
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü
ak cem (АК ЖЕМ) [ak yem] Alıcı kuşlar eğitilirken onlara verilen suda bekletip kanı temizlenmiş et parçası.
ak cerden (АК ЖЕРДЕН) [hak(lı) yerden] Suçsuz yere: “Atamdı ak cerinen aydap ciberişken eken.” -ÇA1. (Babamı suçsuz yere sürgün etmişler.)
ak col (АК ЖОЛ) [ak yol] 1. Doğru yol: “Ak col menen cürgün dep / Aytçı ele akıl bularga.” -G-K. (Doğru yolda olun diye / Söylerdi akıl bunlara.) 2. Yolculuk öncesi söylenen iyi yolculuklar, anlamındaki dilek sözü: “Bardıgı konoktorgo ak col kaalaştı.” -ÇA1. (Herkes misafirlere iyi yolculuklar diledi.)
ak coldon adaş- (АК ЖОЛДОН АДАШ-) [hak yoldan sapmak] Doğru yoldan çıkmak, kötü yola düşmek: “Ak coldon adaşkandarga col körsötöt.” -KT. (Doğru yoldan çıkanlara yol gösterir.)
ak coltoy (АК ЖОЛТОЙ) [ak uğurlu] Uğurlu, hayırlı: “Mektepteri ak coltoy bolsun!” -KT. (Okulları uğurlu olsun!)
ak colu açıl- (АК ЖОЛУ АЧЫЛ-) [ak yolu açılmak] 1. Yolculuğu iyi geçmek: “Ak coluñar açılsın! -dep Akbalta, Cakıp, Çıyırdı ene bata berip uzatıp kalıştı.” -TM1. (“Yolculuğunuz iyi geçsin!” diye Akbalta, Cakıp, Çıyırdı Ana dua ederek uğurladılar.) 2. İşleri iyi gitmek: “Arman oydon cuulsa / Ak colubuz açılsa.” -CM. (Sıkıntılar gitse / İşlerimiz açılsa.)
ak coluñ açılsın (АК ЖОЛУҢ АЧЫЛСЫН) [ak yolun açılsın] “Yolun açık olsun!” anlamında söylenen dilek sözü.
ak cooluguñ başıñdan tüşpösün (АК ЖООЛУГУҢ БАШЫҢДАН ТҮШПӨСҮН) [beyaz örtün başından düşmesin] Yeni evlenmiş kadına “Allah bir yastıkta kocatsın!” anlamında söylenen söz.
ak cooluk (АК ЖООЛУК) [beyaz örtü] Kadın, eş, zevce: “Toguz uuldun birine / Ak cooluk başın buubapsıñ, ata!” -ET2. (Dokuz oğlun hiç birine / Zevce alıp evlendirmemişsin, baba.)
ak cuumal (АК ЖУУМАЛ) [beyaz tenli] Beyaz tenli: “Kempiri caş, kırktarga çıgıp kalgan, uzun boyluu, açık-ayrım, ak cuumal, arık çıray ayal.” -BE. (Eşi henüz genç, yaşı kırklara gelmiş, uzun boylu, açık sözlü, beyaz tenli, zayıfça bir bayandı.)
ak cürök (АК ЖҮРӨК) [ak yürekli] Temiz kalpli, iyi niyetli, gerçekçi, başkaları için kötülük düşünmeyen, adaletli.
ak çöp başta (АК ЧӨП БАШТА) [ak ot başta] İstemeyerek oyunun kurallarını bozunca veya konuşurken yanıldığında yanlışlığını kabul ederek “Kusura bakmayın, hata ettim, bağışlayın!” anlamında söylenen söz: “Mеn cаñılış аytıp аldım, аk çöp bаştа. Mındаn kiyin kаytаlаnbаyt.” (Ben yanlış söyledim, kusura bakmayın. Bir daha olmaz.)
ak çüç (АК ЧҮЧ) [ak hapşırık] 1. Hapşıran kişiye söylenen “Çok yaşa!” anlamında söz. 2. Tembel, iş yapmak istemeyen, rahatına düşkün, çıtkırıldım, buluttan nem kapan.
ak da, kök da debe- (АК ДА, КӨК ДА ДЕБЕ-) [ak da, gök de dememek] Hiçbir şey dememek, ses çıkartmamak, renk vermemek.
ak egin (АК ЭГИН) [ak ekin] Tahıl.
ak eleçegiñ başıñdan tüşpösün (АК ЭЛЕЧЕГИҢ БАШЫҢДАН ТҮШПӨСҮН) [beyaz eleçeğin başından düşmesin (eleçek, bir tür Kırgız kadın başlığı)] Yeni
ak eleçek (АК ЭЛЕЧЕК) [beyaz eleçek (eleçek, bir tür Kırgız kadın başlığı)] bk. ak cooluk.
ak eşik (АК ЭШИК) [beyaz kapı] tar. Padişahlık döneminde yöneticilerin emirlerini yerine getiren görevli.
ak etkenden tak et- (АК ЭТКЕНДЕН ТАК ЭТ-) [ak etmekten tak etmek] Bir şeyi elde etmek, amacına ulaşmak veya birilerini görmek için can atmak, çok istemek: “Komuzçu bolsom degende, ak etkenden tak etet.” (Kopuzcu olmayı çok istiyordu.)
ak ettüü (АК ЭТТҮҮ) [beyaz etli] Kısa zaman içinde zayıflamayan, uzun süre aynı kiloda kalan, dayanıklı (hayvan.)
ak kaptal (АК КАПТАЛ) [beyaz kenarlı] 1. Tecrübeli, deneyim kazanmış, kulağı kesik. 2. Hazırcevap, çevik, kurnaz.
ak keltenin ogu ursun (АК КЕЛТЕНИН ОГУ УРСУН) [ak keltenin mermisi vursun (ak kelte, bir tür silah adı)] Kırgızlarda ant içmede, yemin etmede kullanılan söz: “Eğer ben sözümde durmazsam ak kelte beni vursun!” anlamında: “Cаlgаnı bоlsо sözümdün / Аkkеltеnin оgu ursun.” -CM. (Sözlerimde yalan varsa, ak kelte beni vursun.)
ak kıl- (АК КЫЛ-) [hak etmek] Evlatlıktan reddetmek, beddua etmek: “Keçtim senin balalıgıñdan! Ak kıldım! Ak kıldım! Сogol!” -K-O. (Seni evlatlıktan reddediyorum! Evlatlıktan reddediyorum! Evlatlıktan reddediyorum! Defol!)
ak kiyizge sal- (АК КИЙИЗГЕ САЛ-) [beyaz keçeye oturtmak] Beyaz keçe üzerine oturtarak kağan seçmek. Türklerde ve Moğollarda eskiden hükümdarları tahta geçirme sırasında yapılan tören: “Аk kiyizgе sаlıp, kаn kötörüp аluu.” (Beyaz keçeye oturtarak kağan seçmek.)
ak kol (АК КОЛ) [ak kol] Tembel, zor işe girişmeyen: “Аk kоl dеybiz, al аntkеni – kоlu tiybеyt ооr cе kаrа cumuşkа.” -MA. (Tembel diyoruz, çünkü elini işe sürmüyor ve ağır iş yapmıyor.)
ak koydon añkoo, boz koydon momun (АК КОЙДОН АҢКОО, БОЗ КОЙДОН МОМУН) [ak koyundan aptal, boz koyundan uysal] Bilmezlikten, görmezlikten gelen. Kendini olayın dışında gösteren; sakin, masum görünmeye çalışan; kurnaz: “Аsаn bizgе аk kоydоn аñkоо, bоz kоydоn mоmun bоlup körüngön еlе.” -Kırgızistan Madaniyatı (Asan bilmemezlikten / görmemezlikten gelmişti.
ak köñül (АК КӨҢҮЛ) [ak gönül] Temiz kalpli, kimseyi kırmayan, mütevazı: “Аk köñül Аbdıştın аylаsı kеtеt.” -KA2. (Temiz kalpli Abdış çaresiz kaldı.)
ak körpö cayıl (АК КӨРПӨ ЖАЙЫЛ) [ak postu açık] İyi niyetli, hayırhah, misafirperver, akıllı bayanlar için kullanılan sıfat: “Аk körpö cаyıl urgааçı, atı еlgе dаyın sındаçı.” -SO. (Bayanlardan en akıllısı, en ünlüsüdür, bir sına bakalım.)
ak küp (АК КҮП) [ak kabartı] 1. Kızamıktan, çiçekten hastalanan insanların vücudunda irinli kabarcıklar iyileşirken kurumuş derinin dökülmesi: “Ооrudаn аyıgıp, dеnеsi аk küp bоlо bаştаptır.” (Hastalıktan iyileşip vücudundaki yaralar kuruyup deriler dökülmeye başlamış.) 2. Derinin beyazlaşıp şişmesi: “Аk küp bоlup şişigеn butun körsöttü.” (Beyazlaşmış ve şişmiş ayaklarını gösterdi.) 3. Civcivlerin yumuşak, beyaz ve kabarık tüyleri: “Ak küp bolgon balapandar.” (Beyaz ve kabarık tüylü civcivler.)
ak meer (АК МЭЭР) [ak şefkat] Ana sütü.
ak moko- (АК МОКО-) [haklı körelmek] Bir işi sonuçlandıramadan devamlı uğraşmak, birilerine devamlı söyleyip istediğini yaptıramamak, dilinde tüy bitmek: “Аk mоkоp aylası tügöngön Naymanbay ıylaçuday bоlup kеyip kеtti.” –TS1. (Devamlı uğraşıp, artık çaresiz kalan Naymanbay, neredeyse ağlayacak gibi oldu.)
ak moldo (АК МОЛДО) [ak molla] knş. İçki: “Ak moldonu içeli.” -Аla-Тоо. (İçki içelim.)
ak niyet (АК НИЕТ) [ak niyet] İyi niyet, dürüstlük.
ak öpkö (АК ӨПКӨ) [beyaz akciğer] Devamlı öksürten hayvan hastalığı.
ak öpkö bol- (АК ӨПКӨ БОЛ-) [beyaz akciğer olmak] Çok yorulmak, soluk soluğa kalmak: “Ak öpkö bolup kurudu.” -TS. (Çok yoruldu).
ak öpkö kıl- (АК ӨПКӨ КЫЛ-) [beyaz akciğer yapmak] Yormak, nefes nefese bırakmak: “Körüngön corgosuna kızıgıp çapkılap, ak öpkö kıldı beken?” -TK. (Herkes yorgasını merak edip rahvana kaldırarak yordu mu acaba?)
ak padışa (АК ПАДЫША) [ak padişah] tar. Rus Çarı. “Azat bolor bekenbiz / Ak padışa cok bolup?” -TS. (Hür olacak mıyız, Rus çarı yok olup?)
ak peyil (АК ПЕЙИЛ) [ak düşünceli] İyi niyetli.
ak sakal (АК САКАЛ) [ak sakal] Aksakal, yaşça büyük insanlara karşı hitap sözü: “Aksakal, keliñiz, oturuñuz, -dep, ordunan olaktay berdi.” -KА. (“Aksakal, buyurunuz, oturunuz!” diye yerinden kalkıverdi.)
ak sana- (АК САНА-) [ak düşünmek] İyilik düşünmek, iyi niyetli olmak.
ak söök (АК СӨӨК) [ak soy] Aristokrat, soylu.
ak söz (АК СӨЗ) [ak söz] Gerçek, doğru söz: “Aytkanıñız ak söz.” (Dediğiniz doğrudur.)
ak sütün akta- (АК СҮТҮН АКТA-) [ak sütünü aklamak] İyiliği karşılığında annesinden emdiği sütü helal ettirmek.
ak sütün keç- (АК СҮТҮН КЕЧ-) [ak sütünden geçmek] Anne sütünü helal etmek.
ak sütünö koy- (АК СҮТҮНӨ КOЙ-) [ak sütüne koymak] Anneler tarafından “Sütümü helal etmiyorum!” anlamında söylenen söz: “Cаrkın bаybiçе uulunа kааrın sаlıp, аk sütünö kоyup turup аyttı.” –TS1. (Carkın teyze oğluna sinirlenerek “Sütümü helal etmem!” der gibi söylendi.)
ak süylö- (АК СҮЙЛӨ-) [ak söylemek] Gerçeği söylemek, her şeyi olduğu gibi anlatmak: “Açık aytıp, ak süylö.” (Açıkça anlatıp gerçeği söyle.)
ak tañday (АК ТАҢДАЙ) [ak damak] Çok yetenekli, söz ustası (genelde ozanlar için kullanılır): “Ak tañday akın.” (Çok yetenekli ozan.)
ak tayak (АК ТАЯК) [ak dayak] tar. Padişahların kapısında bekleyen muhafız, koruma: “Еşiktеgi аk tаyak / Еsеttеrdin Börüsü еşik аçıp iyiptir.” -MSО. (Kapı önündeki koruma / Esedlerin Börüsü kapıyı açıvermiş.)
ak terek-kök terek (АК ТЕРЕК-КӨК ТЕРЕК) [ak selvi gök selvi] Çocukların iki takım olarak oynadıkları oyun.
ak töönün kardı carılgan (АК ТӨӨНҮН КАРДЫ ЖАРЫЛГАН) [ak devenin karnı yarılmış] Bol, bereketli: “Аk töönün kаrdı cаrılgаn küz mеzgili kеldi.” (Bereketli güz mevsimi geldi.)
ak ur- (АК УР-) [hak vurmak] 1. Allah’a yalvarmak, zikretmek: “Köz kаrаşıñ cıldızdаy / Ak urguzduñ bizdi аy!” -EI. (Bakışların yıldız gibi, bizi Allah’a yalvarttın ay.) 2. Dilenmek, dilenci olmak: “Аl cеr kıdırıp, аk urup kеtkеn.” (O dünyayı gezen bir dilenci oldu.)
ak üy (АК ҮЙ) [beyaz ev] 1. Kağan ve hükümdar için kurulan çadır. 2. Hükûmet sarayı.
ak üylüü (АК ҮЙЛҮҮ) [beyaz evli] Zengin, varlıklı.
akarat kıl- (АКАРАТ КЫЛ-) [hakaret etmek] Hakaret etmek.
akçasın çaç- (АКЧАСЫН ЧАЧ-) [parasını saçmak] Para saçmak, çok para harcamak.
akçasın sapır- (АКЧАСЫН САПЫР-) [parasını savurmak] bk. akçasın çaç-.
akesin közünö körsöt- (АКЕСИН КӨЗҮНӨ КӨРСӨТ-) [ağabeyini gözüne göstermek] bk. akesin taanıt-.
akesin taanıt- (АКЕСИН ТААНЫТ-) [ağabeyini tanıtmak] 1. Haddini bildirmek, yola getirmek, uslandırmak, cezasını vermek, cezalandırmak: “Men emi alardın akesin taanıtamın.” -BM. (Ben artık onların haddini bildireceğim.) 2. Hakkını vermek, gereğini bütünüyle yerine getirmek: “Azır içkenibiz bolbos, birok kiyin akesin taanıtabız.” -ÇA1. (Şimdi içmemiz olmaz ama sonra hakkını veririz.)
akıbeti kayt- (АКЫБЕТИ КАЙТ-) [akıbeti dönmek] Karşılığını görmek. “Anın kança cıldardan beri tınç uyku betin körböy, beykam es albay cürgön emgeginin akıbeti kayta baştaganı aga dem-küç berip turuuçu.” -KM. (Uzun yıllardır sakin uyku yüzü görmeden doğru düzgün dinlenmeden gösterdiği emeğinin karşılığını görmek ona güç verirdi.)
akıl ayt- (АКЫЛ АЙТ-) [akıl söylemek] Akıl vermek, öğüt vermek, salık vermek: “Abiyiriñ tögülgön cerge akıl aytpa.” -ML. (Rezil olduğun ortamda akıl verme.)
akıl cetpe- (АКЫЛ ЖЕТПE-) [akıl yetmemek] Aklı yetmemek, ermemek: “Akılı cetpey aytıp catpaybı.” -KT. (Aklı ermediğinden söylüyor ya.)
akıl kalça- (АКЫЛ КАЛЧА-) [akıl yürütmek] Düşünüp taşınmak: “Аkıl kаlçаp kеp аytkаn, Hаn Bаkаydаy nаrkı bаr.” -ОB. (İyice düşünerek konuşan, Han Bakay gibi saygıdeğer.)
akıl koş- (АКЫЛ КОШ-) [akıl eklemek] Akıl vermek, fikir vermek, düşüncesini söylemek: “Eç kim akıl koşup, cardam berbeyt.” -ÇA1. (Hiç kimse akıl verip yardım etmez.)
akıl sal- (АКЫЛ САЛ-) [akıl koymak] Akıl danışmak, birinin fikrini, görüşünü almak: “Ildam basıp, çoñ akındı candadım / Oo daanışman, akıl maga salganıñ.” -ÖB. (Hızlı yürüyerek büyük şaire yaklaştım / Bilgem, sen bana akıl danıştın.)
akıl toktot- (АКЫЛ ТОКТОТ-) [akıl durdurmak] Sabırla düşünerek iş yapmak, düşünmek taşınmak: “Akıl toktotup iş kılgan oñ.” (Düşünerek iş yapmak daha doğrudur.)
akıldan adaş- (АКЫЛДАН АДАШ-) [akıldan şaşmak] 1. Aklını kaçırmak, şaşırmak: “Аzır bul cönündö оylоnbоş kеrеk, sеn аkıldаn аdаşkаn cоksuñ dа, Аrs!” -ÇA1. (Şimdi bu konuyu düşünmemeli, sen aklını kaçırmadın ya Ars!) 2. Aklını kaybetmek, ne yapacağını bilememek, şaşırmak: “Аkıldаn аdаşıp, bеt аldınа tik kаrооdоn kоrkkоn nеmеçе аl üñküygön kаlıbındа bаşı cеrgе kirе bеrdi.” -ÇA1. (Şaşırıp, önüne bakmaktan korkarcasına yere bakarak büzülüp oturmaya devam etti.)
akıldan şaş- (АКЫЛДАН ШАШ-) [akıldan şaşmak] Aklını yitirmek. “Meni körüp Koñurbay, Akıldan şaşıp korkkondo.” -CM. (Beni görüp Konurbay, Aklını yitirip korkunca.)
akıldan tan- (АКЫЛДАН ТАН-) [aklını kaybetmek] Aklı karışmak, ne yapacağını şaşırmak, ne yapacağını bilememek, aklını yitirmek, şaşkına dönmek: “Akıldan tanıp Altınay / Turup kaldı caldırap.” -SO. (Aklı karışıp Altınay / Donup kaldı şaşırıp.)
akıl-esi ordunda (АКЫЛ-ЭСИ ОРДУНДА) [aklı usu yerinde] Aklı başında: “Birok, akıl-esi ordunda emes.” -AU2. (Fakat, aklı başında değil.)
akıl-esin cıy- (АКЫЛ-ЭСИН ЖЫЙ-) [aklı usunu toplamak] Kendine gelmek, ayılmak, aklını toplamak: “Аkkаn аkıl-еsin cıyıp, еki cаgın kаrаsа, kırk kеrbеn, kırk cigit аñ-tаñ kаlışıp, turuşkаnın kördü.” -KE3. (Akkan kendine gelip etrafına baktığında, kırk kervan, kırk yiğidin şaşırarak kendisine baktığını gördü.)
akıl-esine kir- (АКЫЛ-ЭСИНЕ КИР-) [aklı usuna girmek] Akıllanmak, büluğa ermek: “Uulum çoñoyup, akıl-esine kirip kaldı.” (Oğlum büluğa erdi, artık uslandı.)
akılga bay (АКЫЛГА БАЙ) [akla zengin] bk. akılga dıykan.
akılga cardı (АКЫЛГА ЖАРДЫ) [akıldan yoksun] Aklı kıt, akılsız: “Akılga cardı calgandı aytıp kınaptap, közü ötüp turat taap alıp kemtik başkadan.” -ÖB. (Akılsız insan, yalan söyler ve gözü hep başkasının eksiğini arar.)
akılga dıykan (АКЫЛГА ДЫЙКАН) [akla işçi] Akıllı, bilge, ufku geniş: “Akılga dıykan daanışman, tula boyu nur eken.” -KB. (Akıllı büyük danışman, boyu posu nur imiş.)
akılga kel- (АКЫЛГА КЕЛ-) [akla gelmek] Bir sonuca varmak. “Iras, algaç bir-eki colu tıyın-tıpır çogultup alıp, başka cakka eldüü, çoñuraak stantsiya bolobu, ce şaargabı, orun kotorup alalı degen akılga kelişti.” -ÇA. (Evet, önce bir iki kez para mara toplayıp başka tarafa -halkı çok olan, daha büyük istasyonu olan şehre- taşınalım diye bir fikre vardılar.)
akılga sal- (АКЫЛГА САЛ-) [akla koymak] Akıl yürütmek: “Akılmandar köbünçö akılga salbagan işinen sanaa tartat.” -KA2. (Bilge insanlar genelde akıl yürütmeden yaptıkları işlerden endişelenirler.)
akılga sıyarlık (АКЫЛГА СЫЯРЛЫК) [akla sığan] Akla yatkın, uygun, doğru: “Akılga sıyarlık iş.” (Akla yatkın iş.)
akılga sıygıs (АКЫЛГА СЫЙГЫС) [akla sığmayan] Akla sığmayan: “Caşoodo keede akılga sıygıs nerseler bolot.” (Hayatta bazen akla sığmayan işler oluyor.)
akılga şerik (АКЫЛГА ШЕРИК) [akla ortak] Akıl hocası, aklı başında, danışılabilir.
akılı ayran bol- (АКЫЛЫ АЙРАН БОЛ-) [aklı hayran olmak] bk. akılı ayran-tañ bol-.
akılı ayran kal- (АКЫЛЫ АЙРАН КАЛ-) [aklı hayran kalmak] bk. akılı ayran-tañ bol-.
akılı ayran-tañ bol- (АКЫЛЫ АЙРАН-ТАҢ БОЛ-) [aklı hayran olmak] Aklı almamak, ne olduğunu anlamayarak ne yapacağını şaşırmak: “Akılı ayran bolup, köpkö karap turdu.” (Ne yapacağını şaşırarak uzun süre bakakaldı.)
akılı çolok (АКЫЛЫ ЧОЛОК) [aklı çolak] bk. çolok akıl.
akılı tunuk (АКЫЛЫ ТУНУК) [aklı duru] Zihni açık, berrak, aklı başında.
akılın tap- (АКЫЛЫН ТАП-) [aklını bulmak] 1. Çareyi bulmak, yolunu bulmak: “Oşonu üç balasına bölüp beriştin akılın tappadı.” -TÜ. (Onu üç çocuğuna bölüştürmenin yolunu bulamadı.) 2. Cezalandırmak, gününü göstermek: “Atanın malın küttürböy / Akılıñdı tabarmın.” -ET1. (Babanın malını güttürmeyerek / Gününü göstereceğim.)
akılına kel- (АКЫЛЫНА КЕЛ-) [aklına gelmek] Aklı başına gelmek; aklını başına toplamak. “Tentigen cetim Ötönün bizdin uuldan emnesi artık? Akılıña kel, balam.” -CA. (Avare yetim Ötö’nün bizim oğlandan neyi fazla? Aklı başına topla, çocuğum.)
akılınan az- (АКЫЛЫНАН АЗ-) [aklından azmak] Aklını kaçırmak, delirmek: “Аt kötörböy cöö bаskаn / Аybаtın körgön аdаmdаr / Аkılınаn çın аzgаn.” -SО. (At taşıyamayıp yaya gezmiş / Heybetini gören insanlar / Akıllarını yitirmiş.)
akır zaman (АКЫР ЗАМАН) [ahir zaman] Bela, zor durum, facia: “Akır zaman başıma sala turgan bolduñ go.” -SO. (Başımı belaya sokacaktın ya.)
akıretke cönö- (АКЫРЕТКЕ ЖӨНӨ-) [ahirete yol almak] Rahmete kavuşmak. “Akıretke cönördö aytkan eken atakem Er Manas sizdi izde dep!” -SO. (Ahirete giderken söylemişti babacığım, Er Manas’ı izle diye!)
akıretke ket- (АКЫРЕТКЕ КЕТ-) [ahirete gitmek] Ölmek, ahirete gitmek.
akısın cedir- (АКЫСЫН ЖЕДИР-) [hakkını yedirmek] Hakkını yedirmek.
akidey asıl- (АКИДЕЙ АСЫЛ-) [kireç gibi yapışmak] Kene gibi yapışmak. “Köröör zamat akidey asıldım.” -OC. (Görür görmez kene gibi yapıştım.)
akka moynun sun- (АККА МОЙНУН СУН-) [Hakka boynunu sunmak] 1. Ölmek, vefat etmek, Hakka yürümek. 2. İslamiyeti kabul etmek, Müslüman olmak, Allah’a inanmak.
ak-karanı acırat- (АК-КАРАНЫ АЖЫРАТ-) [ak karayı ayırmak] İyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmek.
ak-karanı ayır- (АК-КАРАНЫ АЙЫР-) [ak karayı ayırmak] bk. ak-karanı acırat-.
ak-karanı ılga- (АК-КАРАНЫ ЫЛГА-) [ak karayı ayıklamak] bk. ak-karanı acırat-.
ak-karanı taanı- (АК-КАРАНЫ ТААНЫ -) [ak karayı tanımak] bk. ak-karanı acırat-.
akma kulak (АКМА КУЛАК) [delik kulak] 1. Unutkan. 2. Kulağına söz girmeyen.
akmak kıl- (АКМАК КЫЛ-) [ahmak etmek] Rezil etmek, alay etmek.
aksaktın sabırına kara- (АКСАКТЫН САБЫРЫНА КАРA-) [aksağın sabrına bakmak] Sabırlı ol, herkesin gücü yeter mi, herkes yapabilir mi, herkes için uygun mu ona bak: “Аksаktın sabırına kаrа, ооrunun tаmırınа kаrа.” -ML. (Aksağın ayağına, hastanın damarına bak. / Herkesi imkânına göre değerlendir.)
akta bol- (АКТА БОЛ-) [enenmiş olmak] Çok fazla bekletilmekten eskimek.
akta kişi (АКТА КИШИ) [enenmiş kişi] Kısır, çocuğu olmayan kişi.
aktan kara taanı- (АКТАН КАРА ТААНЫ-) [ak ile karayı tanımak] Okuma yazmayı öğrenmek.
aktı kara kıl- (АКТЫ КАРА КЫЛ-) [akı kara yapmak] Gerçeği yalan gibi göstermek.
aktı-köktü ayt- (АКТЫ-КӨКТҮ АЙТ-) [ağı göğü söylemek] İleri geri konuşmak. “Kaçagan koylorgo cete albay küyükköndör, aktı-köktü aytıp sögüngöndör, kabarçıktap kapa bolgondor da bar.” -UA.(Kaçan koyunlara yetişemeyerek nefes nefese kalanlar, ileri geri konuşup sövüşenler, kabarıp darılanlar da var.)
al monçoktoy (АЛ МОНЧОКТОЙ) [al boncuk gibi] Boncuk gibi, çok güzel, çok sevimli. “Al monçoktoy kızınan ayrılıp, kan kakşap kalıştı.” -OA. (Çok güzel kızından ayrılıp yüreği yandı.)
al peyil (АЛ ПЕЙИЛ) [al niyet] Alçakgönüllü, mütevazı.
ala bakan (АЛА БАКАН) [ala sırık] esk. Askı vazifesini gören budaklı sırık: “Kоnоk ‘bıştı’ dеsе, аlа bаkаndаgı еt bışаt.” -ML. (Misafir “Pişti!” derse sırıkta asılı olan et bile pişer.)
ala baş (АЛА БАШ) [ala baş] Bir oyun adı.
ala buurul (АЛА БУУРУЛ) [ala buurul] Çakırkeyf.
ala buurul may çaç- (АЛА БУУРУЛ МАЙ ЧАЧ-) [ala kır yağ saçmak] Kışın zayıflayan hayvanlar, baharda otlayıp semirmeye başlamak: “Аlа buurul mаy çаçıp / Ооnаp kulаn оñgоndо…” -SO. (Hayvan biraz yağlanıp, kulun ağnayıp doyunca…)
ala caydan (АЛА ЖАЙДАН) [ala yazdan] Yazın başlangıcından.
ala caylay (АЛА ЖАЙЛАЙ) [ala yaz boyunca] Yazın başlangıcında.
ala caz (АЛА ЖАЗ) [ala bahar] İlkbaharın başlangıcı, ilk yaz.
ala cazdan (АЛА ЖАЗДАН) [ala bahardan] İlkbaharın başlangıcından: “Ala cazdan cer ayday baştayt.” (İlkbaharın başlangıcından tarla sürmeye başlayacak.)
ala cip kırk- (АЛА ЖИП КЫРК-) [ala ip kırkmak] Alıcı kuşlar avlarını birkaç kez arka arkaya yakalayamadığında bu olayın devam etmemesi için ritüel yaparak renkli iplikleri kesmek.
ala cipti attaba- (АЛА ЖИПТИ АТТАБА-) [ala ipi atlamamak] Sadakatli olmak, bağlı kalmak, ihanet etmemek: “Eñ negizgizsi özümdün ayalımdın astında ala cipti attagan cokmun.” -BM. (En önemlisi nikâhlı eşime ihanet etmedim.)
ala çokul (АЛА ЧОКУЛ) [ala seyrek] Aynı olmayan, alacalı bulacalı: “Küzdüktün kee bir ceri cakşı emes, ala çokul bolup kalıptır.” -LC. (Güzlük ekinin bazı yerleri iyi değil seyrek olmuş.)
ala döñ (АЛА ДӨҢ) [ala tepe] Su veya yoğurt ilave edilen içilebilecek sıcaklıkta et suyu: “Etten soñ ala döñ içtik.” -AJ. (Et yedikten sonra ala dön içtik.)
ala kaç- (АЛА КАЧ-) [alıp kaçmak] 1. Kız kaçırmak: “Kalıñsız ala kaçtıñbı?” -ÇA1. (Başlık parasını vermeden kaçırdın mı?) 2. Huysuzlanmak (at). 3. Gözlerini kaçırmak: “Аsеl bizdеn közün аlа kаçа sаmооrdu аldı dа sırtkа kеtti.” -ÇA1. (Asel bizden gözlerini kaçırarak semaveri alıp dışarıya gitti.) 4. Kendini kurtarmak, kendi başının çaresine bakmak: “Еl hаnıñdı еstеn çıgаrıp, öz kаrа bаşıñdı аlа kаçıp kеttiñbi, cаlgız börüdöy.” -АTC. (Yurdunu ve hanını unutup kendi başını kurtardın mı, yalnız kurt gibi.)
ala kaçkı (АЛА КАЧКЫ) [alıp kaçma] 1. Huysuz (at için). 2. İnsanların sözünü kesen, devamlı konuşan, laf kalabalığı yapan.
ala kaçma (АЛА КАЧМА) [alıp kaçma] bk. ala kaçkı.
ala kanat (АЛА КАНАТ) [ala kanat] Övüngen, zayıf karakterli.
ala kançık şıbırgak (АЛА КАНЧЫК ШЫБЫРГАК) [ala kancık ıslatan] Sulu kar.
ala kıldı attaba- (АЛА КЫЛДЫ АТТАБА-) [ala kılı atlamamak] bk. ala cipti attaba-.
ala kol (АЛА КОЛ) [ala el] Adaletsiz, ayrımcılık yapan.
ala koldo- (АЛА КОЛДО-) [ala kollamak] Birisine karşı adaletsiz davranmak, ayrımcılık yapmak.
ala koydu bölö kırk- (АЛА КОЙДУ БӨЛӨ КЫРК-) [ala koyunu ayrı kırkmak] Adaletsiz davranmak, ayrımcılık yapmak.
ala köödök (АЛА КӨӨДӨК) [ala bağır] bk. ala köödön.
ala köödön (АЛА КӨӨДӨН) [ala bağır] 1. Temiz yürekli, açık sözlü: “Akbaltanın Çubagı / Ala köödön çunagı / Atınan tüşüp çurkadı.” -CM. (Akbalta’nın temiz yürekli oğlu Çubak, atından inerek koştu.) 2. Çok övüngen, boş konuşan: “Ala köödön kursagı toyso köböt.” -ML. (Çok övüngen insan karnını doyurunca şımarıyor.)
ala kurt araloo (АЛА КУРТ АРАЛОО) [ala kurtçuk karışmak] İçine kurt düşmek.
ala külük cıttan- (АЛА КҮЛҮК ЖЫТТАН-) [ala külük kokmak] Pis kokmak, leş gibi kokmak.
ala küü (АЛА КҮҮ) [ala kıvam / tav] Çakırkeyif: “Añgıça ele alagüü bolup kızıgan Bektemir üygö kirip keldi.” -IK. (Tam o anda çakırkeyif Bektemir eve geldi.)