
Güncel İletişim Çalışmaları 1
1. GİRİŞ
Sinema geniş kitlelere hitap etmesi ve dokunması bakımından, günümüzdeki en etkili kitle iletişim araçlarından biridir. Sinema konusu bakımından pek çok çeşidi içinde bulunduran, zengin ve çok fazla türü ile alt türü bulunan bir görsel ve işitsel sanat dalıdır.
Sinema, “geçmişte ve şimdide gücün temsillerinin ortaya konduğu bir sanattır. Sinema, görüntüleri sayesinde geçmişte yaşananları, şimdiki zamanı ve hatta geleceği gözler önüne serebilmektedir” şeklinde tanımlanıyor (Tülüce,b.t).
Sinema’nın icadına ve dünya tarihini değiştirmesine gelmeden önce sinemanın icadına yol açan ve bu sürecin zeminini hazırlayan buluşlar bilinmelidir. Böylelikle dünyayı etkileyen ve 7. Sanat olarak anılan sinema daha kolay bir biçimde anlaşıla bilinecektir.
Bu icatların başında ise fotoğraf makinesi gelmektedir. Fotoğraf makinesi ilk olarak 1826 yılında çeşitli kimyasallar kullanılması ile resim elde edilmesine imkân veren bir alet olarak dünyanın karşısına çıkmıştır. Fotoğraf makinesi, Joseph Niepce tarafından icat edilmiştir (www.iienstitu.com, 07.05.2021). Joseph Niepce tarafından icat edilen makine büyük ses getirmiş ve kimsenin tahmin edemeyeceği olaylar sıralamasının yolunu açmıştır.
Sinemanın icadını oluşturan icatlar sıralamasına bakıldığında fotoğraf makinesinden sonra sırada elektrik olduğu görülmektedir. Elektrik alanında yapılan çalışmalar ve denemelerin kökeni 1826 yılına kadar dayanmaktadır. Elektrik alanında 1879 yılında Amerikalı mucit ve iş adamı Thomas Edison’ın ampulü icat etmesi ile insanlık tarihinde elektrik vazgeçilmez bir parça olarak yerini almıştır. 1891 yılına gelindiğinde ise Sırp asıllı bir mühendis ve mucit olan Nikola Tesla ile alternatif akım için yüksek voltajlı üretim imkânı için transformatör geliştirmiştir. Tesla ve Edison daha sonra yine beraber çalışarak elektromanyetik alanında pek çok devrimci gelişmede bulunmuştur (www.elektrikde.com, 07.05.2021).
Sinemanın icadını oluşturan icatların sonuncusu ise Kineteskop olarak karşımıza çıkmaktadır. Kineteskop isimli aygıt 1891 yılında ABD’li mucit ve iş adamı Thomas A. Edison ve William Dickson tarafından geliştirilmiştir. Kineskop sayesinde sinemanın ilk hali ortaya çıkmıştır. Saniyede 46 kare olarak göz önünden geçen resimler, film şeridinin bir mercek ile hızlıca elektrik lambasının arasından geçmesi temeline dayanmaktaydı. Kineteskop, ayrıca sinema filmi göstericilerinin ve ilerleyen yıllarda sinema filmi gösteriminde kullanılan ilk aygıtların temelini oluşturmuştur (www.turkcebilgi.com, 07.05.2021).
Fotoğraf makinesi, elektrik ve kineteskop’tan sonra sinemanın icat edilmesine zemin hazırlanmış ve ilerleyen yıllarda dünyanın en etkili kitle iletişim aracı olacak olan sinema ortaya çıkmıştır.
19. yüzyılın sonunda Fransız Louis (Lui) ve Auguste Lumiere (Ogüst Lumiya) kardeşler, geliştirdikleri sinematograf adlı aygıtla ilk kez hareketli görüntüyü elde etmeyi başararak önemli bir olaya imza atmışlardır. Sinemanın doğuşunu simgeleyen bu gelişmeden sonra Lumiere kardeşler, halka açık ilk film gösterimlerini de 1895’te Paris’te Garden Cafe’de yapmış ve tarihte kabul edilen ilk film bir tren garı belgeselini izleyici ile buluşturmuştur. İlerleyen yıllarda ise Thomas Alva Edison ile yardımcısı Wilham Kennedy Laurie Dickson’un yaptıkları kinetograf, kameranın günümüzdeki ilk biçimini ortaya çıkartmıştır. Böylelikle sinema, günümüze kadar gelişerek devam edeceği yolculuğuna başlamıştır.
Önceleri sadece eğlence amaçlı kullanılan sinema ilerleyen zamanlarda farklı kullanım alanlarına kayarak sadece eğlence amacı ile sınırlı olmadığını göstermiştir. Sinemanın kullanım alanlarında hiç şüphesiz ki 2. Dünya Savaşı önemli bir yer oynamış ve sinemanın insanlar üzerindeki etkisi fark edilerek bir kitle iletişim aracı olarak kendine önemli bir yer bulmuştur.
Dünya sinemasında ve kendi sinemamız olan Türk sinemasında, çeşitli türlerde ve konularda eserler verilmiş ve verilmeye devam etmektedir. Sinemada karşımıza çıkan konular, filmin çekildiği ve içerinde bulunduğu toplumdan izler taşımaktadır. Bu izler ve sinemada işlenen konuları günümüzde de görmekteyiz.
Sinemada işlenen ve perdeye yansıtılan konuların başında muhakkak, o ülkenin ve ulusal kimliğinin içeriği bulunan ve milliyetçi duygularla çekilen filmler vardır. Bu düşünce ve doğrultuda çekilen sinema filmlerine, kendi sinemasına sahip olan çoğu ülke sinemasında rastlaya biliriz. Bu ülke sinemalarına örnek vermek gerekirse; ABD, Almanya, Rus (eski Sovyet sineması) ve Türk Sinemasını göstere biliriz.
Hollywood filmleri çekilme amacı olarak diğer ülkelerin vatandaşlarının ABD’ye hayranlık duymaları, kendilerini sorumlu olarak hissetmelerini ve ABD’nin uluslararası arenada politik amaçlarını haklı olarak göstermeleri için yapılan bir harekettir (Pınar, 2017).
Bu akımı takip eden ülkelerden biri de Türkiye ve dolayısı ile Türk Sineması olmuştur. Özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında ülkenin içinde bulunduğu zor zamanları ve millî kahramanlarımızı perdeye yansıtarak bu alanda ilk eserlerini vermiştir, Türk Sineması.
Filmlerde kullanılan ulusal kimlik, ulus kimliği veya kültürel kimlik gibi kavramlar bu filmlerin en güçlü yanını oluşturmaktadır.
Mora (2008) kültürel kimliği şöyle tanımlamaktadır: “Ortak bir coğrafyada, ortak idealler etrafında toplanmış, ortak tarihe ve ortak geleceğe yönelik birliktelikle oluşan ortak kültür, o ulusun kültürel kimliğini oluşturur’.
Yeni nesillere, izleyicilere, kendi kimliğini, kendi tarihini tanıtmak amacı ile yapılan filmler ulusal karakter ve kimlik odaklı sinema tanımına uymaktadır. Türk sinemasında örnekleri olan Kara Murat ve Battal Gazi gibi kurgusal karakter olmak ile birlikte Türk tarihinde yer edinmiş gerçek kişi ve kişiler de vardır. En bilinen kişiler ise Osmanlı padişahları ve Mustafa Kemal Atatürk ‘tür.
Türk sineması da bu alanda eski ve yeni yapıtlarında milliyetçi izlerle birlikte ulusal kimlik üzerinden izler taşır. Bu izlerden en bilinen filmlerden biri Yeşilçam filmlerinden Kara Murat, Battal Gazi, Tarkan filmleri ve yakın sinemamızdan Dağ ve Dağ 2 filmleridir.
Yakın ülke ve siyasi tarihimizdeki olaylar neticesi ile ulusal kimlik konulu filmleri günümüzde sıklık ile görmekteyiz. Askeri ve millî duygulara sahip olan Dağ ve Dağ 2 filmleri bu konudaki başarılı örnekler arasındadır.
2. TÜRK SİNEMASI VE ULUSAL KİMLİK KAVRAMI
Tüm dünyada da olduğu gibi sinemanın gücünü gören ülkeler bu sanat dalını kendi tarihlerini, kahramanlık hikayelerini, ulusal kimliklerini, millî değerlerini ve izleyiciye aktarmak istedikleri mesajları konu alan filmleri beyaz perdeye aktarmıştır. Türk Sineması da bu alanda sinema tarihimiz boyunca çalışmalar yapmış ve başta millî kimlik konusu olmak üzere pek çok eser ortaya çıkarmıştır. Bu tarz filmlerin çevrilmesindeki amaç ise toplumumuzda önemli bir yere sahip olan değerlerimize dikkat çekerek, izleyiciyi etkilemek ve bilinçlendirmektir.
Özellikle, Kurtuluş Savaşı yıllarında sinemamızda kendine geniş bir biçimde yer bulan bu tarz filmler büyük bir ilgi ile karşılanmış ve bu alanda yapılan filmlerin devamının gelmesine olanak sağlamıştır. Millî birlik ve bilinci önemli olduğu zamanlarda veya tarihimizi ele alan yapımların revaçta olduğu günümüzde de bu tarz yapımları sıklıkla görmekteyizdir.
Çalışmanın bu bölümünde Türk Sinemasının tarihî süreci ve bu süreçte ulusal kimlik konusunu merkezine alan filmleri incelenmeye çalışılmıştır.
2.1. Millî Kimlik ve Kimlik İnşası
Millî kimlik kavramı özellikle bir milletin ve o millete ait olan halkın yaşayış biçimi, düşünce yapısı ve davranışlarında önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü bir milletin sosyal yaşantısında, o millete ait olan kimlik izlerine ait olan davranışları belirlemekte olduğu söylene bilinir.
Toplumsal kimlik veya Millî Kimlik pek çok bireyden meydana gelen halkın veyahut milletin özelliklerini yine o topluma has olan bir tarz ile ifade eder (Gül, 2020).
Ulusal kimlik kadar kimlik inşası da önemli ve hassas bir konu olmuştur. Ulusal kimlik veya millî kimlik kavramlarının var olabilmesi için kimlik inşası çalışmaları yapılmak zorunda olunduğu söylene bilinir. Çünkü kimlik inşası çalışmaları ve bu çalışmalar neticesinde ortaya ulusal kimlik çıkmakta olduğu görülmüştür.
Edebiyat alanında olduğu kadar sinema alanında da kimlik inşası için önemli çalışmalar yapılmıştır. Özellikle Kurtuluş savaşı öncesinde ve sonrasında olmak üzere pek çok eser ortaya çıkmış ve hâlâ daha bu alanda eserler verilmeye devam etmektedir.
Yakın dönem sinema filmlerine örnek vermek gerekir ise Dağ ve Dağ 2 filmleri, ulusal kimlik inşası alanında yapılan sinema çalışmalarına örnek gösterile bilinir.
2.2. Türk Sineması ve Türk Sinemasında Tarihsel Süreç
Osmanlı İmparatorluğunda ilk film gösteriminin başlangıcı, batıda sinemanın tanıtılmasının üstünden bir yıl bile geçmeden sarayda Bertrand isimli bir Fransız tarafından 2. Abdülhamid zamanında, 1896 yılında film gösterimi ile başlamıştır (Onaran,1999, s. 11).
Sinemanın ülkemizde gösterilmeye başlanması 19. Yüzyılın ikinci yarısını bulmaktadır. Bu yıllarda Pera adı ile anılan İstanbul’da film gösterimleri yapılmakta ve yabancı filmler gösterilerek, genellikle yabancıların oluşturduğu kitlelere hitap etmektedir.
Evren; Fuat Uzkınay’ın “Ayastefanos Abidesinin Yıkılışı” (1914) adlı filmini Türkiye’de sinemanın başlangıcı saymakta ve çevrilen ilk Türk filmi demektedir. Ancak, filmin kendisinin ve filme ait belgelerin olmayışı, ayrıca bu filmi gören şahıslara da rastlanmayışı nedeni ile bu konu henüz tartışılmaktadır (Evren, 1995).
İlerleyen yıllarda yapılan araştırmalar ışığında yeni bulgular ile bu konu açıklığa kavuşmuş ve “Ayastefanos Abidesinin Yıkılışı” ilk Türk filmi olarak geniş kitlelerce kabul görmüştür. Her ne kadar konulu bir film olmasa da filme çekilen ve Türkler tarafından filme alınan ilk film olma özelliğini taşımaktadır.
Birinci Dünya Savaşında Başkomutan olarak Türk Ordusunda görev alan Enver Paşa, Almanya’ya yapılan bir ziyarette Alman ordusunun çektiği çeşitli filmleri izlemiş ve sinemanın halk üzerindeki gücünü görmüştür. Bu propaganda gücünü anlayan Enver Paşa yurda döndüğünde vakit kaybetmeden Merkez Ordu Sinema Dairesini kurmuştur (Özön,1985, s. 339).
Böylece 1915 yılına gelindiğinde Türk sineması için önemli bir olay yaşanmış ve Merkez Ordu Sinema Dairesini (MOSD) kurmuştur.
Takip eden yıllarda pek çok eser sinemaya uyarlanmış veya kurmaca filmler çekilmiştir. Genellikle millî konuları ele alan veya konularında alt metin olarak millî meselelerin izlerini taşıyan filmler gösterime girmiş ve halk tarafından sevinçle karşılanmıştır.
1922 yılına gelindiğinde ordu ile hayatımıza giren Türk Sineması sivilleşmiştir. Yani askerî kuruluş veya yarı askerî kuruluşlarca yapılan filmler artık sivil film şirketi veya şirketlerince yapılmaya başlanmıştır. Ordu artık sadece belgesel çekimleri ile ilgilenmekte ve konulu filmleri sivil film şirketlerine bırakmıştır. Bu olay ise Türk sinemasında önemli olaylara zemin hazırlayacaktır. İlk özel film şirketi olan Kemal Film’in kuruluşu ile Türk sineması çok farklı bir döneme girmiş bulunmaktadır (Esen, 2010, ss.16-19).
1922 senesinde kendi film stüdyolarını kurmaya ve yerli film üretimine geçmeye karar veren Kemal ve Şakir Seden kardeşler, Haliç kıyısında bulunan Feshane fabrikasının dikimevi bölümünü askeriyeden kiralayarak “Kemal Film Stüdyosu” nu kurarak hayata geçirdiler. Böylece Türk sinema tarihinde yeni bir dönem açılmış oldu. İlk Türk yapım şirketi hayata geçti. (www.wikipedia.org, 28/03/2021).
Türkiye’de çekilen ilk tarihi konulu film, Muhsin Ertuğrul tarafından yönetilen ve 23 Nisan 1923 yılında İstanbul’da Beyoğlu’ndaki Palas sinemasında gösterilen “Ateşten Gömlek” filmidir. Kurtuluş savaşından hemen sonra ordu desteği ile çekilmiştir (Deniz, 2017, s.35).
Gösterime girdiğinde halk tarafından coşku ile karşılanan ve sahiplenen film gerek edebî kaynağının kuvvetinden gerekse içerdiği millî konu bakımından büyük bir başarı elde eder ve Cumhuriyet tarihimiz sinemada da ne kadar başarılı olduğunu kanıtlar. Ateşten gömlek filminin başarısı ile arkasından pek çok Kurtuluş Savaşı veya milliyetçilik konulu film vizyona girer.
Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra kurulan ilk film şirketi İpek Film’dir. Bu dönemde en önemli ve bilinen kişi ise Muhsin Ertuğrul’dur. Neredeyse dönemin tek sinemacısı olan Muhsin Ertuğrul, tiyatro kökenli biri olarak çektiği her filmde bunu izleyiciye hissettirir. Filmler, sinema filmi tarzından daha çok tiyatro oyunlarına benzemekte yani teatral filmler olarak ortaya çıkmaktadır (Yaylagül, 2018, s.20)
İlerleyen yıllarda sinemanın Türk halkı ile güçlenip devam etmesinde yeni dönemler açığa çıkmıştır. Bu dönemlerden biri de tiyatrocular dönemidir. Kısaca açıklamak gerekirse tiyatrocular dönemi, sinema alanına tiyatro kökenli pek çok oyumcu ve yönetmenin geçiş yapması ve Türk Sinemasında eserler vermesidir.
Türk Sinemasında ilk dönem kapandığında yerini geçiş dönemi olarak adlandırılan dönem alır. Bu dönem İkinci Dünya Savaşı dönemine rastlamaktadır.
Bu dönemde göze çarpan en büyük özellik ise yeni sinemacıların ortaya çıkması ve sinemamızda çeşitlilik yaşanmasıdır. Muhsin Ertuğrul’un tiyatro kökenini benimseyen ve tiyatro sanatçıları ile çektikleri filmlerin yerini amatör sinemacılar almaktadır. Böylece Muhsin Ertuğrul’un “tek adamlığı” sinemada kaybolmaya başlamıştır (Esen, 2010, s.45).
1950 – 1970 yıllarına gelindiğinde ise Sinemacılar Dönemi olarak isimlendirilen dönem bulunmaktadır. Bu dönemde sinema iyiden iyiye kendi tarzını bulmuş ve tiyatro dilinden bağımsız olarak kendi dilini ortaya koymuştur. Yapılan eserlerde yani sinema filmlerinde Türk sineması kendine özgü bir tarza ve hakimiyete sahip olmuştur (Esen, 2010, ss. 48-78).
1950 yılında sinemamızda değişimler kendini iyice belli etmeye başlar. Bu yıl sinemamız teatral özelliklerden sıyrılarak sinemaya benzemeye başlar. 1952 yılında Lütfi Akad tarafından çekilen ve yaşanmış bir olaya dayanan “Kanun Namına” filmi ile Türk Sinemasında “Star” sistemi başlamıştır. Bu filmde oynayan ve sinemamızda ilk star olarak anılacak kişi ise Ayhan Işıktır (Yaylagül, 2018, ss. 22-35).
2000’li yıllara yaklaşıldığında Türk Sineması için bir kırılma anı yaşandı ve sinemamız tekrar yükselişe geçmeye başladı. Yeşilçam’dan sonra düşüşe geçen ve karanlık zamanlar geçiren sinemamız için 1990’ların sonunda tekrardan ilerleme şansı doğdu.
Ekonomik zorluklar ve sanatsal olarak ortaya iyi bir film çıkmaması ile düşüşe geçen Türk sineması 1996 yılında Yavuz Turgul yönetmenliğinde “Eşkıya” filmi ile Türk seyircisini sinema salonlarına çekmeyi başararak büyük bir umut olmuştur.
2000’li yılların ilerleyen tarihlerinde, daha sonraki yıllarda adından sıkça söz edilecek olan genç ve başarılı yönetmenler filmleri ile Türk Sinemasını daha da ileriye taşımıştır. Bu yönetmenler arasında Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem ve Derviş Zaim bulunmaktadır. Uluslararası festivallerde ve yurdumuzdaki başarıları ile Türk Sinemasının başarısını seyircilere ve sinema eleştirmenlerine göstermişlerdir. Bu başarılar ve ortaya çıkan eserlerde sinemamızın prestijini dünya da gözler önüne sermiştir.
Böylelikle, sinemamız hem kendi ülkemizde hem de uluslararası arenada kendi gücünü ve önemini izleyicilere göstermiş bulunmakla birlikte, Türk Sinemasının ilerleyişini kuvvetlendirmiştir.
2.3. Günümüz Türk Sinemasında Ulusal Kimliğin İzleri
Sinemamızda milliyetçilik, ulusal kimlik, vatan sevgisi ve millî konulara değinen filmler pek çok defa işlenmiş ve filme çekilmiştir. Özellikle, belli dönemlerde ve tarihlerde bu tarz filmler çekilmesi bilinçli bir seçimdir.
2000’li yıllarda artan terör olayları ve eylemleri etkisinde Türk halkına, yani izleyicilere ulusal kimlik, millî söylemler, vatan sevgisi ve millî beraberlik konuları çevresinde geçen filmler vizyona girmiştir.
Özellikle, 15 Temmuz 2016 yılında yapılmaya çalışılan darbe girişimi sonrasında Türk Sinemamızda Türk askerini ve bu yakın siyasi tarihimizi ele alan pek çok film ve dizi yapılmıştır. Bu eserlerin çekilmesindeki amaç izleyicilere millî beraberliğimizin önemini ve ulusal kimliğimizin gücünün halkımızdan yani kendi millî duygularımızdan geldiğidir.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında Türk halkının ve askerinin gücünü göstermek ve millî duygularımızın temelini anlatan pek çok film ve dizi vizyona girmiştir. Bu eserlere örnek vermek gerekirse Alper Çağlar imzalı “Börü” dizisi ve “Börü sinema filmi” gösterilebilinir.
Sinemamızda ulusal kimlik konusunun işlenmesinin bir başka nedeni olarak izleyicilere toplumsal ve manevi değerlerimizi hatırlatmak amacı ile bu tarz filmlerin çekilmesi söylenebilinir. Genç izleyicilere yönelik bu yaklaşımlar toplumumuzda kendine önemli bir yer edinen toplumsal ve özellikle manevi değerleri ele alarak perdede gösterilmesi, yeni neslin değerlerini öğrenmesi, hatırlaması ve sahip çıkması için bilinçli bir biçimde ulusal kimlik konulu filmlerde karşımıza çıkmaktadır.
Tüm bu bilgiler neticesinde, bu tarz filmlerin yapılmasındaki amaç; seyircinin yakın tarihimizi unutmaması, millî duyguları ile filme yaklaşması, ulusal kimlik doğrultusunda tarihini ve bu tarihinde yer alan kahramanlıkları hatırlaması veya bilmesidir.
2.4. Türk Sinemasında Ulusal Kimliğin Ulus Kahramanları ile Gösterilmesi
Akpınar (2014) Türk sinemasında kahramanlık konusunu ve işlenişini “Sözelden görsele uzanan kahramanlık anlatılarının Türk ulusal kimliğinin pekiştirilmesi sürecinde bu süreci ruhsal yönden beslediği ve geniş kitlelerin bilincinde somut hâle gelmesini sağlayarak bir tür psikolojik harç işlevi gördüğü söylemek mümkündür” şeklinde tanımlıyor (s. 61).
Seyirciler üzerinde söylenmek veya verilmek istenen mesajın ulaşması için en etkili yöntem; izleyicinin empati kurabileceği yani kendine yakınlık duyacağı karakter veya karakterler ile gösterilmesidir.
Bu karakterler genellikle, tarihe mal olmuş gerçek kişi veyahut kişiler ve millî hikayelerde geçen kurgu kişi veya kişiler. Böylece, izleyiciyi daha kolay etki altına alarak millî ve ulusal duyguları uyandırarak izleyiciyi etkilemek amaçlanmaktadır.
Sinemamızda bu konuda pek çok eser ve örnek bulunmaktadır. Genellikle tarihimizden, Türk toplumuna ait eski hikayelerden ve edebi eserlerden kahramanlar ile karşımıza çıkmaktadır. Bu kahramanlar tarihte yer sahibi olan gerçek kişi veya kişiler yada gerçek dışı yani kurgu kişi veya kişiler olarak ulusal kimlik konulu filmlerde ve sinemamızda karşımıza çıkmaktadır. Ulus kahramanı olarak adlandırabildiğimiz bu kişilere örnek vermek gerekirse; Kara Murat, Battal Gazi, Malkoçoğlu ve Tarkan filmleri gösterile bilinir.
Günümüz Türk Sinemasında ulusal kimlik izleri taşıyan veya ulusal kimlik konulu filmler eskiye göre daha fazla bulunmaktadır. Bunun nedenlerinden daha önce bahsedilen siyasi ve tarihi olaylar sonrasında yeni nesle millî duygu ve ulusal kimlik temelli düşünceleri aşılamak veya hatırlatmaktır.
Yakın sinema tarihimizde sıklıkla karşımıza çıkan bir konu olan ulusal kimlik izleri taşıyan filmlere alanında en etkili ve önemli üç örnek vermek mümkündür. Bu örnekler sırası ile; Nefes: Vatan Sağolsun (2009), Dağ (2012) ve Dağ2 (2016) filmleridir.
3. TÜRK SİNEMASINDA ULUSAL KİMLİĞİN İZLERİ: DAĞ VE DAĞ 2 FİLMLERİ ÜZERİNDEN BİR ANALİZ, BULGULAR VE YORUMLAR
Bu çalışmada içerik analizi tekniği kullanılmış bulunmakta ve çalışmanın evrenini ise ulusal kimlik ve ulusal kimlik konulu sinema filmleri oluşturmaktadır. Örneklemi ise Dağ ve Dağ2 filmleri oluşturmaktadır. Yapılan çalışmada internet üzerinden ve bu alanda daha önce yapılan yazılı basın ürünü olan kitaplara baş vurularak literatür taraması yapılmıştır. Bu araştırmalar ve taramalar ise nitel veri analizi ve içerik analizi ile incelenmiş bulunmaktadır.
2014 yılında 100. yaşını kutlayan ve hâlâ daha seyirci ile buluşan Türk Sineması daima önemli bir sinema ve Türk halkı için sanatsal anlamda önemli bir millî değer olmuştur. 1007 yıldır hayatta olan ve ilerlemeye devam ederek dünya sinema tarihinde kendine yer edinen sinemamız için bazı konular daima önemli ve değerli olmuştur. Bu konular hakkında sinemamızda çalışılması ve film olarak bu konuların beyaz perde de izleyici ile buluşması neredeyse sinemamız kadar eskiye dayanmaktadır.
Sinemamızın hayata geçmesinde de önemli olan konulardan biri de millî konularımızdır. Yeri geldiğinde millî duygu ve düşünceleri yaymak için kullanılan filmler ile izleyici yani seyirci bilinçlendirilmiş ve millî değerlerimiz geniş kitlelere ulaştırılmıştır. Böylece izleyicilerde yani Türk halkında millî duygular ile millî bilinç tetiklenmiş ve beraberlik duygusu ortaya çıkmıştır.
Türk Sinemasının ilk zamanlarında olduğu gibi günümüz Türk Sinemasında da millî konulara ve söylemlere sahip pek çok film bulunmakta ve seyirci ile buluşarak olumlu anlamda propaganda ve millî güzellemeler yaparak ulusal kimlik konusunu işleyerek sinemamızda kendine yer bulmaya devam etmektedir.
Bu eserlere örnek vermek gerekirse; “Nefes: Vatan Sağolsun” ve “Dağ filmleri serisi” verile bilinir.
Özellikle, Dağ serisi olarak adlandırılan Dağ ve Dağ 2 filmleri bu çalışmada önemli bir yer tutmakta ve aşağıda detaylı bir biçimde açıklanmaya çalışılmıştır:
3.1. Dağ Filmi Konusu ve Analizi

Görsel 1. Dağ film afişi
Dağ

Konu: Oğuz ve Bekir adında iki askerin (kısa dönem çavuş ve uzun dönem er) telsiz kulesi tamiri sırasında terör saldırısına uğramaları ve bu saldırı sonrasında hem kendilerini hem de birbirlerini hayatta tutma çabaları anlatılmaktadır.
Oyuncular: Çağlar Ertuğrul, Ufuk Bayraktar, Fırat Doğruloğlu ve Mesut Akusta.
Toplam (14 Hafta) 305.874 seyirci
3.008.601,00 TL hasılat (www.boxofficeturkiye.com, 05.03.2021).
3.1.1. Sekans 1: Aile İle Yemek Sahnesi

Görsel 2. Aile ile yemek sahnesi
Oğuz: Size komik gelebilir ama ben askere gideceğim diye hep mutlu oldum.
Yemek sahnesinde geçen bu replik; Oğuz’un askere gideceği için hep mutlu olduğunu ve hayatı boyunca bugünü beklediğine vurgu yapmaktadır. Çünkü oğuz bir Türk gencidir ve Türk kültüründe askerlik önemli bir vatani görevdir.
Sahnede verilmek istenen mesaj; Türk kültüründe ve toplum yapısında askerlik hizmetinin ödenmesi gereken bir vatan borcu olduğu ve bu meşakkatli borcun ödenmesi için beklenen günün bir vatana hizmet duygusu ile sabırsızlıkla beklenmesinin her erkeğin hayali olduğu anlatılmak istenmiştir
3.1.2. Sekans 2: Kısa Dönem ve Bedelli Tartışması Sahnesi

Görsel 3. Kısa dönem ve bedelli tartışması sahnesi
Oğuz: İstesem bedelli yapardım, yapmadım. Benim param da hakkım da vardı. Ben kendim gelmek istedim.
Bekir: Böyle bir şeyin ayrımı olmaz be! Askerliğin bedeli olamaz. Olursa da para olamaz!
Kısa dönem ve bedelli tartışması olan bu sahnede; Askerliğin bir maddi bedeli olamayacağı çünkü bu vatani görevin, para gibi maddiyata bağlı bir şekilde ödenemeyeceği vurgulanmıştır.
Çünkü, askerlik için bir bedel ödenecekse bu para ile olmamalıdır. Çünkü, askerlik hizmeti bir vatani görevdir ve bu vatani görev maddiyatın üzerinde olan bir bilince sahip olmalıdır.
3.1.3. Sekans 3: Yılbaşı Aksamı Konuşması Sahnesi

Görsel 4. Yılbaşı aksamı konuşması sahnesi
Kemal başçavuş: Neden 100 adam dağın tepesinde nöbet tutarlar? Bırak o dağı kardeşim. Şehirlerle, tarlalarla ilgilen diye soruyorlar bize. Ama o dağ Oğuz, o dağ bu ülkenin baş tacıdır. Gökyüzüne en yakın yeridir.
Yılbaşı sahnesinde konuşan oğuz ve kemal başçavuş arasında geçen bu cümlede kemal başçavuş tarafından söylenen cümlelerdeki amaç; önemsiz görünen görev yerlerinin aslında en önemli yer olduğu ve bu millet için her yerin, konum fark etmeksizin önem teşkil ettiği vurgulanmıştır.
Sahnenin yılbaşı gecesinde geçmesi, askerlik mesleğinin ve hizmetinin zorluğunu daha iyi anlatmak için bilinçli olarak seçilmiş bir zamandır. Çünkü, herkesçe önemli olarak kabul edilen ve normal şartlar altında eğlence odaklı bir günde bile vatan hizmet olan askerlik ve askerlerin daima görevlerine yani hizmetlerine devam etmek durumunda oldukları gösterilmiştir.