Dörtlüğün büyüsü son mısra ile bozulur:

Men kirem lanetli keçmişini hatırlap

Bize göre şiirin ilk dörtlüğünün Şâmil Alâddin tarafından değiştirilen mısraı budur. Bu mısra, bağlam/ kontekst açısından bakıldığında ilk üç mısraın anlam dünyasına tamamen aykırıdır. İlk mısralarda hâkim olan cedlere ve yapıya hayranlık duygusu, son mısrada yerini nefret duygusuna bırakır. Devreye Sovyetlerin resmi görüşünün ürünü olan bir mısra girer. “O sarayın lanetli bir geçmişi” vardır. Orası haydutlar yatağıdır. Zaten sonraki kıtalarda da bu müdahaleler açıkça belli olmaktadır. Şiirdeki kıtaların yapısı; saraya, atalara ve tarihe hayranlık ifade eden ilk üç mısradan sonra, nefret ifade eden dördüncü mısraların gelişi şeklinde oluşmaktadır.

İlk bölümün ikinci kıtası da aynı özelliği gösterir. “Sus tilim! Söyleme, söyleme, söyleme!” şeklindeki ilk mısra, okulda öğretilenlere inanılmadığını gösterir. “Söyleme” kelimesinin üç kere tekrarı, bu bilgiden şüphenin en güçlü ifadesidir. Gerçek okul kitaplarında değil, bu sarayın duvarlarında gizlidir. Çünkü o duvarlar çok yaşlıdır, tarihi yaşamışlar ve kendilerinde hıfz etmişlerdir. Öyleyse sarayın tarihini en iyi bu duvarlar anlatabilir. Şaire bütün bildiklerini unutmak ve duvarların söyleyeceklerini dinlemek düşer. Ancak kıtanın son mısraında büyü tekrar bozulur:

Divarlar tökülgen qanlarğa şaattır.

Bu mısra ile tekrar Sovyetlerin resmi ideolojisine dönülür. Bahçesaray’da yaşamış hanlar, kan dökücü haydutlardır. Bu mısra da şiire editör tarafından eklenmiştir, diyebiliriz.

Bu mısradan sonra gelen üçüncü ve dördüncü kıtalarda şair tekrar tarihi gerçek yüzüyle öğrenme arzusunu belirtir. Sarayın gerçek yüzünü duvarlar söyleyecektir. “Bu sarayda yaşamış güzeller nelere üzülüp ağladılar? Onlar, kalplerindeki sevgiyi nelere bağladılar?” gibi sorulara güngörmüş (asır-dide) duvarlar cevap verecektir. Şair dördüncü kıtada da duvarlara merak ettiği soruları sormaya devam eder. Han atına nerede, nasıl bindi? Sarayın hangi kapısından dışarı çıktı? Hangi topraklarda hangi düşmanlarla çarpıştı? Emrindeki atlılarla birlikte nerelerde baş kesip at sürdüler? Bütün bu sorular önce sarayın harem hayatına duyulan merakı gidermeye, sonra da hanların ortaya koydukları tarihin, kazandıkları zaferlerin öğrenilmesine yöneliktir. Tarih kitaplarının vermediği bilgiler bu duvarların hafızalarında saklıdır. Saray yaşantısını ve savaş tarihini öğrenme arzusu bu kıtalara sinmiştir. Bu iki kıtada da Kırım tarihine pozitif bir bakış vardır.

Bakış açısı birinci bölümün son iki mısraı ile değişir:

Söyleñiz! Ne içün edi kotekler?Kim içün yırtıldı o qanlı etekler?

Kısaca, Kırım Hanlarına “Bu haydutlukları niçin yaptınız?” diye sorulur bu mısralarda. Elbette söz konusu iki mısra da şiirin genel akışına, yani metnin kontekstine aykırı durmaktadır. Bu mısralar da editör tarafından eklenmiş veya değiştirilmiştir. Şiirin 18 mısralık birinci bölümü şairin yapı, Kırım tarihi, sarayın içinde yaşayanlar ve yaşananlar hakkında saray duvarlarına sorduğu sorulardan oluşur.

Şiirin ikinci bölümünden itibaren şairin duvarlardan öğrendiği bilgileri, edindiği izlenimleri görmeye başlarız. 20 mısradan – 5 dörtlük- oluşan bu bölümde duvarlar konuşmaya başlar. Daha doğrusu, şair düşündüklerini duvarlara söyletir. Dağcı’nın Kırım tarihi konusunda resmi tarih dışında müktesebatının bulunduğunu buradaki bir takım telmihlerden anlarız. Şair sarayın içine duygulu, coşkun bir ruh hali ile girer. Kalbi heyecanla çarpmaya başlar. Yağış yüklü bulutlar gönlünü doldurur. Sarayın geçmişini hatırlamak, onu bir duygu sağanağı altında bırakır. Bu giriş kıtası Dağcı’nın atalarının izleri ile buluşmaktan duyduğu heyecanı yansıtır. Ama büyü yine dördüncü mısrada bozulur:

O kunler topraqqa koz yaşlar içirdi.

Sarayın, gözleri önünde canlandırdığı tarih Kırım Hanlarının Kıpçak bozkırlarına, Karadeniz kıyılarına ve Avrupa’ya atları ile akınlar yaptıkları dönemlerdir. Sonraki dörtlüklerde bu bakış açısı açıkça görülür. Ancak editör, dörtlüğün son mısraını değiştirerek Cengiz Dağcı’yı muhtemel bir cezadan kurtarır. Kırım hanlarının saltanatı, o toprakları acı ve üzüntü içinde bırakmıştır. Ülkeye kötülükten başka bir şey vermemiştir. Böylece Sovyet görüşü şiire bir kere daha girmiş olur.

На страницу:
8 из 10

Другие электронные книги автора Анонимный автор

Другие аудиокниги автора Анонимный автор