
Cengiz Han'ı Aramak
Cengiz Han’ı güçlü kılan, katılığı, ilkeliliği ve hazırladığı Yasa’ya bağlılığıydı. Roman, Cengiz Han’ın inancına, Tanrı’ya olan bağlılığına, onun yeryüzündeki temsilcisi olduğuna olan güç kaynağının nedeninin bu olmasına değinir. “Gök Tanrısı Cengiz Han’a öyle bir kader yazmıştı ki her şeyi kendisi yaratmak zorundaydı. Doğduğunda bu küçük çocuğun büyüyüp dünyayı fethedeceğini, atlılarının dünyanın bir ucundan diğerine koşarak yeni bir düzen oluşturacağını kimse hayal edemezdi.” (s. 86)
Cengiz Aytmatov’un Cengiz Han’a Küsen Bulut romanında binbaşı ve onun çocuk doğuran eşini idam eden Cengiz Han, doğaya ve dolayısıyla Tanrı’ya karşı çıktığını biliyordu. Kendisine zafer işareti olan beyaz bulutu veren Tanrı’nın ondan yüz çevireceğini de tahmin ediyordu. Ama aynı zamanda geriye dönük bir karar vermemesi gerektiğini anlıyordu. Eğer öyle olursa, o zaman muhakeme gücü azalacak ve devlet zayıflayacaktı. Bu nokta özellikle Yunus Oğuz’un romanında vurgulanır. “Yasamız ne emrediyorsa onu yapmak gerekiyor ve eğer birine taviz verilirse yarın bu tür olaylar artabilir. O zaman devlet ve halk arasında ayrıcalıklıların sayısı artacaktır.” (s. 93)
Yazar, Cengiz Han’ın millî kimliğini onun inanç sistemi açısından göstermeye çalışmıştır. Cengiz Han, Bozkır kağanlarından biri olarak Tanrı’ya inanmış, sadece ona secde etmiş ve yardım istemiştir. Otrar’ın ihanetinden sonra Harezmşahlar ile savaş kaçınılmaz hâle geldiğinde Büyük Han önce bu savaşa inandığı Tanrı’nın huzurunda hazırlanmıştır. “Cengiz Han, Onon Nehri kıyısındaki Burhan Haldun Dağı’ndaki bir mağarada üç gün saklandı. Üç gün Tanrı ile konuşdu. Üç gün yerinden durmadı, su içmedi ve yemek yemedi..” (s. 176) Eserde Cengiz Han’ın ordusunun kendisinden kat kat daha büyük ve güçlü olmasına rağmen Harezmşah’ın ordusunun yenilgiye uğratmasının sebepleri, Cengiz Han’ın yendiği ülkenin ihtişamlı sarayında komutanlarıyla yaptığı konuşmadan anlaşılmaktadır. Hanın en sadık komutanları Cebe ve Subutay, bu kadar ihtişamlı saraylarda oturup yenilmelerinin ana nedenini, ihtişamın yarattığı güven, kendini tatmin, ikiyüzlülük ve kibir olarak sıralamıştır. Aksine Cengiz Han, keçe üzerine inşa ettiği çadırında savaştan savaşa koşarak yaşamının sonuna kadar sade yaşamına sadık kalmıştır.
Cengiz Han tarihî romanında Cengiz han ile Harezmşahlar arasındaki savaşlar, kronolojik sırayla ve ayrıntılı olarak baştan sona yansıtılır. Ancak, romanı bir tarih kitabı olarak adlandırmak doğru olmaz. Yazar eserde kurmacayla tarihiliği bir noktada birleştirmeyi başarmış ve birçok açıdan yazarın hayal gücü esere daha fazla canlılık getirmiş, eserin okunmasını ve anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.
Yazarın vardığı sonuç, kaos gibi görünen bu yeni düzenin zamanla kosmosa dönüştüğüdür. Cengiz Han’ın yıkıcı faaliyetleri daha sonra insanlığın büyük gelişimine katkıda bulunmuştur. Yazarın, Cengiz Han’ın onun yerine kaleleri yıkıp köprüler inşa etmesinden bahsetmesi, eserin özünü büyük anlamda ifade eden ve yazarın diliyle yeni düzenin özünü ortaya koyan bir tezdir. Cengiz Han’ın saldırdığı köprüler sayesinde dünyada bir takım kavramlar değişmeye mahkûm olmuş, ilişkiler genişlemiş ve halklar arasındaki bütünleşme süreci hızlanmıştır.
Cengiz Han, her zaman kendi fikri olan, her an kararını değiştirebilen, dogmatik bir hükümdar imajına uymayan bir fatihtir. Bu açıdan bakıldığında Yunus Oğuz’un kahramanı kaosun rahminde doğan ve kosmosa giden bir kahraman olarak nitelendirmesi, yazarın başarılı bir keşfidir.115
Sonuç olarak milletler birbirlerinden faydalanmış, bilimsel sonuçlarını geliştirmiş ve yeni zirvelere ulaşmışlardır.“Yeni düzenin başlangıcı kaotik olmasına rağmen, uluslararası ticaretin sonraki gelişimi, kültür ve teknolojinin gelişmesinde inanılmaz sıçramalara yol açtı. Yeni teknikler, bilgi ve zenginlik bir rönesans yarattı.”116 Tanınmış Azerbaycanlı yazar Yunus Oğuz’un kaleme aldığı Cengiz Han tarihî romanı, dünyada bu konuda yazılmış birçok eser arasında örnek sayılabilecek bir eserdir.
Cengiz Han, Azerbaycan tarihçiliği ve edebiyatında farklı zamanlarda farklı yönlerden araştırılmıştır. Sovyet döneminin ideolojisi, Cengiz Han’ı zalim, baskıcı ve yıkıcı olarak tasvir etmeyi tercih ederek olumsuz taraftan takdim etmiştir. Ancak bağımsızlığın Azerbaycan’a sağladığı imkanlar, bu büyük hükümdar ve devlet başkanına yeni ve farklı bir bakış açısının sunulmasını mümkün kılmıştır. Azerbaycan edebiyatında Ferman Kerimzade’nin Tebriz Şeref’i ve Yunus Oğuz’un Cengiz Han tarihî romanları, Cengiz Han’ın tarihî imajının edebiyatımıza başarılı bir şekilde yansıdığını söylemek için temel oluşturmaktadır.
YAKIN OKUMALAR
Cengiz Han …
TUBA DALAR 117 : MOĞOL KURDU’NDA CENGİZ HAN PORTRESİ
Giriş
Tarihî vakalar ve bu vakalar üzerine yapılan okumalarda, elbette okuyan gözün nereye konumlandığı ile ilişkili olarak bir anlam zenginliği oluşur. Cengiz Han ve kurduğu imparatorluk söz konusu olduğunda da bu yorum yelpazesinin genişliği dikkat çeker. Moğol tarihine dair bilgiler, yerleşik kültürün temsilcisi olan diğer milletlerin (Çin, Bizans, Arap, İran vb.) kaynaklarında yer alır. Bununla birlikte kurucu Cengiz Han’ın ismine rastlanan ilk kaynak, Moğolların ilk yazılı belgesi, 1225’te dikilen Cengiz Taşı’dır. Uygur harfleriyle Moğolca olarak kaleme alınan yazıtlar arasında ayakta kalabilmeyi başarmış en eski anıtlardan olan, beş satır ve yirmi bir sözcükten oluşan Cengiz Taşı, Cengiz Han’dan söz etmese de ilk satırı “Cingis – qan-i” sözcükleri ile başladığından bilim dünyası tarafından bu isimle anılır.118
Zaman içerisinde tarihe ve tarihe yön veren kişilere duyulan ilgi, siyasi konjonktür gereği farklı bir ivme kazanır. Özellikle de toplumsal kimlik arayışlarının artış gösterdiği dönemlerde köklerin Osmanlıdan ötesine bağlanma ihtiyacı doğar ki bu ihtiyaç Cengiz Han gibi birtakım tarihî kişiliklerin yeniden yorumlanmasına vesile olur. İslami çevrenin kolektif hafızasında karşı figür olarak kurulan Cengiz Han profili ile Türkçü çevrelerin sahip olduğu Cengiz Han tasavvuru birbirinden ayrıdır. Türk unsurların siyasi bir birlik altında toplanmasını arzu eden Türkçü düşüncenin ortaya koyduğu Cengiz Han figürü, geçmişte bu ideali gerçekleştirmiş (Cengiz’in böyle bir ideali olmasa da) bir kahraman olarak görülebilir. Türkçü düşüncenin siyasi tezine katılmayan Osmanlıcı ve İslamcılar ise her türlü millî kimlik talebinin, devletin çöküş sürecini hızlandırdığını düşündüklerinden, onların nezdindeki Cengiz Han tasavvuru elbette Türkçülerin ortaya koymaya çalıştığı Cengiz Han portresinden daha farklı olacaktır.119 Bir taraftan bakıldığında Cengiz Han, seçimle kağan olmuş, yönettiği topraklar üzerinde töre ve yasanın buyruklarına göre hareket etmiş, müstebit olmayan laik, demokrat, birleştirici bir ulus-devlet kurucusudur. Diğer taraftan bakıldığında ise âlem-i İslam’ın en büyük düşmanı, hatta bütün beşeriyete zararlı, müşrik, zalim, kan dökücü, medeniyet yıkıcı, lanetlenmiş bir kişiliktir. Cengiz Han’a yönelik söylemlerin temelinde dinî ve millî hassasiyetlerin olduğu muhakkaktır. Siyasi konjonktürün yüzünü Turan’a döndüğü dönemde başka, Anadolu’ya döndüğü dönemde başka bir Cengiz Han algısı oluşur. Bu algı değişimi sonucunda Cengiz’in etnik kökeni bile tartışma konusu edinilir. Cengiz’in Türklüğüne yapılan vurguların altında, dünyanın en geniş imparatorluğuna sahip çıkmanın getirdiği psikolojik tatmin ve bir zamanlar Türklerin siyasi birliğinin sağlanmış olmasının gelecekteki Türk birliği hayalini desteklemesi yatar. Cumhuriyet sonrası gelişen Anadolu Türkçülüğü, Cengiz’in etnik kökenini tartışmaya açınca da geriye onun ordusunun büyük oranda Türklerden oluştuğunu ve Türk töresine uygun bir yaşam şekli geliştirdiği savunmak kalır.120
Cengiz Han’ın ya da ordusunun etnik kökeni, Moğolların benimsediği töre, imparatorluğun sınırları, Cengiz’in amacı gibi tartışmaların ötesinde, tarihe not düşen bir Cengiz Han gerçeği vardır. Adaletli, dirayetli, katı ve gaddar yönleriyle tarih sahnesinde yerini alan Cengiz Han’ın öyküsü, muhtelif yorumlara açık olmakla birlikte bir siyasi başarı öyküsüdür. Moğol tarihi, yıkım ve yakım tarihi olarak anılsa da Cengiz Han’ın tarihi kişiliği mercek altına alındığında onun tek vasfının korku imparatorluğu kurmak olmadığı, bünyesinde pek çok liderlik vasfını taşıdığı görülür.
İncelemeye esas olan Moğol Kurdu romanı,121 çocukluk yıllarından başlayarak Cengiz’in ölüm yılı olan 1227’ye kadar geçen zaman dilimini ele alır. Odak noktasını Cengiz Han’ın hayatı olarak seçen anlatı, başkişinin en yakın arkadaşı olan Borçu’nun anlatımıyla okura sunulur. Romanın başında “Yüreğini yükseklere as, seni dünyadaki insanların en açı, Cengiz Han’a, Moğolların hanına, Tengri’nin yeryüzündeki temsilcisine, bütün kavimlerin imparatoruna adadığım hayatımın terkisinde götüreceğim” diyen Borçu, roman boyunca anlatma misyonunu üstleneceğini okura bildirir. Anlatıcı karakter, çocukluğundan başlayarak Cengiz Han’a adadığı ömrünü, ömrünün son demlerindeyken geri dönüşler ile aktarır. Üç ana bölümden oluşan anlatı, dengeli bir şekilde dağılmamış olan elli yedi alt bölüm halinde kurgulanır. Eserin sonuna kaynakça, Moğol coğrafyasını anlatan harita ve dönem diline ait sözcükleri açıklayan mini bir sözlük eklidir.
Moğol Kurdu, aşiretten imparatorluğa dönüşümün tarihî serüvenini ele alan çoğu roman gibi panoramik bir bakış açısına sahiptir. Bundan dolayı betimleme, çözümleme ve analizleri az; olay anlatımı fazla, anlatı ritmi hızlıdır. Cengiz’in liderliğine odaklanarak Moğol tarihini de anlattığı için eserde karakter ve mekân analizleri fazlaca çekinik bırakılmıştır.
Cengiz Han biyografisi üzerine inşa edilen anlatı üzerinden Moğol tarihini, dönemin bozkır yaşamına dair detayları ve yaşam tarzına yön veren kural, inanç, değerler sistemini, Temuçin’den Cengiz Han’a dönüşen roman karakterinin yolculuğunu ve Cengiz’i bir cihan imparatoru yapan liderlik vasıflarını okumak mümkündür. Bu çalışma, Moğol Kurdu romanından hareketle başkişi Temuçin’i şekillendiren bozkır ruhunu yansıtmayı ve Cengiz’in tarihî, siyasi, iktisadi, kültürel yönleriyle çok yönlü bir portresini ortaya koymayı amaçlamış; Cengiz Han’ın yıkım ve kıyım tarihi, çalışma kapsamı dışında görülmüş, üzerinde ayrıca durulmamıştır.
1. Cengiz Han’ı Şekillendiren Bozkır Ruhunun Yansımaları
Mekân ile insan arasında tüm zamanlarda vurgulanmış olan bir ilişki vardır. Coğrafyanın kader ile ilişkilendirilmesi biraz da bundan olsa gerektir. Cengiz’in dünyaya geldiği coğrafya, bu coğrafyanın dayattığı yaşam koşulları ve kurallar, hiç şüphesiz onun karakterine, yönetim tarzına etki etmiştir. Bundan dolayı, insanı daha iyi anlamak için onu şekillendiren coğrafi kültürü de irdelemek gerekir. Moğol Kurdu romanında bozkırdaki yaşamın ve bozkır ruhunun başarılı bir şekilde yansıtıldığının altı çizilmelidir. Örneğin, iktisadi ve içtimai yapıyı şekillendiren bozkır kültürünün en önemli unsurlarından olan at, romanda yer yer roman karakterlerinden daha detaylı işlenir. At üzerine şiirler yazılır: “Işıktan doğmuş doru / Ateşten, kandan yapılmış / Bozkırın üzerinden uçuyor / Hiçbir şey onu durduramıyor.” (s. 58)
Moğolların bozkır kültüründe at, asla kaybedilmemesi gereken en önemli unsurlardan biridir. Çünkü “atlarını kaybetmiş bir adam, bir hiçtir!” (s. 18) ve bu yüzden atlar korunmalıdır. Bu amaçla atın yelesine kötü ruhları kovacak muskalar asılır ve ata cesaret vermek için kulaklarına türküler söylenir. At ve onun sahibi o kadar bütünleşmiştir ki Borçu, atı Ayı Korkusu’nun ölümünden sonra kendisini “kanatsız bir kuş gibi” (s. 165) hisseder. Moğol kültüründe ne kadar soylu olursa olsun bir yabancının, sürünün baş atını yönetmesine izin verilmez. Ayrıca at, kadından bile daha önemli görülür: “Bir kadını atından çok sevmeye kalkma, bu felaketin olur, senin elindeki en değerli şey o doru.” (s. 112) At, step iklimine uygun, geniş düzlükler ve coşkun nehirlerin bir unsuru olmakla birlikte insan doğasına uyum sağlayabilme yeteneğiyle ön plana çıkar. Ayrıca göçebe ve savaşçı bir toplum için ifade ettiği anlam çok büyüktür.
Moğol ve Türk kabileleri, coğrafi anlamda paydaş olduklarından aralarında kültürel etkileşimin olması beklendik bir durumdur. Söz konusu etkileşim unsurlarından biri de atlara verilen önemdir. Atlı göçebe kültürün bir sonucu olarak Türklerin ata verdikleri önem, Moğollarda da görülür. At, sadece göçebe kültürü içinde yaşayan insanlara bir hareket özgürlüğü tanımak, onların uzak bölgelere ulaşmalarına yardımcı olmak ve böylece sosyal yapıya bir dinamizm kazandırmakla kalmayıp, ordunun askerî yapılanmasını da şekillendiren bir unsur olmuştur. Atların özel bir isme sahip olması, sahip oldukları renk tonlarına göre isimlendirilmeleri (kır, doru vb.) ata verilen önemin bir göstergesidir.122 Romanda Cengiz’in atlara verdiği önem, sonraları oluşturulacak olan Cengiz Yasası’nda açıkça görülecektir.
Ayrıca doğa, bozkır kültürünün diğer bir önemli bileşenidir. Çünkü bozkırda yaşam, doğa ile uyum içinde olmayı gerektirir. Romanda yılların geçişi hatta karakterlerinin yaşları bile mevsimler üzerinden verilir. Örneğin Temüçin, Borçu’nun babası Naku’ya “Bundan yedi bahar önce, ben dokuzuncu baharımdayken, ikimiz birlikte, müstakbel eşimi seçmek üzere annemin anayurduna, Ongirat ülkesine gittik” (s. 23) diyerek öyküsünü anlatmaya başlar.
Bozkırda hüküm süren inançları ve birtakım motifleri de romandan okumak mümkündür. Gökten gelen Bozkurt ile dağlardan inen Güzel Maral’ın Tanrı Dağları ormanlarında insanı yarattıklarına inanılır: “Bilinen tek şey Bozkurt ve Güzel Maral’ın üç ırmağın kaynağında Moğol’u yaratmış olmalarıdır.” (s. 32) Gök’ün üstünlüğü ve kurttan türeme motifine Moğol anlatılarında da rastlanır. Gök Tanrı inancının kurt ve dağ kültü, Moğolların devletleşme sürecinde önemli roller üstlenir. Anlatı boyunca dağların kutsiyeti, sıklıkla vurgulanır:
Dağlar Tengri’nin eşiği, sevgilisidir. Soluğuyla durmaksızın onları okşar, yamaçlarını kazır, başlarını beyaz taçlarla süsler. (…) Tüm dünya çöle dönüşseydi, tüm topraklar cılk yaraya kesseydi, hayat hâlâ dağlarda soluklanırdı, çünkü dağlar sadece ruhlar için bir kutu değil, Tengri’nin mesajlarını bıraktığı yerdir. İhtiyarların ölecekleri zaman Tengri’nin mesajları başkalarınca bilinmesin diye dağlara uzanmalarının nedeni bu değil mi? (s. 71)
Cengiz, zor zamanların içinden geçerken Tanrı Dağı’na çıkıp inzivaya çekilir ve Kutsal ile iletişim kurar. Dağ, birleştiren, derleyip toplayan bir figür iken; kurt, hanedanı ve devleti temsil eder. Göktürklerde hanedan sembolü olan kurt, Moğollarda da en önemli hayvan figürüdür. Kurt dışında adı geçen Güzel Maral da kadim anlatıların önemli bir figürüdür. Göktürklerden sonraki topluluklarda kurt ve geyik motifi bir arada kullanılır. Geyik, Moğolistan ve kuzeyinde yaşayan kabileler arasında kurttan önceki kutsal motiftir. Geyik, henüz hiyerarşik bir devlet yapılanmasının olmadığı zamanları (boylar) temsil ederken; kurt, ordu-devlet düzeni içindeki yapılanmayı temsil eder. Bu metafor, doğada kurdun avcı, geyiğin de av olması bağlamında düşünüldüğünde daha da anlam kazanır.123 Moğol Kurdu’nda roman boyunca kutsal bir kurdun dolaşımına şahit olunur. Kurt, başı yukarıda ülkesini denetleyen, her tür değişimi gözden geçiren, burnunu batıya çevirip çevreyi koklayan, yüzünün sakinliğinde ve bakışlarında Temuçin’den izler taşıyan bir sembol olarak kullanılır. Bu benzetme ile Temuçin ve Bozkurt arasında bir anlam ilgisi kurulur.
Moğollar zaman içinde pek çok farklı kabile ile temas kurduğundan farklı inanç sistemleri ile karşılaşırlar. Cengiz Han, tüm inanç sistemlerine ve din adamlarına saygı duyan tarihi bir kişiliktir. Bu farklılığın içinde Moğolların ağırlıklı olarak Şamanizm’i benimsendiği görülür. Moğol toplumunda Şamanizm ile Gök Tanrı inancı kaynaşmış bir durumdadır. Romanda toprağın, suların, ateşin, ataların ruhları ile dört bir yan kutsanır. “Şamancılık veya Kamcılık olarak bilinen Şamanizm inancı bir dinden ziyade merkezinde şamanın yer aldığı, kendine has inanç ve ritüelleriyle farklı formları bulunan, vecde dayalı bir yöntemdir.”124 Moğol devlet geleneğinde, şamanların siyasi otorite üzerinde ciddi bir etkisi mevcuttur. Cengiz Han da ataları gibi şaman geleneği içinde yetişir. Ancak belirtmek gerekir ki Cengiz yönetimi altında geçen yıllarda şamanların siyasi erk üzerindeki etkisi azalmıştır. Çünkü güçlü bir siyasi otorite için şamanların yönetim üzerindeki etkisinin kırılması gereklidir. Romanda Şaman Kököçü’nün başına gelenler, Cengiz’in bu konudaki tavrını açıkça gösterir.
Şamanlık, babadan oğula geçen irsî bir durumdur ve bir şaman, halk sağlığı ile ilgilenen, şifacı, büyücü, gelecekten haber veren, kâhin, ruhlarla temas kuran, kötü ruhları kovan, Tanrı ile insan arasında aracılık eden kimsedir. Cengiz Han, en çok şamanların gösterdiği kehanetlere ilgi duyar. Şaman Kököçü, romanda Cengiz Han’ın en fazla saygı duyduğu isimdir. Zira Kököçü, Cengiz lehine kehanetlerde bulunur ve Temuçin’e Cengiz adını verir:
Üç şafaktan beri, Tengri bana mavi bir baştankara kılığında görünüyor. Her sabah aynı kuş çadırın tepesine konuyor ve üç defa ötüyor… Cengiz! Cengiz! Cengiz! Sonra kanatlarını açıyor, güneş ışınlarını yayarken, duman deliğinden bir gökkuşağı giriyor. Bu çadır, Kağanımızın çadırı. Tengri’nin işareti benim için kayanın üzerinden geçen çağlayan gibi açık, geri çevrilemez: bana seçileni gösteriyor. Artık Temuçin yok! Tengri’nin yeryüzündeki iradesi Cengiz yaklaşsın. (s. 367)
Kököçü’nün saygınlığı arttıkça ailesinin saygınlığı da artar. Ancak bu durum, bir süre sonra Cengiz ve ailesi için sıkıntı oluşturmaya başlar. Şaman Kököçü, siyasi erke yaklaştıkça, Cengiz’in kardeşleri ile arası açılır. Cengiz Han’ın kardeşi Kasar, şamanların ayrıcalığını istemediği için Kököçü, Cengiz Han’ı kardeşine karşı doldurur. Cengiz Han, Kököçü’nün etkisiyle Kasar’ın yetkilerini elinden alır. Bir süre sonra Kököçü, diğer kardeş Temüge ile uğraşmaya başlayınca, Cengiz Han’ın karısı Börte, Köküçü’ye karşı dikkatli olması hususunda onu uyarır. Kököçü’nün ünü her geçen gün daha da yayılır. Bunu fark eden Cengiz Han, Te-müge’ye “Kököçü güneşin doğuşundan sonra buraya geldiğinde, ona istediğini yap” (s. 391) diyerek, Kököçü’nün öldürülmesine seyirci kalır ve buradan büyük bir ders çıkarır. Zaafın her türlüsü, onun, başkalarının kontrolü altına girmesine neden olabilecektir. Cengiz Han, dini misyonunu kullananlara karşı mesafeli durması gerektiğini anlar. Cengiz yaşamı boyunca tüm dinlere saygı duymayı ve eşit mesafede konumlanmayı tercih eder.
Bozkırda hüküm süren inanç ve değerler sistemi, coğrafyanın dayattığı şartlar, Cengiz’in yazgısından kaynaklanan zorluklar; bozkırın ruhunu taşıyan bir Cengiz Han profili oluşturmuş, bu profil, sadece Moğol devletinin değil, dünya üzerinde çok büyük bir coğrafyanın kaderini şekillendirmiştir.
2. Temuçin’den Cengiz Han’a Hükümdar Portresi
2.1. Kurucu Rüyalar Işığında Cengiz Han
Çoğu kuruluş anlatısının, bir rüya motifi üzerine inşa edildiği iyi bilinir. Moğol Kurdu romanında da Moğolların kurucusu Cengiz Han’ın hayatı etrafında, daha çocukluk yıllarından başlayarak haberci rüyalar oluşturulur. Temuçin dokuzuncu baharındayken müstakbel eşini seçmek üzere babası Yesügey ile birlikte annesinin anayurdu Ongirat’a gider. Ongiratların başı Bilge Day-seçen, Yesügey’e gördüğü rüyayı anlatır: “Dinle beni Yesügey, bembeyaz bir akdoğan uykumu ziyaret etti. Uçarken pençelerinin birinde güneşi, diğerinde de ayı tutuyordu. Elime kondu, her ikisinin de parlaklığını seyrettim. Bundan güzel kehanet olur mu?” (s. 23)
Efsanevi anlatılarda kahramanların kuş donuna girdiği bilinir. Anka, Simurg gibi mitolojik kuşlar; manevi gelişimi, aydınlanma ve farkındalık süreçlerini vurgulayan anlatılarda tercih edilir. Day-seçen’in rüyasındaki kuş ise yırtıcı bir kuştur. Dinamik yapısı, gagasının sivriliği, pençelerinin gücü, yükseklerde hızla uçabilmesi, üstün görüş yeteneği ve avlanma becerisi ile bu akdoğan, Temuçin’i temsil eder. Nitekim romandaki diğer karakterlerin fiziki portresi üzerine çok fazla durulmasa da Temuçin’e dair yapılan betimlemeler dikkat çeker. Temuçin, “karanlık ve deli gözleri(nden)” (s. 18) garip bir ateş, “vücudundan büyük bir güven” (s. 19) yayılan bir karakterdir. O, “gökten düşmüş bir kaya gibi, yoğun, güçlü, ateş gibi ve korkusuzdu. En ufak hareketinde bile büyük yırtıcıların yumuşaklığı görülü(r).” (s. 20)
Yine kolektif bilincin bir sembolü olan güneş ve ay, gündoğusu ile günbatısı arasındaki topraklar üzerinde kurulacak olan imparatorluğa gönderme yapar ve kutsiyet atanan çoğu kuruluş rüyasında yerini alır. Osman Bey’in Şeyh Edebali tekkesinde gördüğü rüyanın Malhun Hatun izdivacı ile sonuçlanması gibi Day-seçen’in bu rüyasındaki kehanet sonucunda da Temuçin ile Börte’nin nişan kararı verilir.
Ayrıca Temuçin’in Borçu’nun evinde kaldığı gece, Borçu’nun gördüğü rüya, Temuçin’in nasıl güçlü bir lider olacağının işaretleri ile doludur. Borçu’nun rüyası, tek bir otun bile bulunmadığı, baştan sona kül ile kaplı geniş bir mekânda geçer. Temuçin, Noyanların başı Targutay’ı yakalamıştır. Targutay’ın elleri bağlıdır. Borçu, Targutay’ın yüreğini çıkarır. Yürekten damlayan kan, çölü otlağa dönüştürür. Bu otlakta; nereden çıktıkları anlaşılmayan atlar belirir ve binlerce at, güneşin altında inci taneleri gibi toplanıp neşeyle şaha kalkıp dağılırlar. Borçu’nun rüyasında gördüğü, neşe içinde şaha kalkıp dağılan bu atlar, dünya üzerindeki Moğol yayılımın habercisidir.
Tarih boyunca, siyasi erki ellerinde tutanlar, iktidarlarını meşrulaştırmak için çeşitli argümanlar kullanırlar. Siyasal mesajlar içeren haberci ve kurucu rüyalar, bu argümanlar arasında önemli bir yer tutar. Bu rüyalar edebi, siyasi ve tarihi açıdan büyük öneme sahiptir. Psikolojinin rüyalara atadığı anlam dışında gerek erken dönemlerde gerekse İslamiyet sonrasında rüya, geleceğe dair birtakım gerçeklerin habercisi olarak yorumlanır. Yazınsal düzleme bakıldığında, dinî metinlerde, halk hikâyelerinde, destanlarda ve daha birçok anlatı türünde rüya motifinin ağırlıklı olarak kullanıldığı görülür. Örneğin, âşığın bade içmesi, rüyada gerçekleşir. Oğuz Kağan’da Uluğ Türk’ün, Göç’te Böğü Kağan’ın, Dede Korkut’ta Salur Kazan’ın gördüğü rüyalar hatırlanabilir. Rüyaların birey ve toplum üzerindeki etkisi, siyasal iktidarları rüyadan yararlanma yoluna götürür. “Büyük devletler, kuruluşlarını ve devlet gelenekleri ve siyaset felsefelerini böyle kurucu rüyalara dayandırma ihtiyacı hissetmişlerdir.”125 Bu yolla gelen manevi güç, iktidarı halk nezdinde meşrulaştırmaya yardımcı olur. Selçuklunun kuruluş anlatısı, Selçuk Bey’in babası Dukak’ın; Osmanlının kuruluş anlatısı da Osman Bey’in Şeyh Edebali’nin tekkesinde misafir kaldığı gece gördüğü rüya üzerine inşa edilir. Bu rüyalar, kolektif bir sembol dili kullanır ki söz konusu semboller, kutun Tanrı’dan alındığına dair göndermelere sahiptir.
2.2. Kaderine Terk Edilmiş Cengiz Han
Roman, “Gök, bozkırın üzerine büyük ve gri keçesini yayıyordu. En küçük bir mavi dikiş bile yoktu” (s. 17) cümlesiyle başlar. Bozkırın üzerinde uzanan göklerin maviden yoksun gri bir keçe ile tanımlanmasıyla, daha romanın ilk cümlesinden okur, bozkırda yaşanacak olan olumsuzluklardan haberdar edilir. Moğol İmparatorluğu’nun kuruluş sürecine, haberci siyasi rüyaların kehaneti kadar Temuçin’in doğum öyküsünün kehaneti de karışır. Sağ elini yumruk yapmış bir vaziyette doğan Temuçin dünyaya geldiğinde babası Yesügey, Tatarlar ile savaş hâlindedir. Yumruk yaptığı elini açmayan Temuçin, doğumundan dokuz gün sonra babası yurda döndüğünde yumruğunu açar ve avucunda sakladığı kararmış kan pıhtısını gösterir. Bu doğum öyküsü, Temuçin’in ileride çok fazla kan dökeceğinin kehaneti olarak yorumlanır. Kurucu figürlerin hayatını konu alan destansı anlatılara, bunun gibi birtakım doğaüstü olay, yetenek ve kerametlerin eklemlendiği bilinen bir durumdur. Baba Yesügey’in Tatarlar ile olan mücadelesine atfen ona Temuçin adı verilir. Demirci anlamına gelen bu ismin Temuçin’in karakteri üzerindeki etkisi açık bir şekilde görülür. Nitekim küçük yaşta korku ile tanışmasına rağmen korku onu yıldırmaz, aksine hayatta kalma içgüdüsünü perçinler. Temuçin, daha çocukluk yıllarında duygularını kontrol etmeyi öğrenmek zorunda kalır: “Ne hissettiğini tahmin etmek güçtü. İçinde bulunduğu durum ne olursa olsun, yüzünün çizgileri sakin, düşünceliydi.” (s. 187) Onun bu kontrolü, blok döküm bir demir madenine benzer bir kişilik geliştirmesine ve Temuçin adının bir anlam kazanmasına vesile olur.
Cengiz’in dünyaya geldiği coğrafya, tarıma değil hayvancılığa uygun, göçebe yaşamın hüküm sürdüğü bir coğrafyadır. Aralarında kültür ortaklığı olan insanlar, kavimler ve kavimlerin bir alt organizasyonu olan boylar hâlinde yaşarlar. Boylar arasında süregelen bir iktidar mücadelesi vardır. Diğer bir deyişle, güçlü olan boy, daha az güçlü olan boyu hâkimiyeti altına alır.