
Bozkırın Sesi: Tölögön Kasımbekov
Yazarın “Bozkurt” hikayesi diğer hikayelerden farklı olarak kahramanı dişi bir kurttur. Hikâye Yavrularını korumak ve beslenmek için avlanan bir kurt ile sürüsüne zarar veren kurttan intikam almak isteyen çoban arasındaki mücadele üzerine kurgulanır. Yazar anlatıcı, öyküde mekânın kurt ve yavruları için nasıl dar/kapalı mekâna dönüştüğünü şu şekilde ifade eder; “analarının karnı ardından yaşadıkları in bile kendilerine dar gelen yavrular karanlık çuvalın içinde boğulacak hale geliyorlar, çuvaldan kurtulabilmek için çırpınıyorlar, keskin bir sesle bağrışıyorlardı.”30 Varlık alanları tecavüze uğrayan ve hayatları ellerinden (ç)alınan kurt yavruları, yaradılış gereği özgür olma deneyimini yaşayamazlar. Yaşadıkları in”in darlığından sıkılan ruhları, çuvala kapatılmayla daha da sıkılır. Adler’e göre, “özgürlüktür ki, güçlü insanlar çıkarır bağrından; baskı ise öldürür, yıkıma sürükler insanı”31 ve aynı şekilde kurtların da özgür yaşamları ellerinden alınarak, yıkıma sürüklenirler. Hikâyede açık/geniş mekâna örnek olarak bozkurtun doğum yaptığı ini verilebilir; “aradan günler geçti. Dişi kurdun karnı iyice sarkmaya, memeleri kabarmaya başladı. Hareketleri ağırlaşmış, eskisi gibi koşamaz olmuştu. Son günlerde ise neredeyse hiç çıkmıyordu ininden. Ve güzel bir günde dört sevimli kurt yavruladı”32 Bozkurt, yavrularının doğumuyla kendini huzurlu hisseder ve mekân birden genişler.
Kasımbekov’un “İnsan Olmak İstiyorum” hikayesi ise onun yazar olarak tanınmasından önemli bir etkendir. Hikâyenin başkişi Asıl adlı gençtir. Üniversiteyi okumak için arkadaşı Mıktı ile şehre giden ancak Mıktı’nın da olumsuz etkisiyle sınavı geçemeyerek köyüne dönen Asıl’ın köyünde yaşadıkları ve yaşadığı farkındalık hikâyenin konusunu oluşturur. Başkişi Asılbek’in dönüşünde karşılaştığı ruhsal çalkantılı dönemlerinde mekân, kahramanı sıkan/ saran yapısıyla dar/kapalı mekân özelliği gösterir; “ev içi bana değişik geldi. Duvarları kısa, pencereleri küçücük, içi karanlıktı” (s. 28). Evin içinin “karanlık” olması başkişinin yaşadığı hayal kırıklığıyla paralel bir seyir izler. Sınavı kazanamayan Asıl, yaşadığı başarısızlık karşısında babasıyla yüzleşmekten korkar. Her zaman aynı olan evin içi yaşadığı ruhsal çöküş nedeniyle Asıl’a “değişik” görülür. Onun kendini bulduğu içtenlik mekânları tabiatla baş başa olduğu kendi “ben”iyle yüzleştiği anlardır; “güneşin ılık ışıkları etrafı sarmış yüzüme vuruyor. Bütün dünya merhametin kucağında gibi” (s. 45). Cümlesinde de görüldüğü gibi Asıl’ın kendini bulduğu bu anlar, onun ruhunun derinliklerine inmesinde, kendi iç huzurunu sağlamasında yardımcı olur. Hikâyenin sonunda asıl istediğinin İnsan olmak olduğunun farkına varan Asıl kendilik değerlerini keşfetmiştir.33
Yazarın bu dört hikâye dışında kalan on bir kısa hikayesinde ise mekân algısı değişiklik gösterir. Bu hikayelerin kısa olması sebebiyle tek başlık altında incelenebilir. “Kavganın Başlaması” adlı öyküde bile bile ölüme giden Bilgin Darkan’ın içinde bulunduğu çıkmazda kendini gösterir; “kötü niyetli kağanım ben yanlış yapmadım, sevincim benimle gidiyor, üzüntüm kaldı dünyada” (s. 106) söylemi mekânın cehennemleşen yüzünün görüntüsüdür. “Taşa Yazılan Damga” öyküsünde doğanın acımasız yüzüyle karşılaşan birey, çevresel koşulların yarattığı korkuyu duyumsar. Mekân bu boyutuyla sıkıştırıcı/ kuşatıcı yönüyle görülür; “bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Yağmurluğumdan akan su damlıyordu. Ayakkabımıza su dolup, yürüdükçe ses çıkarıyordu. Yağmurun yağması yetmezmiş gibi dolu da yağmaya başladı. Şimşeğin çakması ürkütücü boyuttaydı.”34 Kuşatılmışlığın korkunun ve tükenişin mekânı olan doğa, öykünün başında açık mekân iken bir anda kapalı mekâna dönüşür.35
Bireyin korkularının, acılarının mekânı olan dar/ kapalı mekânlara örnek olarak, “Keder” öyküsünün başkişisi Üsön’ün eşini kaybettikten sonra cehennemleşen dünyasında, karısına olan özlemle yakarışı gösterilebilir; “güzelim! Üsön ağlayarak resmi göğsüne bastı. Can başka imiş, ben hala yaşıyorum. Hayatımın çiçeği, çocuklarımın annesi beni bırakıp, dönmeyecek yerlere gittin. Kanepeye kendini atıp çocuklar gibi ağladı.”36 Ölümün mekânı her zaman dar/kapalıdır. Mekânın darlaştığı diğer bir öykü de “Anne” öyküsüdür. Gelininin kötü davranışlarıyla hayatı alt üst olan kadın karakter, oğlunun seyirci kalmasıyla yıllardır anılarını depoladığı içtenlik mekânından ayrılmak zorunda kalır; “tamam ben gideyim kavganızın sebebi ben oluyorsam. Tamam, oğlum, hoşça kal. (…) Anne giysilerini almadan çıkıp gitti.”37 Sütüyle büyüttüğü öz evladının duyarsızlığı ve gelininin eziyetleri karşısında yaşlı kadın kendini sokağa atar ve mekân darlaşır.
Bireyin kendisiyle ve çevresiyle uyumlu olduğu içtenlik mekânları olan geniş/açık mekânlar, “Taşa Yazılan Damga” öyküsünde, anlatıcı ben’in hedeflerinin gerçekleştiği zirvedir; “Saat 17:08’i gösterdiğinde Straykov ilk önce zirveye ulaştı. Hepimiz yaşasın diye bağırdık. Beş dakika sonra hepimiz ordaydık. Straykov’un elindeki barometre bulunduğumuz yerin denizden 5000 metre yükseklikte olduğumuzu gösteriyordu.”38 “Mutluluk Veren Bölge” öyküsünde mekânın insanı rahatlatan yönüyle yüzleşir; “böyle bir yolculukta camın yanına oturmaktan başka ne güzellik vardır. Cama yaklaşıp bir aşağıya bakmaktan bir de sınırsız gökyüzüne bakmaktan gözlerin yoruluyor. Cesur Yuriy yirminci yüz yılında yeryüzünün her köşesini gezdi, ancak aslan gibi kocaman Kırgız dağlarının farkına varabildi mi?”39 Kasımbekov’un huzur mekânı, doğup büyüdüğü Kırgız Coğrafyasıdır. Kasımbekov’un kahramanları da bu atmosferden etkilenir.40
Ç. Romanlarında Mekân AlgısıRomanda “mekân, vaka zincirinde ifade edilen hadiselerin sahnesi durumundadır.”41 Olay örgüsünün merkezi konumundaki başkişi ve diğer karakterlerin açımlanmasında kendilerini gerçekleştirmelerinde mekân önemli bir unsurdur. Romanlarda mekân kahramanların sahnesidir. Tölögön Kasımbekov Kırgız tarihi romancılığını başlatan isimdir. İlk tarihi roman Kırılan Kılıç romanı üzerine hala bir roman yazılmış değildir. Onun tarihi romanlarında geçen çevresel mekanlar Kırgızistan’ın işgal edilmiş topraklarıdır. Algısal mekân bağlamında incelenecek mekanlar ise halkın tahrip edilen bellek mekanlarıdır.
Yazar, Kırılan Kılıç romanından itibaren milli tarih bilinciyle eserlerini kurgulayan Kasımbekov, kahramanlarını ve olaylarını gerçek yaşamdan seçerek kendi deyimiyle “yüzyıllarca yaşayan Kırgız adını kılıç ile dağlara yazmıştır.” Kırgız edebiyatının tarihsel romancılığında zirve kabul edilmesi, onun içinden geldiği gibi rahatça yazması ve tarihsel gerçeklere sadık kalmasından dolayıdır. Kasımbekov, nehir roman tarzında dört tarihi roman yazmıştır. Kırılan Kılıç romanından sonra yazdığı Kelkel romanında, kaldığı yerden devam etmiş, olayları ve kahramanları tarih sırasıyla aktarmıştır. Yazarın diğer tarihi romanları olan Kırgın ve Baskın’ın da olaylar devam eder. Rusların Türkistan’a gelişleri, Hokant Hanlığı dönemi taht karışıklığı, Rus göçmenlerin yerleştirilmesi, 1916 Ürkün ayaklanması ve sonuçları, Çar rejiminin yıkılması ve belirsizlik romanın ana hatlarıdır. Kırgız halkının yaşamına odaklanan ve kahramanlarını gerçek hayattan seçen yazar bir tarih kitabı yazıyormuş gibi titiz davranmış arşiv belgelerinden, dönemi yaşayan canlı şahitlerden yararlanarak bir döneme ışık tutmuştur. Kurguyla gerçeği birleştirdiği bu dört romanında mekân tasvirleri ve mekânın bireyler üzerindeki etkisi önemli yer tutar.
Tölögön Kasımbekov’un Kırılan Kılıç romanında geçen mekânlar, reel yaşamdan alınan tarihsel hadiselerin birebir yaşandığı yerlerdir. Romanda en çok görülen ve daha çok ihanetin, ölümün mekânı olan, Han Sarayı ile işgal altındaki şehirler çevresel mekânlardır. Yazar-anlatıcı tarafından kurgunun merkezine alınan çevresel mekânlar şunlardır; “Taşkent, Sarı Özön, Çüy tarafı, Talas, Aksu tarafı, Sar Töbö, İki Su Arası, Buhara tarafı, Evliya Ata şehri, Kurtka, Ketmen, Töbö Kaleleri, Oş, Narın Irmağı, Alabuğa köyü, Kızıl Car, Çüy, Kocon, Mahram, Fergana, Namangan, Andican, Özgön’dür.42 Çevresel mekanlar yazarın diğer tarihi romanlarında da değişmez. Ancak mekân incelemelerinde daha çok algısal mekân üzerinde durulmalıdır.
Kırılan Kılıç romanında mekânlar daha çok özgürlüklerin kısıtlandığı, bireylerin hayatlarının sonlandırıldığı, varlık alanlarına müdahale edildiği olumsuz yönleriyle öne çıkan savaş meydanı, zindan gibi yalıtık mekânlardır. Rusların gelmesiyle hayatları cehenneme dönüşen Kırgızlar için bir zamanlar içtenlik mekânı olan yerler kapalı/dar mekanlara dönüşürler.
Savaş anında ölümü hissederek siperde ölüm kalım savaşı veren askerler için mekân darlaşır; “siperin içi kapkaranlık. Yiğitlerin durduğu yerden başka bir yerde, bir damla bile ışık görünmüyor. Ağaçlar, dul kalmış kadınlar gibi büzülmüş, evler ise, eski mezarlıklar gibi boz renkte gözüküyor.”43 Bireyin ruhsal durumuyla paralel olarak değişen mekân algısı, roman boyunca genelde olumsuz yönüyle işlenir. İşgale, kıyıma uğrayan halk yok olma tehlikesiyle korku ve telaş içinde yaşamaya çalışırlar. Dünyalık zamanlarındaki belirsizlik, onları kaotik bir çıkmaza sürükler; “Hokand’da çıkan kargaşa herkesin dilindeydi. Başkalarının ağzına bakarak kulak kabartıyorlar, uzaktan bir atlının geldiğini görseler, hemen atlarına koşuyorlardı. Korku dağı aşmıştı.”44 Korku dar mekânların en önemli özelliklerindendir. Hokand sarayı da bireyler üzerinde yarattığı korkuyla mekânın cehennemleştiği bir alana dönüşür.
Romanın en dramatik sahnelerinden olan Kıpçakların kıyımı, dar mekânlara örnektir. Ölümün acımasız yüzüyle karşılaşan halk, varlıklarını sonlandırmakla görevli cellâtlardan kaçacak yer ararlar. Romanın kart karakterlerinden Hudayar Han’ın yaptığı kıyım inanılmaz boyuta ulaşır. Sadece Kıpçak oldukları için Hudayar Han’ın emriyle boğazlanan insanlar kıyımdan kaçacak yer ararlar; “tam o günlerde Hokand, Taşkent şehirleri kan kokuyordu. Arklardan kanla karışık sular akıyordu. Hu-dayar Han’ın adamları, sokaklarda grup grup, aç kurt gibi dolaşıyor, Kıpçak birine rastlarlarsa, hemen oracıkta kılıçla öldürüyorlardı. Öldürdüklerinin hepsi de kendi halinde, kendi işinde gücünde olan insanlardı.”45 İnsanın ne kadar acımasız olabileceğini bu satırlarda görmek mümkündür.
Rus işgali ile başlayan yok oluş/a giden süreç, kaosun başlangıcıdır. Roman boyunca birbiriyle ve Ruslarla savaşan Kırgızlar, birlik olamadıkları için halka da ağır bedeller ödetirler. Kadın, çocuk demeden öldüren Ruslar, köyleri yakıp yıkarak, insanlara ağır bedeller ödetirler;
Otlarla üzerleri örtülmüş evler yanmaya devam ederken çatılar birer birer çökmeye başladı. Ağlayışlar, çığlıklar, dumanlara karışarak gökyüzüne yükseliyordu. Bir müddet sonra da çığlıkların yerini yanık et kokuları aldı. Hiçbir şeyden habersiz, uzak bir dağ köşesinde kendi kaderleriyle baş başa, zavallı bir şekilde yaşayan kışlağın insanları kapatıldıkları ağıllarda diri diri ateşe verilmişlerdi. Kısa sürede etrafı kesif bir yanık et kokusu kaplamıştı.46
Mekânın insan psikolojisi üzerindeki olumsuz yönüne örnek olabilecek yukarıdaki cümleler, Kırgız halkının yaşadığı acı dolu yılların özeti gibidir. Kendi topraklarına yabancılaştırılan, açlık ve sefalet dolu günler geçiren halk özgürlükleriyle beraber yaşamlarını da kaybederler. Kanlı iktidar mücadelesi ve Rus işgalinden kaçmak için sığındıkları evleri mezarları olur.47 Kırılan Kılıç romanı acının, gözyaşının, kuşatılmanın, ölümün anlatıldığı bir roman olduğu için romanda açık/geniş mekânlara fazla yer verilmez.
Kasımbekov’un nehir romanlarının ikincisi Baskın romanı Rusların Türkistan topraklarını işgalinin devamı niteliğindedir. Bu romanın da başkişisi Kırgız halk kahramanı Şabdan’dır. Baskın romanında Ruslar tarafından işgal edilen topraklarda varlık alanlarına müdahale edilen tüm insanların içinde bulunduğu kaotik alanlardır. Rus işgaline ve katliamına şahit olan başkişi, gördükleri karşısında çaresizce etrafı süzer; “gördüğü katliam karşısında, henüz yüreği katılaşmamış delikanlının gözünden yaş geldi. Ta karşıdaki dağın çevresinde toplanan ve gittikçe çoğalan ak bulutları rengârenk görmeye başladı. Bulutlar sanki matem içinde, gölün üzerine doğru dalga dalga yayılıyormuş gibi geldi ona.”48 Yaşadığı coğrafyada gerçekleşen yıkım ve felaket Şabdan’ın psikolojisini derinden sarsar. Şabdan, gördükleri karşısında ruhsal olarak çöküntü içinde kalır, ruhuna bir zamanlar huzur veren topraklar darlaşır, labirentleşir.
Baskın romandaki dar mekâna bir başka örnek olarak Hapishane verilebilir. Bireyin sıkışıp kaldığı hapishane hücresi roman kahramanları için kaosun son evresi konumundadır; “Akbalban’ın yüzü solmuş ve şişmiş gibiydi öncekinden daha da beter olmuş, dudakları rengini kaybetmişti. Belli ki hapishanenin soğuğu kemiklerine kadar işlemişti. Buna rağmen toplanan kalabalığa gülümseyerek bakıyordu.”49 Akbalban’ın Hapishane gibi dar labirent bir mekâna kapatılması onda diğer mahkumlar gibi derin bir travmaya yol açar. Baskın romanında açık/geniş mekanlara örnek olarak ise roman kahramanı Şabdan’ın aşk algısıyla gerçekleşir. Şabdan, dinlenmeye çekildiği evde kendisine hizmet eden kıza âşık olur. Alarça’nın büyülü atmosferiyle bir kahramandan romantik bir âşığa dönüşür; “şimdi kuşlar gibi özgürdü burada. Onun bütün sırlarını öğrenmek, gizemli dünyasına girebilmek için onu bol bol konuşturuyordu Şabdan.”50 Halkı gibi kafese kapatıldığını hisseden Şabdan, âşık olduğu güzelin yanında “kuş gibi özgür” olduğunu duyumsar.
Kasımbekov nehir roman serisinin üçüncüsü olan Kırgın romanında 1916 yılında yaşanan büyük felaket olarak da bilinen yüzbinlerce Kırgız Türkünün hayatını kaybettiği ürkün isyanı üzerinde durur. Rusların Türkistan’ı istilası sonrası halka yaptıkları zulüm dayanılmaz bir hal alır. İnsanlar topraklarını terk etmek zorunda kalırlar. Kırgız Türklerinin yaşadıkları içtenlik mekânı dar mekâna dönüşür; “dört taraftan giren atlılar her yeri kuşattılar. Yağmur gibi yağan mermilerden kaçamadı insanlar. Her yer kıpkırmızı kanla doluydu”51 Savaşın getirdiği yıkımla mekân, içten ve dıştan insanlığı kuşatan bir cehenneme dönüşür.
Sadece Kırgız değil, dünya tarihinin karanlık bir sayfası olan 1916 Ürkün olayının anlatıldığı sahneler mekânın darlaştığı, labirentleştiği anlardır. Büyük bir “kırgın”a yol açan Kırgız halkının özgürlükleri için ayaklanmaları, geri dönüşü olmayan yitime neden olur. Romanda karakterlerinden genç Tegimbay’ın gözünden Kasımbekov kıyımı şu şekilde anlatır;
Tegimbay (…) kimsenin kimseyi duymadığı, birbirlerine bakmadığı panik sırasında dedesini kaybetmişti. Geniş avlunun içinde de dışında da birbirlerinin üzerine yığılıp kalan, birinin gözlerini açıp gökyüzüne baka kalan, bu kadar ölü insan üzerinden basacak yer zor bulup, çaresizce üzerlerinden atlamışlardı. Bu kadar ceset arasında dedesi yoktu. Nereye gitti o zaman!52
İstilanın hüküm sürdüğü öz vatanına yabancılaşan Tegimbay, dedesini bulmayı ister ancak bulamaz. Tegimbay gibi binlerce insan eşinden, dostundan kopar. Büyük bir kayıp yaşayan halk için mekân labirentleşir; “giderken halkın sayısı 138 idi, ertesi gün saat 10:00 gibi Bişkek’e sadece 35’i ulaştı.”53 Bu sayısal veriler halkın nasıl bir kırgına maruz kaldığının göstergesidir.54
Romanda açık/geniş mekân örneği pek bulunmaz. Ruslar tarafından esir alınan Baytik hapishaneden çıktığında halk, kahramanını bağrına basar ve onun şerefine milli oyunlarını düzenler. Kırgız halkının biraradalığını sağlayan milli oyunlarında halk, kendini bir an da olsa huzurlu hisseder. Bu anlarda halk için mekân genişler, ruhsal yönden onları rahatlatır; “müjde ulaşmış galiba. Sarı Özön at binenlerle doluydu. Karşıda Rus arabası görünür görünmez herkes onları tezahüratlarla karşıladı.”55 Yıllarca haksız yere esareti yaşayan Baytik’in kurtuluşu halkın yüzünü güldürür. Yöresel oyunlar oynanır. Baytik’in özgürlüğüne yeniden kavuşmasına sevinen halk, büyük “kırgın”dan önce son kez bir arada sevinç içinde kutlama yapar.56
Kasımbekov’un nehir romanlarının konu ve içerik bakımından sonuncusu Kelkel’dir. Diğer romanlarda Rus işgalinin yeni dönemde artık sona erdiği düşüncesi hakimdir. Ekim ihtilali Türk halkları için bir umuttur. Ancak çok geçmeden her şeyin eskisinden de kötü olacağı anlaşılacaktır. Kelkel romanı da bu bağlam üzerinde durur. Roman iki ciltten oluşmaktadır. İlk ciltte Kırgız halk ozanı Toktokul Satılganov üzerinde durulurken ikinci ciltte Rusya’da ki ihtilalin Türkistan’daki etkileri anlatılır.
Savaşın ve işgalin getirdiği zor günler halkı çıkmaza itmişken, 1917’deki “Ekim Devrimi” gelecek adına halkı yeniden umutlandırır. Ancak bu kez de insani duygularını yitiren çeteler, yoksul halkı iyice sömürür; “küçük kasabanın üç sokağında gürültüler yaşandı. Tars! Tars! Tüfek sesi tüm sükûtu bozdu, yangın ile mücadele eden erkeklere kurşun sıkılarak başlarına sopayla vuruluyordu. Petrovka kasabasının dört tarafı yangın içinde kaldı, kasaba kısa bir zaman içerisinde kül oldu”57 Çetelerin Petrovka kasabasında yaptığı bu katliam, halkın tüketilmek, yok edilmek istenmesinin görüngüsüdür. Çeteler, bununla yetinmezler gittikleri yerlerde her yeri yakıp yıkmanın yanısıra, tecavüz gibi insanlık suçu da işlerler; “birisi yeni gelen geline tecavüz etti. Bağlanmış kocası, utandığından kalkamıyordu bile, ölmesi daha iyiydi onun için. Daha evlilik hayatının başında olan gelin durduğu yerde kalakaldı”58 Mekânın insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkisine örnek olacak bu satırlar insanoğlunun ne kadar vahşileşebileceğinin de göstergesidir. Toktogul’un esareti yaşadığı Sibirya’daki hapishane, yalıtıcı özelliğiyle korku ve endişe verici labirent mekâna dönüşür;
Aç karın, ince giyim, soğuk hava… Esir kalanların çoğu dayanamayarak sonbahara kadar vefat ettiler. Hiç ara vermiyorlardı, bir dizi olarak yere düşen insanları toprağa vermeye değil, eğilip bakmaya bile niyetleri yoktu. Kamçı ile vuruyor, yanlış bir hareket yaparsan ateş ediyorlardı. Nihayet İrkutların hapishanesine geldik. Geceleyin taş mağaranın içindeydik. Gündüz ağaçları kesiyorduk, yolları kazıyorduk. Sadece biz varız zannediyorduk; ama esir düşen Ruslar bizden de çok sayıda. Beraber zulüm gördük. Art arda insanlar ölüyordu. O ölen insanlara bakarak ve ‘keşke biz de öyle canımızı teslim ederek kurtulsak’ diyorduk…59
Romandaki açık/geniş mekanlara örnek ise hürriyet umuduyla yeşerir. Yıllardır yaşanan baskı ve zulüm sonucu vatan topraklarından uzaklaştırılan, yok edilmek istenen halk, Rusya’da gerçekleşen devrimin getirdiği hürriyet fikriyle heyecana kapılır. Bu mutluluk ve heyecanla halk sokağa dökülür. İki yüz bin kişi, Kokon şehrinde toplanarak bağımsızlıklarını kutlarlar. Bir zamanlar kanlı savaşların tanığı olan şehir, halkın sevinç gözyaşlarına tanıklık eder; “uzun yıllardır hüküm süren sömürgeciliğin sona ermesinden sonra zulüm gören Türkistan halkı artık kendi bağımsızlığını kazandı. Gökten gelmiş bir hediye olduğunu düşünerek halk şaşırıyordu. İnanamadılar, inanamadıklarından dolayı gözyaşı bile döktüler. (…) “Türkistan’a özerklik verilsin!” bayrakta yazan yazıya sevinen halk meydana çıktı. Birbirlerini tanımayan insanlar birbirlerini kucakladılar.”60 Bu işgale ve baskıya karşı koymaya çalışan Kırgız halkı, hürriyet düşüncesinin verdiği mutlu anları da toplu halde “birbirlerini kucaklayarak” kutlarlar.
Tölögön Kasımbekov’un bu dört tarihi romanı dışında kaleme aldığı sosyal konulu romanı Cetilgen Kurak yani Türkiye Türkçesine “Olgun Nesil”61 olarak aktarabileceğimiz romanıdır. Yazar, Olgun Nesil romanında sosyalizmin gerçeklerini anlatmaya çalışır. Romanın başkişisi Esen adlı genç, üniversiteden mezun olduktan sonra kendi köyünde Rus dili öğretmeni olarak işe başlar. Esen, öğrencilere iyi eğitim vermeyi, dürüstlüğü, ahlakı, insanlığı öğretmeyi amaç edinerek okula geldiği ilk günden itibaren farkındalık yaratır. İyi niyeti ile çalışan Esen, okuldaki yöneticilerin hatalarını görünce dayanamaz. Her şeyi açıkça yüzlerine söyler, okulun bütün işlerinin yolunda gitmesi için çabalar. Fakat Esen’in bu çabaları okul müdürünün ve diğer öğretmenlerin hoşuna gitmez ve ona kin beslerler. Okul müdürü Biybala, Baymat ile Corokul’u Esen’e karşı kışkırtır. Esen hakkında aslı olmayan dilekçe yazılır. Fakat adalet yerini bulur ve kurulan tuzak ortaya çıkar. Romanda Esen ile öğrencisi Aliyma’nın aşklarından da bahsedilir. Romanda mekân algısı başkişi Esen’in etrafında şekillenir.
Yazar, Esen’in çocuklukta yaşadığı zor günleri anımsatır. Esen’in annesi Kanım, Babası savaşa giden aç oğluna yedirecek hiçbir şey bulamaz, ocakta taş kaynatarak onu oyalar. Oğluna yedirecek bir lokma ekmek bulamayan zavallı kadın ve oğlu için mekân darlaşır;
Eskiden senin gibi bir çocuğun karnı acıkmış diyerek Esen’i oyaladı, yiyecek bir şeyleri yokmuş, ne yapacaklarını şaşırmışlar, bizim gibi annesiyle ikisi. Sonra annesi kazana taşları koyup kaynatmış. Çocuğu çok ağlıyormuş, kötüymüş. Sen iyi çocuksun değil mi? “Acıktım” diye tekrar tekrar ağlıyormuş. Annesi zavallı “az kaldı oğlum, dayan şimdi pişecek!” diye oyalıyormuş. Ben ağlamayacağım değil mi anne? Sen kahraman çocuğusun, güçlüsün yavrum! dedi Kanım. Annesi taşları saatlerce kaynatmış. Oğlu da ağlaya ağlaya uyuya kalmış. Sonra annesi de yorulmuş, o da aç değil mi zaten, kazanın kapağını açmış, Allah’ın bir mucizesi olmuş, taşların yemeğe dönüşüp, piştiğini görmüş! Sen de bu gece taş kaynat anne. Ekmeğe dönüşsün.62
Aç kalan anne ile oğlu için huzurlu yuvaları labirent mekâna dönüşür. Romandaki bu sahne bile ne kadar zor günler yaşandığının göstergesidir. Babasından sonra annesinin de ölümüyle hayatta tutunacak dalı kalmayan ve Rus yetimhanesinde büyümek zorunda kalan Esen için hayat oldukça zor olur.
Romanda açık/geniş mekâna örnek olarak Esen ve öğrencisi Aliyma arasındaki aşk arzusu verilebilir. Esen Aliyma ile doğanın ve aşkın kucağında mekânla bütünleşerek huzuru bulur;
Esen; Aa, elmalar varmış! dedi ilgilenerek. Aliyma eğilerek; Ondan daha derine bakın hocam! – dedi alçak sesle, bir taraftan suyun sesi onun sesini boğarak. “Ondan daha derine? Ne var ki oranın dibinde?” diye Esen gölün diplerine doğru bakmaya başladı. O da sevinçle; Ne güzel! deyiverdi. Meğer suyun içinde karnı sarı, gövdesi karabalıklar bazen kaçarak bazen de suyun akışına kendilerini bırakarak yüzüyordu. Bir hayli zaman izlediler.63
Başkişi Esen ile Aliyma’nın birbirlerine âşık olduğu anlar, mekânın güzelleştiği anlara denk gelir. Mekânın huzur verici etkisi Esen ile Aliyma’nın gönlünün bütünleşmesinde önemli bir etkendir.
SonuçMekân anlatıların kurgusunda önemli bir unsurdur. Yazar eserini oluştururken belleğinde mekân tasvirlerini diğer unsurlarla birlikte tasarlar. Mekânın insan ruhu üzerinde olumlu ve olumsuz etkisi vardır. Anlatıların yapısal çözümlenmesinde mekân incelemesi de önemli yer tutar. Bu çalışmada Kırgız tarihi romancılığının kurucusu kabul edilen Tölögön Kasımbekov’un hikâye ve romanlarında mekân algısı incelenmiştir. Yazarın romanlarını yazmadan hazırlık dönemi olarak nitelendirebileceğimiz gençlik dönemi hikayelerinde mekân algısı değişkenlik gösterir. Hacimli olmayan bu hikayelerinin çoğunlukla Tölögön Kasımbekov’un hayatından izler taşıdığını söylemek mümkündür.
Kasımbekov’un nehir roman tarzında yazdığı Kırılan Kılıç, Kırgın, Baskın ve Kelkel romanları Rusların Türkistan’ı işgali ve sonrası üzerine kurulmuştur. Tölögön Kasımbekov tarihi romanlarını arşiv belgeleri ve canlı şahitlerden yararlanarak tarihi gerçekler üzerine kurgulamıştır. Acının ve gözyaşının coğrafyası olan Türkistan’da mekân da daha çok kapalı/dar mekân özelliği göstermiştir. Az da olsa açık/geniş mekâna da yer verilmiştir. Yazarın bireysel izlekli romanı Olgun Nesil romanında ise mekân baş kişi Esen’in ideolojik çabaları ve öğrencisi Aliyma ile yaşadığı aşk ilişkisi etrafından şekillenmiştir.